RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

20 Aralık 2013 Cuma

Yeşillik Seni Öldürür - 2

Göz kapaklarını zor kaldırıyordu. Belli belirsiz gölgeler etrafında hareket ediyor, kimisi yaklaşıp uzaklaşıyordu. Alnının ortasından başlayan ağırlık o kadar fazlaydı ki gözlerini açması hemen hemen imkansızdı. Bir anda şok bir ışık demeti gözünün önünden geçti. Beyin nöronlara ‘’ben halen buradayım’’ mesajı gönderdi. Elleri ayaklarını hissetti. Oturduğu yerde geriye doğru sarsıldı. Birileri aniden yüzüne su atmıştı. Su yüzünden akana kadar kafasını kaldıramadı. Sonra kafasında hissettiği ağırlığa rağmen kafasını kaldırmaya çalıştı. Birileri vardı.. Kendi aralarında konuşuyor, gülüşüyorlardı. Birisi yaklaşmaya başladı. Oturduğu yerden adamın yüzünü görmek için kafasını kaldıracak kadar gücü yoktu. İkinci bir şok hemen ardından geldi. Adam okkalı bir tokat savurmuştu. Bu defa adrenalin damarlardaki kan akışını hızlandırmaya başladı. Kalbi daha hızlı atmaya ve vücudu uyanmaya başladı. 

Tamamen kendine geldiğinde tokatı atan arkasını dönmüş yerine dönüyordu. Diğer ikisi kendisine bakıyor ve gülümsüyordu. Elleri ve ayaklarındaki acıyı hissettiğinde düştüğü durumu anladı. Bu haydutlar ellerini ve ayaklarını bir sandalyeye bağlamıştı.


En arkada oturan birisi tokatı atan iri yarı adama seslendi:

- Bira?
Adam tereddütsüz arkadakinin yanına gidip elinden şişeyi kapıp kafaya dikti. Diğeri halen kendisine bakarken gülümsüyordu. 

Zar zor konuşabildi:

- Kimsiniz? Benden ne istiyorsunuz?

Arkadaki ikisi aniden dönüp kendisine baktı. Yüzlerinde oyun oynarmış gibi bir ifade vardı. Bira ikram eden kısa boylu şapkalı birisiydi. Geriye doğru attığı şapkasını önüne çevirip kendisine yaklaştı:


-Sabah oldu uykucu! Kendine geldin mi?


Adam gülümseyen hayduta doğru baktı:


-Evet. Siz kimsiniz? Beni neden bağladınız?


Kısa boylu önüne bir sandalye çekip gözlerini önce ıslak adamın saçlarına daha sonra üzerine dikti:


-Uzatmayalım Ekrem! Seni tanıyoruz. Polis olduğunu da biliyoruz. Sana iki değişmez gerçek söyleyeceğim: 1: seni 1 saate kadar öldüreceğiz... 2: seçenek hakkı sunacağız, kafaya kurşun mu? Denizde boğulmak mı?

Islak adam donakalmıştı. Karşısındaki adam kendisini tanıyordu ve 1 saate kadar öldürülecekti.

-Ne.. neden? Diye sayıkladı


Şapkalı adam ciddileşti:


-Büyük yanlış yaptın Ekrem. Suçunu biliyosun. Organize Şubenin göz bebeğisin..


Bu kez Ekrem sesini yükseltti:


-Haydut musunuz lan?!


Bira içen iri yarı adam ayaklandı. Hızla yanına koşup bi tokat daha geçirdi. Adam o kadar güçlüydü ki tek şamarla Ekrem bir an için yıldızları saydı. 


Kısa boylu olan söze girdi:


-Ekrem bu hayvanın adı Kasım. Anasını babasını kesmiş hayvan.. Bana diyor ki keselim şunu. Ben de dedim ki yook! Ekrem bize paraların yerini söyleyecek!


Ekrem şaşkın bi ifadeyle:


-Ne parası? Para mara yok bende! Ben devlet memuruyum! Gidin banka soyun lan banane!


Şapkalı:


-Cahili mi oynayalım Ekrem? Peki bizim Kasım eğlenmek istiyor zaten dilersen sabaha kadar dövelim seni sen hatırlayana kadar..


Ekrem arkasında dikilmekte olan iri yarı adama baktı. Yumruklarını sıkmış bekliyordu. Odanın diğer ucunda koltukta oturan adam buz gibiydi. Gülümsüyordu. Ama tek hareket etmiyordu. Neredeyse cansız gibiydi. Bu haydutların patronları olabilirdi. Ona doğru seslendi:


-Abi ne istiyorsunuz söyleyin Allahaşkına!


Şapkalı Ekremin çenesini tutup yüzünü kendine doğru çevirdi:


-Bize bak! Burada para isteyen biziz.. Onun hesabı başka! Ona daha sonra geleceğiz. Sen şu operasyonda taşıdığınız paranın kasası nerde onu de bakalım..


Ekrem donakalmıştı. Bu bilgi çok gizliydi. Böyle haydutların bilmesinin imkanı yoktu. Bu adamların ciddi oldukları her hallerinden belliydi. Ömrünün son saatini yaşıyor olabilirdi:


-Pe.. peki.. size paranın yerini söylersem, beni bırakacak mısınız? Çünkü az önce öleceğimi söyledin..


Şapkalı:


-Sana şunun sözünü verebilirim. Sen paranın yerini söylersin, Kasımla ikimiz gideriz.


Odanın diğer ucundaki hareketsiz adamı göstererek:


-Sen de şu abiyle başbaşa kalır sohbet edersin. Biz parayı alırsak geri dönmeyiz.. Ama dediğin yerde para olmazsa döner seni öldürürüz. Anlaştık mı?


Ekrem küçük de olsa kurtulma ihtimaline sevinmişti. Paranın yerini söyleyecekti. Nasıl olsa kanunsuz bir paraydı. ‘’Hepsinin köküne lanet girsin!’’ dedi kendi kendine..


-Tamam, diyebildi. Adres cep telefonumda Cevher diye kayıtlı.


Telefonu almışlardı. Masanın üzerinden telefonu alıp rehberde Cevher ismini bulduklarında birbirlerine bakıp gülümsediler.


-Ben sözümde dururum Ekrem. Sen de dursan iyi edersin..


Ekrem:


-Paranın yerini söyledim salın beni!

Şapkalı ceketini çoktan giymiş odadan çıkmak üzereydi:


-Bırakacağımı söylemedim. 


Odanın diğer tarafında oturan adamı göstererek:


-Buna o karar verecek..  deyip çıktı.




Ekrem bu kez hareketsiz kendisini gülümseyerek izleyen adama baktı:

-Git sen de payını alsana paradan! Çok para var orda!


Adam gülümsemesini bozmadı. Elini koltuğun yanına götürüp televizyon kumandasını aldı. Televizyonu açtı. Haberleri izlemeye koyuldu. 


Televizyon açılana dek loş odada yüzünü seçemeyen Ekrem, televizyonun ışığı ile yüzü aydınlanan adamı bi yerlerden tanır gibiydi.


-Sen ne istiyorsun be adam!?


Adam parmağını kaldırıp ekranı gösterdi. Televizyonda Türkiyenin her yerindeki emniyet müdürleri, amirler ve daire başkanlarının görevden alındığına dair haberler vardı. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerdeki emniyet teşkilatı da tepetaklak olmuştu. Hüseyin Çapkın ‘’sağlık olsun’’ derken oturan adam bu defa dişleri görünene dek gülümsedi.



Ekrem dayanamadı:

-Operasyonu biliyorum! Ben de içindeydim.. Ne diye izliyorum bunları?


Adam televizyonu kapattı. Yine gölgede kalmıştı. Öylece bakıyordu:


-Kimsin? Ne istiyorsun? Çıkar beni burdan!


Ekremin bağırışları odada yankılanıyordu. Adam hareketsiz bakmaya devam ediyordu. Belli ki oda ses geçirmezdi. Yoksa ağzını filan bantlarlardı. Diğer iki haydut paranın peşindeydi. Ama ya bu adam ne istiyordu?

Adam aniden tok sesiyle konuşmaya başladı:

-Merhaba kardeş. Az önce çıkan ikili sana 2 konuda söz verdiler ama sadece birini tutabilirlerdi. Çünkü onlar katil değil, sadece hırsızlar.. Kasım ‘ın sana vurduktan sonraki gözyaşlarını görmedin mi? Elleri titremesin diye yumruklarını sıktı garibim.. Aslında bir karıncayı bile incitemez.


Ekrem Kasım’ın yüzüne dikkatli bakmamıştı. Yumruklarını sinirden sıktığını zannetmişti. Doğru olabilir miydi?

Adam devam etti:

-Bu odada katil olan tek kişi benim Ekrem. Ben seni 1 saate kadar öldüreceğim.. Onlarsa sana hangi yolla ölmen gerektiği konusunda seçenek sunacaklardı. Vicdanları mı el vermedi anlamadım ki.. Neyse anlaşmamız buydu. Senin sana ait olmayan bir parayı vermeyeceğini düşünüyorduk. Demek canın kıymetliymiş. Sen paranın yerini söyleyince sözünü tutacak sadece ben kaldım.


Ekrem adamın hareketsiz tavırlarından rahatsız olmaya başladı. Demek asıl adam buydu! Peki niyeti neydi? Şapkalı çıkarken ‘’sohbet edeceksiniz’’ demişti.


-Ne öğrenmek istiyorsun? dedi Ekrem


Adam oturduğu yerde öne doğru eğildi. Yüzü yeniden aydınlığa çıkmıştı. Kır saçlı yeşil gözlü iri yapılı bir adamdı bu.


-Demek konuşmaya başladık Ekrem. Peki bana şu savcıyı anlat! Özel yetkilerinden bahset..


Ekrem bu konuları konuşmamaya yeminliydi. Karısına bile bunlardan bahsetmemişti.


-Bilmiyorum... diyebildi


Adam bu defa ayaklandı. Uzun bej bir palto giyordu. Odanın öteki ucunda sağa sola doğru volta atmaya başladı. Neden sonra durdu ve Ekreme döndü:


-Tamam. Kararımı verdim. Seni denize atacağım. Boğulursun. Ciğerlerine su dolarken bu son anlarımızı unutma olur mu? Zaten ölecektim keşke anlatsaydım diyeceksin..


Ekremin boğazında birşeyler düğümlendi. Bir an için denize elleri ayakları bağlanmış bir şekilde bırakılışını hayal etti. ‘’Korkunç bir ölüm!’’ diye düşündü.


-Tamam tamam.. Beni ikna ettin. Herşeyi anlatıcam.. dedi.


Adam tekrar koltuğuna otururken eliyle lütfen işareti yaptı.


Ekrem anlatmaya başladı:


‘’Bir kaç sene önce bir davaya cumhuriyet savcısı yerine özel yetkili bir savcının nezaret edeceği söylendi. Adamın biri bir kitap yazmış biz de ona baskın düzenleyecektik. Cumhuriyet Savcıları il sınırları içindeki davaya bakarlar, bu özel yetkililer ise ucu nereye uzanırsa uzansın takip edebilirler..’’


Adam bunları biliyor gibiydi. Yine tek bir tepki vermedi. Ekrem devam etti:


‘’OdaTv ‘yi bastığımızda bu savcı da bize nezaret etti. Adamları yakalayıp ekip arabasına götürmemiz gerekiyordu. Amirimiz durmamızı söyledi. Savcı telefonla konuştu. İçeri bikaç adam girdi. Üzerlerinde bizim şubenin yelekleri vardı ama bizden değillerdi. Olsa tanırdım.’’


‘’Bu adamlar oturup bilgisayarlara bazı cd’ ler taktılar. Diğerleri dolapları karıştırmaya başladı. Bizler ne olduğunu anlamıyorduk. Savcının tahkikatı diye düşündük..’’


Adam hızlanmasını ister gibi seslendi:


-Eeee?


Ekrem devam etmek zorundaydı:

‘’Sonradan öğrendik ki bu adamlar delil yerleştirmek için oradaymışlar. Bulundu diye lanse edilen herşeyi savcı ve beraberindekiler taşıdı. Böylece inkar edilemez kanıtlar oluşturuldu.. Zaten medyatik bir davaydı. Sanıklar sürekli delillerin kendilerine ait olmadığını savundu durdu..’’


‘’Neden sonra öğrendim ki, bu ekipler bizzat iktidar ve cemaatin ortak operasyonu çerçevesinde hareket ediyorlar. Askerlerin oluşturduğu ergenekon davasına istediklerini dahil etmek için kullanılıyorlar!’’


Adam tok ses tonuyla sordu:


-Peki ergenekon terör örgütü diye birşey yok mu?


Ekrem:


-Yanlış anlama elbette var. Ama bunlar organize halde hareket etmiyorlar. Belirli ideallerin peşindeki paşalar, beyler..


Adam ‘’devam et!’’ diye emir tonunda seslendi. Ekrem devam etti:


‘’Cemaat böylece kendisiyle çelişen herkesi içeri atabiliyordu. Misal bi adam bi kitap yazdı.. Bu ekip adamın bilgisayarından ergenekon zanlısının adresine mesaj attı. Hakim bu delili görünce ergenekon davasına dahil etti..’’

Adam tekrar sordu:

-İkidir cemaat dedin? Bu adamlar dindar değiller mi? Nasıl böyle bi hukuksuzluğun içindeler?


Ekrem ellerini gevşetmeye çalıştı ama sımsıkı bağlıydı. Devam etti:


‘’ Cemaat onu destekleyenlerin, onunla ilgili bilinenlerin ve söylenenlerin toplamından farklı bir şey aslında..  Toplumsal, psikolojik, siyasi, kültürel, ekonomik etkenlerin bir araya gelmesiyle ve uluslararası güçlerin de yardımıyla şekillenmiş, hem sabit, hem de değişken bir yapı. Temel amacı, Türkiye'yi, ilişkileri ve geleceğiyle kontrol etmek, bu ülkenin uluslararası kapitalist egemenlerin yörüngesinden çıkmasını engellemek.’’


Adam sinirlenmiş gibiydi:


-Saçmalıyorsun! Dindar insanlar bu adamlar! Evlerine gittim! Yemeklerini yedim!


Ekrem gözlerini yere indirdi ve gülümsedi:


-Taban ile tavan arasında belirgin bir fark var her zaman.. Ekonomik refahı olmayan birini içlerine aldığını gördün mü abilerin? Alt kademelerde istihdam edildiler bunlar.. Tabana bakacak olursak Türkiyenin en temiz ve saf duygulara sahip grubu belki de.. Ancak piramidin tepesine doğru girift ilişkiler sende de bir soru işareti oluşturmuyor mu?


Adam bir süre sessizce durdu. Sonra eliyle işaret ederek:


-Devam et! Konumuz cemaat değil! Savcıdan bahset! İstihbaratın haberi yok mu bu kumpastan?


Ekrem yorulmuştu. Ama vakit tükeniyordu. Söyleyeceği herşey tıpkı diğer ikisinde olduğu gibi bir umut kapısı aralayabilirdi. İstemeyerek de olsa devam etti:


‘’Odatv’de kullanılan bu yöntem illegaldi. Hakkında kanıt bulamadığın adamı hukuki olarak zor duruma düşüremiyordun. Ama bu devrimcileri başka türlü içeri atamazdık’’


‘’Savcı gayet düzgün işleyen bu yöntemi biraz daha geliştirdi. Bu aşamada istihbarat ile de işbirliği içinde oldu. Ancak istihbarat, içindeki bu illegal yapının sadece cemaate hizmet etmesinden rahatsızdı. Derin odaklar sadece cemaatin rakiplerinden oluşmuyordu. Müsteşar MGK toplantısında bundan bahsetti.. yer yerinden oynadı filan işte.. bu kadar biliyorum’’


Adam oturduğu yerden söze girdi:


‘’Devamını da ben söyleyeyim öyleyse.. Başbakan geçirdiği sözde ameliyattan sonra 10 gün istirahate çekildi. Ancak 28 Haziran 2012 de MGK toplantısı yapılacaktı. Müsteşar burada durumu başbakana anlattı. Başbakan da cemaati karşısına aldı.. şimdi anlıyorum..’’


Ekrem bir anlam veremedi:


-Tamam öğreneceğini öğrendiysen beni bırak!


Adam:


-Hayır! Kafamdaki tüm sorular yanıt bulmadan olmaz!


Ekrem tehlikeli oyunlar oynayacak halde değildi:


-Tamam peki.. 


Bu defa adam konuşmaya başladı:


‘’Dershaneler kapatılarak cemaate ekonomik darbe indirildi. Cemaat de bunun karşılığı olarak Savcının ekibini hükümete karşı kullandı! Onun için bi sürü bakan yakını içeri alabiliyorlar!’’


Ekrem oyunun devam etmesinden sıkılmıştı ama adamın ikna olması gerekti:


-Uçuk bir teori! Hükümetin elinde her türlü güç var! Kalkıp yok öyle deliller diyebilir?


Adam tekrar gülümsedi:


-Demez! Diyemez!.. Eğer ekibin faaliyetlerini açığa çıkarırsa eski düşmanını uyandırır. Ergenekondan içerde yatanların yeni savunmalarına zemin hazırlar! Cemaat iktidarı kendi silahıyla mı vurdu? Vay arkadaş!


Ekrem:


-Tamam mı? Bırakacak mısın beni?



Adam rahatlayan ses tonunu tekrar ciddileştirdi. Bu kez arkasına yaslanarak konuştu:

-Henüz değil! Paralardan bahset!


Ekrem:


-Hangi paralardan?


Adam ayağa kalkıp bağırdı bu sefer:


-Az önce iki meymenetsize vaad ettiğin para gibi paralardan!


Ekrem yüzünü öne eğdi:


-Bazen büyük operasyonlar yapılır. Ekiptekiler buna ‘’ganimet’’ derler. Birçoğunu saklar, kalanını basına duyururuz.


Adam:


-Vaay! Kirli polisleeer!


Ekrem yüzünü yerden kaldırmadı:


-Bazen büyük bir sevkiyat yakalarız.. Bu sevkiyatın mallarını alır birazını başka bir nakliyede yakalatırız. Böylece basın yemi yutarken, bizler ganimeti cebe indiririz. Yetkililerin bilmediği şeyler değildir. Bal tutan parmağını yalar derler.. Galiba bu yüzden de bu operasyona alındık..


Adam ayağa kalkıp birkaç adım attı:


-89 milyarlık yolsuzluk operasyonuna..


Ekrem gözyaşlarına hakim olamıyordu. Ama korkudan mı pişmanlıktan mı bilemedi:


-Evet! Bizim gibilerden toplanan paraları savcının ekibi kullandı. Gidip bir kamu bankasının müdürünün evine yerleştirildi.


Adam Ekreme doğru yaklaştı. Yüz hatları görünmeye başladı. Çakmak çakmak bakan bu adam eski bir asker gibi görünüyordu:


-Ayakkabı kutuları! diyerek bir kahkaha attı..



Ekrem:

-Evet. Böyle şeyleri savcının ekibi organize ediyor. Yazılı ve görsel meyda, hatta sosyal medyada akıllarda yer edinilebilecek, kolay hatırlanabilecek, dalgası geçilecek materyaller kullanılıyor. Sosyo-psikolojik bir hamle..


Adam Ekreme iyiden iyiye yaklaşmıştı. Hırpani bir kılığı vardı. Bir an paltosunda hayvan dışkısı görür gibi oldu.


Adam odada ilk gördüğü gülümsemesini takınmıştı:


-Dolarlar için ne diyordunuz?


Ekrem kafasını kaldırıp adama baktı. Bu kadar mesele arasından bunu mu merak etmişti?


-Dolarlar için mi? Ye.. yeşillik..


Adam gözlerini Ekreme doğrulttu ve gülümsemeye devam etti:


-Sana meslekte öğretmediler mi? Yeşillik seni öldürür..

2 Aralık 2013 Pazartesi

Yeşillik Seni Öldürür

Telefondaki ses çok kızgındı:

- Yahu bu nasıl rapor? sen hangi hakla...? yahu anlamıyorum bu işler bu kadar basit mi kardeşim?’’

Telefon kulağında, müsteşar sesini çıkarmıyordu. ‘’mecburdum efendim’’ diyebildi. Telefondaki ses ciddileşti:

- Yahu kes! Mecburmuş! sen benim bilgim olmadan nasıl böyle bi infaz gerçekleştirebiliyorsun? 20 tane şahitin önünde!’’

Müsteşar kravatını gevşetip yalancı bir gülümseme takındı:

- Efendim raporumda da yazdığım gibi mürettebat hariç deniz otobüsündekilerin hepsi bizim dokunduğumuz kişilerdi.. 

- Tamam bu konuyu daha sonra yüz yüze görüşeceğiz.. deyip kapattı.

Müsteşar masasından kalkıp odayı turladı. Masanın üzerindeki bilgisayardan ‘’Roberto’’ kod isimli bir mail geldi.  İtalya’daki Türk görevlilerinden geliyordu. Mesajı okuduğunda müsteşarın gözleri açıldı:

- Bi bu eksikti! 14 yıldır uykudaydın. Şimdi ne diye İtalya’ yı terkediyorsun be adam!

Müsteşar çantasını toplayıp çıktığında masanın üzerindeki bilgisayarın ekranında şöyle yazıyordu:

‘’Aslan kafesi kıracak’’


***


Cenova limanından kalkan adriyatik gemisinde ufku seyreden adam sigarasını yakmak için elini cebine atıp çakmağını çıkardı. Elini siper yapmasına rağmen rüzgar çakmağın yanmasına bir türlü izin vermiyordu. Bir kaç deneme yaptıktan sonra lanet okuyup çakmağı denize fırlattı. O sırada onu seyreden adam arkasından seslenme ihtiyacı duydu:

- Mi scusi! (afedersiniz) Turco? (Türk müsünüz?)

50’ li yaşlarını aşmış adam dönüp kendisine seslenen adama baktı:

- Si.. Türküm. Siz de Türksünüz galiba?

Gözleri çakmak çakmak bakan bu adam her ne kadar iyi giyimli görünse de, tavırları yabaniydi. Seslenen adam cevap vermekle vermemek arasında kaldı. Biraz ürkmüş gibiydi. Muhattabı söze girdi:

- Memleket nere hemşerim?

Adam biraz daha güvenli sözleri hemen sindirdi. Konuşmayı başlatan kendisiydi, cevap vermek zorundaydı:

- İzmir’ liyim.. Siz?

Adam gülümsedi..

- İsmim Ahmet. Bingöl’ lüyüm.. Ama uzun süredir görmedim oraları.. Türkiye’ ye gideceğim ama... önce Kıbrıs’ ta bir iki işim var.

Adam yanına yaklaşıp cebinden altın kaplı bir çakmak çıkardı ve yaktı. Ateş o kadar hızlı ve güçlüydü ki bu çakmak fırtına da bile yanabilirdi. Çakmağı uzatınca adam elindeki sigarasını yaktı. Bu korkunç bakışlı adamdan ilk başta korktuğu için kendinden utandı. Çakmağı uzatırken:

- Ben de Demir. İzmir’ de ineceğim. Sizi yolcu edene kadar yol arkadaşıyız demek ki.. Ben gazeteciyim. La Spezia ‘daki akrabalarımı ziyarete gelmiştim.. dedi.

Sigarasını yakan adam bir nefes çektikten sonra elindeki dalı denize bıraktı. Bir anda gitmeye hazırlanır gibi hareketlendi. Adam ‘’gazeteci olduğumu söylediğimde herkes bu tepkiyi veriyor’’ diye düşündü. Konuşmanın devam etmesi gerekiyordu:

- Eee? Siz ne işle meşgulsünüz?

Sigarasını atan adamın suratı asılmıştı. Paltosunu toparlayıp parmağıyla çakmağı gösterdi:

- Çakmağın güzelmiş. Altın kaplı filan.. Çok para eder.. İzmir’de kapkaççı çok olur dikkat et.. dedi

Adam konuşmanın yön değiştirmiş olsa da devam ettiğine sevindi.

- Böyle bi çakmak için 1000 amerikan dolarını gözden çıkarmalısınız dostum.
Adam bu kez eğlenmiş gibiydi.

- 1000 amerikan doları ha? Diyip gülümsedi.
- Evet dostum. Sadece altın değil, aynı zamanda nadide bir parça.. bak üzerindeki işlemeleri görüyor musun?
Muhattabı göz ucuyla çakmağa baktı. Adam devam etti:
- Sigarayı neden attın? Bi nefeslik miydi? Zaten bırak dostum sigara adamı öldürür ya..

Gözleri çakmak çakmak bakan adam gazetecinin gözlerine yaklaştı ve şöyle söyledi:

- 1000 ‘’amerikan’’ doları ha? Asıl Yeşillik seni öldürür dostum.. 


***

Müsteşar İtalya  bağlantılarını arayıp takibi kesmelerini bahsi geçen kişiyle bizzat görüşeceğini bildirmişti. Görüşme Kıbrıs’ ta olacaktı. ‘’Güvenli yer’’in adresini verip uçağına binmeden önce üstlerine haber verip vermemek arasında kaldı. Görevde yeni sayılmazdı ama çok uzun süre karar mercii olduğu söylenemezdi. Keyfi yok edilen pkk mensupları için bile savunma yazmak zorunda kalıyordu.

Kıbrıs havalimanından direkt olarak belirlenen yere geçti. Yanında sadece 3 adamı vardı. Kendisini koruyacak 3 adam..

Oysa bekledikleri kişi bir efsaneydi. 14 yıl önce Türkiye’ yi terk ettiğinde arkasından ağlayan istihbarat ajanları artık görevde değillerdi ama yerine gelenlerin kendisine karşı aynı saygıyı duyup duymadıklarını merak ediyordu. En önemlisi bu adam şimdi neden kalkıp Türkiye’ ye geleceğim diye tutturmuştu? Acaba şimdi adı neydi? Ahmet mi? Mehmet mi? Mahmut mu? Sakallı mı? Susurluk davasında adından sayfalarca söz edilen, yurt içi ve dışında bir çok faili meçhul cinayetin azmettiricisi veya faili bu adamdı.. Mafya ve devlet kademelerinde saygıdeğer birisiydi. Görevi lağvedilince İtalya’ da uykuya alınmıştı.

Havalimanında karşılamayacaktı. Böylece kendisinden yaşça büyük olmasına rağmen emir komutanın kimde olduğunu bilmesini istedi Müsteşar. Hala makama saygısı var mı yok mu görecekti.. Elindeki kalemi sallarken, yıllar önce bu adamın neden kaleminin kırılmadığına anlam veremedi.

Bir kaç saat sonra bir taksi durup içerisinden 50’ li yaşlarında bir adam indi. 3 adamı onu görünce çok şaşırdılar. Zira gazete ve televizyonlarda resmi konan Mahmut Yıldırım’ a hiç benzemiyordu. Bu adamın kır düşmeyen saçları sarı, heybetli ve sakalsızdı. Müsteşar adamlarının şaşırmasını normal karşıladı. Onun gerçek yüzünü bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Adam direkt olarak kendisine yaklaşan korumalara yardımcı olmak için paltosunu çıkarıp ellerini iki yana açtı. Üstünkörü bir aramadan sonra Müsteşar’ ın bulunduğu odaya getirildi.

Müsteşar masasında oturuyordu. Adam içeri girdiğinde ayağa kalkmadı.

- 14 yıldır hiç sesin soluğun çıkmadı, şimdi kim sana Türkiye’ ye dön diyor?

Adam yüz ifadesini bozmadı.

- Selamun aleyküm sayın  müsteşar.. kimse demedi kendim geldim.

Müsteşar ayağa kalkıp daha hiddetli bir ses tonuyla:

- Bak sen! Söyle söyle.. sen bi yerlere sırtını dayamasan böyle gelmezdin!

Adam avuçlarını sıktığı belli olmasın diye elini paltosunun cebine soktu:

- Ahir ömrümde memleketime döneyim dedim.

Müsteşar kızmıştı ama daha çok kızgın rolü yapıyordu. Amirin kim olduğunu gösterme çabasıydı daha çok..

- Hayır efendim. Öyle canın isteyince gelemezsin! İzin vermiyorum!
Adam öfkelenip sesini yükseltti:

- Senden izin almaya mı geldim buraya?!

Müsteşarın adamları eli silahlı içeri daldılar. Müsteşar çıkmalarını emretti.

- Bak.. Türkiye ‘ye gelmen bizim açımızdan sıkıntı yaratır. Sahte bir kimlik, plastik cerrahi filan olabilir en fazla..

Adam ellerini bu kez masaya koyup yeşil gözlerini müsteşara dikti:

- Benimle görüşmek istemişsin, makama saygıdan geldim! Türkiyeye döneceğim dedim o kadar. Kılıfını sen uydur! Ama bi daha cerrahi filan istemem! Benimle böyle dik dik de konuşma, İsrail’ le çevirdiğin her dolaptan haberim var. Neyin sıkıntı olup olmayacağını bu yaştan sonra senden mi öğreneceğim?

Müsteşar duyduklarına inanamadı.

- Ne israili? Dedi

Adam bu defa ses tonunu yumuşattı. 

- İsrailli örgütle yaptığın anlaşmadan haberim var. Başbakanın biliyor mu?

Müsteşar elindeki kalemi neredeyse yere düşürecekti. Nasıl bilebilirdi? Bu adam 14 yıldır uykuda değil miydi? Yoksa 14 yıldır devleti mi kandırıyordu? Bu anlaşmadan birkaç kişi dışında kimsenin haberi yoktu! Bu istihbarat arasında köstebek olduğu anlamına geliyordu! Yoksa korktuğu başına mı gelmişti? Bu adam tüm karizmasıyla gelip makamını elinden mi alacaktı?

- Git kime istiyorsan konuş! Benim çekinecek bişeyim yok! Dedi..

Adam arkasını dönüp kapıya yöneldi. Kapıyı açmak için elini tokmağa attığında dönüp müsteşara gülümsedi:

- Ve aleyküm selam müsteşar.. Selamı vermek sünnet, almak farzdır. Diyarbakır’da olacağım.. dedi ve çıktı.

Müsteşar bu kez kalemi elinden düşürmüştü. ‘’diyarbakır mı? Hayır...’’


***

Başbakan anne babasının mezarı başındaydı. Ellerini açıp Allah’ a dua ederken “dünyada ne olursak olalım, gideceğimiz son durak..’’ diye düşündü. ‘’Amin’’ dediğinde kendisine eşlik eden 20 kadar görevli de beraberinde amin dedi. Makam otosuna doğru yürürken yanına danışmanı yaklaştı:

- Sayın başbakanım, çok önemli bir mevzu var. Arabada konuşalım.. dedi.

Başbakan ‘’çok önemli’’ sözünü siyaset hayatında milyon defa duymuştu. ‘’Yine bir iyilik isteyecekler benden herhalde’’ diye düşündü.. ‘’acaba bu kez kimin derdine derman olacağız’’

- Dert babası olduk ya.. konuşalım bakalım.. diye gülümsedi.

Danışmanın yüzü zerre değişmedi. Oysa başbakan etrafındaki yağcıları biliyordu. En kötü espri bile insanlara kahkahalar attırırdı. Danışmanın yüz ifadesi mevzunun ‘’gerçekten’’ önemli olduğunu gösteriyordu.

Zırhlı araca bindiklerinde telefon sinyallerini ve elektronik aksamı engelleyici güvenlik sistemlerini devreye soktular. Başbakan kendisine eşlik eden danışmana döndü:

- Buyur.. söyle bakalım
- Sayın başbakanım. Az önce Müsteşar bey aradı. Yeşil kod adlı görevli yurtdışından geri dönmüş!

Başbakan oturduğu yerden biraz ileriye kayıp parmağını tehdit eder gibi karşısındakine uzattı:

- Öldü demediniz mi lan?!
- Sayın başbakanım, biz de öldü biliyorduk.. diyebildi. 

Başbakan parmağını çenesine koyup bi süre düşündü:

- Derhal gelsin! Müsteşarı da çağırın! Dedi

Danışman çaresiz bir ifadeyle bakıyordu:

- Efendim müsteşar beyle zaten Kıbrıs’ ta görüşmüşler.. Orada bu konuda anlaşamamışlar. Yeşil Türkiye’ ye dönmek istiyormuş. Müsteşar beye göre de ‘’onun makamında gözü var’’mış..

Başbakan:

- Tamam. Şimdi gidelim. Ofiste bir çare düşünelim, görüşelim şu adamla. Başıboş bırakılmaz böyleleri.. dedi

Danışman:
- İşimize yarayacak birisini tanıyorum efendim.. dedi

Başbakan sordu:

- Kim?


***


Öğlen vakti şekerleme yapan yaşlı adam, elinde gazete koltukta öylece kalakalmıştı. Cep telefonunun sesi ile irkildi, gözlerini ovuşturdu. Ne kadar uyuduğunu anlamak için önce saate baktı. Ardından çalan cep telefonunu açtı:

- Alo?
- Profesör Doktor Ayhan Bey’ le mi görüşüyorum?
- Evet?
- Hocam ben Başbakanlık Danışmanıyım sizi çok acil olarak başbakanlık ofisine bekliyoruz efendim.
- Neden?
- Bir konuda görüşünüze ihtiyacımız var.
- Hangi konuda?
- Görüşürsek, anlaşabileceğiz efendim.
- Tamam nerde demiştiniz?
- Aslında, kapınızın önünde bir araç sizi bekliyor efendim. 10 dakika içinde hazır olursanız sevinirim.

Profesör sorduğu hiç bir soruya cevap alamamıştı. Üstelik telefondaki ses kendisini başbakanlık danışmanı olarak tanıtmıştı. ‘’insanlar böyle böyle dolandırılıyor’’ diye düşündü.. Birisi şaka yapıyor da olabilirdi.. Uyku sersemliğini atmak için yüzünü yıkamaya gittiğinde kapısı çalmaya başladı. Yardımcı polislerin geldiğini söyleyince olayın ciddiyetini anladı. Hemen giyindi ve kendisini bekleyen araca bindi. Önde ve arkada iki polis arabası da eskortluk yapacaktı.

Profesör başbakanla ilk defa karşı karşıya geliyordu. Heyecanlı değildi ama bu adamı sevmiyordu. Aynı ideolojiyi paylaşmadıkları gibi, yaptığı bir çok iş de ters geliyordu. Ama nihayetinde başbakandı. Gerekli saygıyı eksik etmedi. Konunun Yeşil ile ilgili olduğunu söylediğinde çok şaşırdı. Yaklaşık 20 sene önce görmüştü kendisini.. Sonra da dönemin başbakanı Mesut Yılmaz öldüğünü açıklamıştı. 

Başbakan:

Sayın hocam. Yıllar önce siz bu adamı ameliyat ettiniz değil mi?
- Evet efendim. Plastik cerrahi..
- Peki bu adamla ilişkiniz nasıldı?
- Nasıl yani?
- Yani size değer verir miydi? Saygı duyar mıydı?
- Ameliyatını ben gerçekleştirdim. Sağlığına ben kavuşturdum. Ameliyattan sonra ‘’allah razı olsun senden sana bi can borcum var’’ demişti..

Başbakan ve danışman birbirlerine baktılar. Sanki aradıkları şeyi bulmuşlar gibiydi. Profesör sordu:

- Hayırdır sayın başbakanım? Ben anlamıyorum bu adam ölmedi mi?
- Yeşil kod adlı görevlinin televizyonlarda gördüğümüz adam olmadığını bilen nadir birisisin hocam. Görünce tanıyabilecek ender insanlardansın. Çünkü piyasada bir çok görevlinin ‘’yeşil’’ kod adıyla dolaştığını biliyoruz. Öncelikle bu adam ölmemiş.. Size iki sebeple ihtiyacımız var hocam. Bir, onu gerçekten tanıyabilen ve husumeti olmayan bir kişisiniz.. İki, bu adamın size saygısı var, dilerseniz dilediğiniz yere davet edebilirsiniz..

Profesör GATA’ da çalışırken patlamada ağır yaralı bir adam getirmişler ve bir çok ağır yaralı askerden önce bu adamın ameliyata sokulmasını istemişlerdi. Sebebini sonradan anlamıştı. Adam derin bir devlet görevlisiydi. Sedat Peker, Abdullah Çatlı, Mehmet Eymür gibi isimlerle çalışıyordu. Rivayetlere göre Budapeşte’ de dönemin başbakanını yumrukla dövdüren de bu kişiydi. ‘’Yıllar sonra tekrar geri mi dönüyor?’’ diye düşündü. Başbakanın teklifini kabul etti. 

Tarihler 25 Kasım’ ı gösterirken başbakan ve yanındakilerin başbakanlık ofisinden hızla çıkışı gazetecilerin merakını uyandıracak, içlerinden birisinin ‘’doktor’’ olduğunu öğrendiklerinde ‘’başbakan kanser mi?’’ manşetleri atacaklardı..


***

Müsteşar telefonla konuşuyordu. Kendisine anlatılanları tane tane dinledi. Sonra birden:

- Laparo ne? Laparoskopi mi? Haaa.. Kansız ameliyat.. Tamam anlaşıldı. Görüşürüz.. dedi ve telefonu kapattı.

Başbakan görüşmek için bir hastaneyi seçmişti. Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki bir doktor, Yeşil’ in tanıdığı bir isimdi. Hem Yeşil’ e güven aşılanıyor hem de ‘’neden geldiği’’ tetkik ediliyordu. Güzel plandı. Ancak kendisi davet edilmemişti. Kıbrıs’ ta yapılan gergin görüşme bunun sebebiydi ama Yeşil’ in tehdidi de önemli bir rol oynuyordu. ‘’İsrailli örgütle yaptığın anlaşmadan haberim var. Başbakanın biliyor mu?’’

Bilmiyordu. Bilmesi de gerekmezdi. İsrail ile yapılan bir silah anlaşması, ‘’One Minute’’ çıkışından sonra toplumsal düzeyde oluşturulan yahudi antisemitizmini olumsuz etkilerdi. Muhalefetin eline koz vermek demek olurdu. Zaten bunu hiçkimsenin bilmemesi gerekiyorken, İtalya’daki eski bir kontrgerillanın bilmesi çok garipti. Bu Yeşil’ in nerelere nüfuz edebileceğinin ispatı gibiydi.

Tarihler 26 Kasım 2011’ i gösteriyordu. Bu tarih ya Yeşil’ in, ya da kendisinin sonu olabilirdi. Hastanenin 6.katı güvenlik nedeniyle tamamen kapatılmıştı. İçeriye 1-2 kişi dışında sinek sokulmuyordu. İçeriden haber almak hemen hemen imkansızdı. ‘’Planın eksik noktası var! 6.katı kapattığını neden basına açıkladın ey danışman? Küçük bir araştırma yapan birisi orada ameliyathane olmadığını bilir! Ayrıca adamın şekeri düşse fotoğraflanıp haber yapılıyor! Hiçkimse sormaz mı başbakan ameliyat oldu da hastanede tek bi fotosu çıkmadı diye?’’ Başbakanın yanında yanlış kişiler olduğunu düşünüyordu. Belki şu anda hastanede birisi onun alehine konuşuyor bile olabilirdi. ‘’Yeşil’ i haklı gösterip, müsteşarı yedirelim!’’

Ofisinde bir oraya bir buraya volta atmaya başladı. Başbakan zaten 15 gün önce gerçekleştirilen pkk’ lı operasyonu yüzünden kendisiyle gergindi.. Şimdi bu Yeşil’ in iddiaları herşeyin üstüne tuz biber ekecekti.. Karşı hamle yapmalıydı. Ama bunun için bir fire vermesi gerekiyordu. İsrail pazarlığı gün yüzüne çıkmadan kendisini aklayamazdı. Bir kaç gün sonra Suriye ilgili gelişmeler yüzünden ABD başkan yardımcısı Joe Biden’ in Türkiye’ ye gelmesi bekleniyordu. İsrail tarafının bu ziyaretten önce ikna edilmesi gerekiyordu. Müsteşar , hemen Amerika’daki bağlantıda olduğu elemanını aradı.

- Adem! Bana çok okunan bi gazetede bi köşe yazarı bul!
- Tamam. Washington Post’ta birisi var. Ne yazdıracağız?
- İsrail’ e kemik atacağız.. ki fazla sesleri çıkmasın.


***


Başbakan Yeşil’ i karşısında gördüğünde şaşırdı. Böyle bir tip beklemiyordu. Bu adam karadenizli gibiydi.. Bingöl’ ün yaylalarında bu sarışınlığı garipsedi. Ama saçları kırlaşmış, artık neredeyse yaşlı bir adam gibi olmuştu. Yaşına rağmen dinç ve kuvvetli görünüyordu.


- İtalya sana yaramış.. Hoşgeldin dedi.

Yeşil kendisine uzatılan eli hürmetle sıktı:

- Hoşbulduk efendim. Niye geldiğimi soracaksınız.. Ahir ömrümde memleketimde yaşamak istiyorum. İtalya’ dan, Tunus’ tan sıkıldım.. Memleketime dönüp hemşerilerimle birlikte olmak istiyorum.

Başbakan bir anda açılan bu adamı anlamaya çalıştı.

- Anlıyorum. Müsteşar beyle konuşmuşsunuz, bir anlaşmazlık olmuş.. Olur.. Hepimiz insanız..  Bana onun sözünden çıkmamaya söz verirsen gel memleketinde kal..

Yeşil bu teklifin yarısını kabul edebilirdi:

- Efendim artık emekli olmak istiyorum. Kendi adımla memleketimde yaşayacağım. Yeşil olduğumu bilen yok zaten.. Zavallı bi garibanın resmini yaymadınız mı zaten?

Başbakan babacan konuştu:

- Ahmet bak ben senden büyüğüm. Başbakanlığı bi kenara bırak.. Ağabeyin sayılırım. Ben şimdi kalkıp müsteşarımı görevden mi alacağım? Biz onunla ne kadar yatırım yaptık haberin var mı? İstihbarat ağı kurduk, gelecek planlarımızı yaptık.. Şimdi sen geldin diye adamı görevden mi alayım?

Yeşil sıkılmıştı:

- Tamam başbakanım. Ben bi gideyim köyüme.. Gezeyim dolaşayım.. 1 ay müsade edin. Baktım olmuyor kendim dönerim. Yok seversem de, senin hatrına bak, söz hiçkimse burda olduğumu bilmeyecek..
Başbakan anlaşmayı beğendi:

- Bana bak sen şu Kurtlar Vadisi’ ndeki ‘’Kara’’ yı gördün mü de böyle memleket sevdalısı oldun? Diye gülümsedi..

Yeşil televizyon izlemiyordu ama dizi karakterinden haberi vardı.

- Ben bilmiyorum onu sayın başbakanım.. diyebildi.

Başbakan Yeşil’ i uğurladıktan sonra basına söylenecek hastalığın detaylarını, semptomları, tedavi aşamalarını dinledi.. Bir ay sonra bu üçlü tekrar buluşacaktı.

Son Hikaye:

Müsteşar’ ın ‘’israil anlaşmasını örtbas planı’’ için Mossad’ a ihbar ettiği 10 iranlı ajan, Washington Post tarafından haber yapıldı. Uluslararası kriz çıktı ama anlaşma hasır altı edildi. İsrail tarafı bu şekilde susturuldu. 

Başbakan ise Müsteşarın kendisinden ayrı hareket etmesine çok kızmıştı.
Ancak Müsteşar bunun için de planını hazırlamıştı.

Başbakana cemaatin parti içinde milletvekili olarak aday gösterdiği kişilerin partiye değil, Pensilvanya 'ya itaat içerisinde olacağını bildirdi. 150 küsür milletvekili gerekirse partiden toplu bir şekilde ayrılarak Halk Partisi saflarına katılacaktı.

MGK toplantısına katılan Müsteşar, adayların tam listesini ve bağlantılarını sundu. Başbakan bütün olumsuzluklara rağmen Müsteşar 'a sahip çıkma kararı aldı. Çünkü b
u bilgi paha biçilmezdi. Başbakan, ‘’Müsteşarı Yedirmeyiz!’’ şeklinde ulusal gazetelere manşet attırarak, güven tazeledi. 

Ancak anlaşmadan haberdar bir kişi daha vardı: Yeşil..

Başbakanla Yeşil yine hastane ortamında ikinci defa görüştü. Bu görüşmede Yeşil' in emekliye ayrılması konuşuldu ancak bir karara bağlanamadı. Olay gazetelere sağlık kontrolü olarak yansıdı.

Görüşmenin ardından Müsteşar, orada yaşadığı istihbaratını aldığı Diyarbakır Kayapınar ilçesi, Huzurevi Mahallesinde bir evi basarak Yeşil' i yok etmek istedi.

Ancak Yeşil, eve örgüt yetkililerinden yakaladığı iki ismi bağlamıştı. Terörle mücadele timleri baskın yapıp bu ikisi öldürülünce, bölgede karışıklık çıktı. Bölgede başlayan protesto yürüyüşlerine binlerce kişi katıldı. Olaylar 2 gün sürdü.

Yeşil parmağını dahi kıpırdatmadan ülke gündemine etki ediyordu. 
Halen yok edilmediyse,  şu sıralar Elazığ’ ın Palu ilçesinde hayvancılık işiyle uğraştığı söyleniyor.

29 Kasım 2013 Cuma

Mensur

"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu."
                                                            Yakup Kadri Karaosmanoğlu (mensur şiir)


Yer: Diyarbakır /  Kulp
Tarih: 2007

Mensur,  Diyarbakır’ ın Kulp ilçesine bağlı bir köyde büyümüştü. Kurmanç olan yerel halk, bölgenin siyasi iklimine de uyum sağlamıştı. ‘’Başkale militanları’’ adlı çocuk ve gençlerden oluşan küçük bir grupları bile vardı. Bölgedeki çoğu genç polisle çatışmayı hemen hemen bir oyun gibi algılar olmuştu. Örgütün siyasi kanadı taş diyorsa taş, molotof diyorsa molotof atacaklardı.. Ancak Mensur bu gruplara hiç dahil olmamıştı. Soranlara zayıf bünyesini gösteriyor ve çalışmak zorunda olduğunu söylüyordu. Bir şekilde olaylardan sıyrılmasını bilse de, bir kaçına katılmak zorunda kalmıştı. Onda da sadece kalabalık yapmaktan öteye gitmedi.

Genç yapılanmalardan sorumlu kişiler Başkale’ ye geldiklerinde Mensur’ un huyunu bilir ve dalga geçerlerdi. Erkek dahi olmadığı söylentileri, Mensur’ un sevdiği kızı alamamasına yol açtı.  Mensur terörizmle birşeylerin kabul ettirilemediğini küçük yaştan beri biliyordu. Askerlik kağıdı geldiğinde yaşıtları gibi dağa çıkması söylendi. Ancak Mensur, okumak istediğini gerekirse şehir yapılanmasında görev alabileceğini ileterek görev bölgesinde teslim oldu. Böylece hemşerilerinin baskısından kurtulmuş olacaktı. Ancak onu askerde çok daha zor günler bekliyordu.


Yer:  Ankara 4. Mekanize Tugayı
Tarih: 2008

Tuğgeneral, kürt olduğu için dışlanan ve zaman zaman eziyet gören çocuğu duymuştu. Ancak buna içten içe bir memnuniyet duyuyordu. Daha bir kaç ay önce Aktütün karakolunda verilen 15 şehidin acısı sıcaktı. Ne kadar ‘’bu memleketin evladı’’ diye düşünse de bu genci sevmeyecekti.
Kapıdan içeri kavruk bir delikanlı girdi. Burnu ve çenesinde darp izleri vardı. Makamında oturtup bir çay söyledi. Biraz konuşunca aklı başında bir genç buldu karşısında. Bu diğerlerinden farklı bir çocuktu. Diğerlerinin aksine kürt milliyetçiliği davasını gütmüyor ve birlik beraberlikten bahsediyordu. Gözlerindeki samimiyeti yakalayan general, zamanla bu çocuğa ısınmaya başladı. Makam şoförü yaptı. Yolculuklar esnasında genci dinliyor, vatan ve barış hakkında söylediklerini hayret ile karşılıyordu. Olabilir miydi? Diyarbakırlı bir kurmanç genç, böylesine vatanperver olabilir miydi?

General sordu:

-       Mensur, ismin ne manaya geliyor senin?
-       Dağılmış, parçalanmış demek komutanım. İsmimi dedem koymuş. Ama niye bunu koymuş nasıl koymuş bilmiyorum komutanım..

General Tugaya geri döndüğünde ‘’çok gizli’’ bir emir aldı. Bu emir doğrudan Mensur ile ilgiliydi. Mensur’ u çağırtıp verilen emri ona açıkladı.

-       Tugaydan kaçacaksın Mensur.. Ankaradan çıkacak, Diyarbakır’ a.. Oradan da sınırın öte tarafına gideceksin. Hemşerilerinin yanına, dağa çıkacak ve özgürlük mücadelesi vereceksin!
Mensur için herşey tepetaklak olmuştu. Komutanın söylediklerinin tek kelimesine dahi anlam veremedi. Ama mantık aramaktan çok zihnini kemiren o soruyu sordu:

-       Neden?

Komutan terör örgütüne katılmasını ve faaliyetlerini uygun görülecek bir kişiye rapor etmesini istediğini açıkladı. Bir nevi köstebek olacaktı.. Mensur kökeni itibariyle ve hayatıyla bu göreve verilecek en uygun isimdi. Kimse ondan şüphelenmezdi. Askerde dayak yediğini köyünde herkes duymuştu. Örgüt Mensur’ un dağ yolunu seçmek zorunda kaldığını zannedecekti. Onlardan biriydi, onların içerisinde görünmez olurdu.

Mensur akıllı biriydi. Tek bir şart koştu: ‘’aileme bakılacak!’’ Komutan kendinden emin ‘’elbette’’ diyebildi. Mensur:

-       Kabul ediyorum komutanım ama ya dağda yapamazsam? Başaramazsam? Açığa çıkarsam?
-       Mensur arabada bana adının manasını söylemiştin hatırlıyor musun?
-       Evet komutanım
-       Adının bir anlamı daha var.. Mensur  aynı zamanda ‘’Allah yardımıyla galip getirilen’’ demek..
             

Yer: Tuzla’ da bir çocuk parkı
Tarih: 02.04.2011

Sıradan bir gece sıradan bir mahallede, evlerinde televizyon karşısında oturan mahalleli büyük bir gürültüyle sarsıldı.. Birşeyler patlamıştı.. Sokaklara dökülen mahalleli çocuk parkındaki yıkık bekçi klübesini gördüğünde olayın bir tüp patlaması olduğunu düşünmüştü..  Yerde yatan 2 delikanlı yaralanmış görünüyorlardı. Anlaşılan kendilerini patlamadan önce klübeden zor atmışlardı. Ambulans ışıkları mahalleyi aydınlatırken, delikanlıların yanlarındaki çuvalları bırakmadığı görüldü. Görevliler çuvallara baktıklarında 3 adet C4 tipi bombayla karşılaştılar.. Gençler hastaneye kaldırılırken, terörle mücadele timleri ambulansı takip edecekti..

Gençler sedye üzerinde sorgulanırken, Tuzla’dan yola çıkan Şeyma’ nın elleri titriyordu. Gençliğinin baharında bu genç kız, uzaktan yıkıldığını gördüğü bekçi klübesine ‘’karargah’’ diyordu. Patlamadan hemen sonra yola çıkmış ve telefonda mesajlaştığı kişiye ‘’acil görüşmemiz gerek’’ yazmıştı. Aldığı cevap ‘’evime gel’’di. Bu kişi belki beladan kurtarmayabilirdi.. Ama en azından daha güvenli bir yere kaçırarak zaman kazandırabilirdi.

Kapıyı açan esmer kısa boylu bir kadındı. Saçlarını arkadan bağlamıştı. Şeyma kapıyı açar açmaz kadının boynuna sarıldı:

- Sebahat abla kurtar beni..

Kadın merhamet dolu ellerle genç kızın saçını okşadı. Şeyma kendini güvende hissediyordu. Olanları heyecanlı bir şekilde anlattı. Kadın 2 delikanlının ölmüş olması ihtimalini düşünmüyor gibiydi.. Buz gibi gözlerle tepki vermeden dinledi ve ayağa kalkıp ceketini giymeye başladı.

- Em diçin! (gidiyoruz) derken Şeymanın yüzüne bile bakmadı.

Şeyma:

-Ferdi çoktan polise adımı vermiştir gelir beni alırlar.. diyebildi

Kadın donuk gözlerle Şeymaya baktı:

- Kimse seni alamaz! Unuttun mu? Ben bir vekilim.. Ve dokunulmazlığım var.


Yer: Kuzey Irak
Tarih: 20.10.2011

Mensur yerdeki silah techizatına bakıyordu. Neredeyse sürünerek gelinen yolda örgüt arkadaşları zafer çığlıkları atıyorlardı. 2 gün önce Hakkari/Çukurca mevkiinde askeri binalara ateş açmışlardı. Suriye ‘den ve Türkiye’ den katılan birliklerle oldukça kalabalık bir grup olmuşlar ve devlete karşı girişilen mücadelede ilk defa üstün olmanın sarhoşluğunu yaşamışlardı. Söylentilere göre TC’ nin 10 küsür askeri öldürülmüştü. Kendi gruplarından ise sadece bir kaçı hafif yaralanmıştı. Mensur içinde bulunduğu gruptan ayrılamamış ve o da binalara doğru ateş açmıştı. 

Kimbilir? Belki de o askerlerin bir katili de kendisiydi.. Yaklaşık 3 yıldır taciz ateşi dedikleri eylemlere katılmıştı ama ilk kez böylesine ölümler gerçekleşiyordu. Türkiye kanlı bir sabaha uyanırken, yoldaşları taşların üzerinde mağaralarda bekletilen etleri paylaşıyordu.

Mensur daha öncekiler gibi irtibat kurduğu kişiye ulaşmalı ve bu baskını haber vermeliydi. Ancak ne olduysa gruptan ayrılamamıştı. Gece yolculuğa başladığında haber vermek için artık çok geçti. Derhal irtibatına ulaşmalı ve hatasını anlatmalıydı. Erzak bahanesiyle 2 kişiyle beraber kamptan ayrıldı. Yakınlardaki bir köye gidince 3 terörist birbirlerinden ayrılıp ayrı ayrı evlere girdiler. Mensur karşısında onu bekleyen adama durumunu anlattı. Elinden birşey gelmediğini ifade etmeye çalıştı. Adam sakince dinledi.

-       Bak bi haber daha var.. Ablan Şeyma.. İstanbul’ da havalimanında yakalanmış!
-       Ablam?
-       Haberin yok mu? Sen dağa çıkınca o da şehirde örgüte girdi.. En sonunda da bomba patlattıktan sonra yakalandı..
-       Bomb.. Ne zaman gitmiş? Nasıl gitmiş?
-       ‘’Tamam tamam git haber bekle’’ dedi. Mansur şaşkın çıkarken arkasından seslendi:
-       24!

Mensur anlamadı:

-       Şehit.. 24 asker öldü.. 20 tane de ağır yaralı..

Kelimeler Mensur’ un boğazında takıldı. Kampa dönemezdi.

-       Beni Türkiyeye kaçır! dedi..

Adam sanki çok kolay birşey istemiş gibi kabul etti. Gruba yakalanmadan bir hayvan arabasının arkasına çıkardı Mensur’ u.. 

‘’Saklan.. Araba Mardin’ e gidiyor. Orada in’’ dedi ve gözden kayboldu. 

Mensur düşünmeye başladı ‘’Allahım beni galip getirecek misin?’’



Yer: Ankara
Tarih: 25.10.2011

Haber ulaştığında Müsteşar ofisinde traş oluyordu. ‘’çok gizli’’ ibaresiyle gelen mektupta pişmanlık yasasından yararlanmak isteyen bir teröristten bahsediliyordu. Çukurca katliamından sonra devletin intikamından korkan birisi diye düşündü.. Ancak mektupta ifade alınırken emekli bir paşanın eşlik edeceği belirtilmişti. Bu tür askeri yetkililerin sorgulamayı izledikleri olmuştu ama emekli bir tuğgeneral mi? Hiç mantıklı değildi..

Hazırlanıp çıktı. Esenboğa’ dan Mardin’ e gidecek uçağa birkaç yetkiliyle beraber emekli tuğgeneral de bindi. Tanıştılar ama yolculuk boyunca sohbet etmediler. General sıkıntılı görünüyordu. Ülkenin 24 şehit verdiği haberi herkesi sarsmıştı. Gazeteler 24 ocağa ateş düştü başlığı atmışlardı. Teröristler en etkin olduğu zamanlarda bile böylesine deli cesareti göstermemiş ve bu kadar sayısal üstünlüğe ulaşmamıştı. Şimdi bir terörist itirafçı olacak ve paçayı sıyıracaktı. Emekli generalin teröristi sorgularken öldürebileceğini umut etti.

Mardin hava alanına indiklerinde doğrudan ‘’güvenli’’ olarak belirlenen mekana gittiler. İçeride kavruk ve seyrek sakallı bir genç oturuyordu. Komutanı görünce ayağa kalkıp asker selamı çaktı. Bunu gören yetkililer gencin delirdiğini düşündüler. Bu genç korkudan olsa gerek diye düşündü, emekli paşaya saygı duyuyor gibiydi. Müsteşar sorgulamayı yönetecekti. Kapılar açılmadan önce paşa dönüp elindeki mektubu Müsteşar’ a uzattı. Bu imzayı çok iyi tanıyordu! Gözlerine inanamadı! Bütün yetki bu paşadaydı.. Gerekirse oracıkta öldürecek, gerekirse salıverecekti!

-  Böyle emir olmaz! Diyerek telefona sarıldı.

Okudukları gerçekti. Müsteşar deliye döndü onca yolu bunun için mi gelmişti? Paşa birkaç dakika sonra dışarı çıktı ve ‘’benimle geliyor’’ dedi. Müsteşar kendini hiç bu kadar aşağı görmemişti. Herkese emirler dağıtan ve onbinlerce kişilik emniyet gücüne hükmeden birisi sebebini anlamadığı bir dolabın tam ortasındaydı.. Paşa ve Mensur isimli genç uçağa giderlerken Müsteşar gerçekleri video kayıttan izleyerek öğrenecekti.


Yer: Kocaeli
Tarih: 11.11.2011

Mensur derdini anlattığında Paşa onun için bütün gerekli hazırlığı yapmıştı. Sahte kimlik düzenlenmiş, bir yerde işe başlamış ve hatta her ay sigortası düzenli olarak yatırılmıştı. Kocaeli’ ne yerleşecek ve yeni bir hayata başlayacaktı.

Kocaeli’ nin havasını sevmişti. Bir atölyeye gidip işe geldiğini bildirdi. İşyeri sahibi Mensur’ u sıcakkanlılıkla kabul etti. 27 yaşındaydı ama hayata yeni başlıyordu. Mensur Açık Lise sınavlarına hazırlanırken, bu işyerinde yaklaşık 1 ay bil fiil çalıştı.

Yine bir gün atölyede çalışırken bir misafiri olduğu söylendi. Merakla koşup karşılamak için kapıya yöneldi. Kapıda Müsteşar’ ı gördüğünde şaşırdı. Onu burada hiç beklemiyordu. Çünkü artık itirafçıydı. Devletin kendisiyle ne işi olurdu? Eski kimliği gün yüzüne çıkabilirdi.

Müsteşar güler yüzlüydü. Tokalaşıp kantine geçtiler. Müsteşar:

-       Mensur..
-       Adım Halit efendim.
-       Biliyoruz! O senin yeni adın! Beni iyi dinle!
-       Dinliyorum efendim
-       Senin dahil olduğun terör örgütünden 3 kişinin Kocaeli’ nde olduğunu saptadık. Nerede ve nasıl eylem hazırlığında olduklarını biliyoruz. Muhtemelen görünce tanırsın. Bize onları gösterebilir misin?
-       Benim çalışmam lazım..
-       Çalış çalış da.. şu işi de beraber halledelim..

‘’Halledelim’’ derken Mensur’ un kolunu sıkıca kavrayan Müsteşar’ ın ses tonu emir verir gibiydi. Mensur kabul etti. Müsteşar memnun bir ifadeyle ‘’iş çıkışı deniz otobüsüne gel.. 18:00 gibi orada ol’’ diyerek ayrıldı.


Yer: Kocaeli / İzmit
Tarih: 11.11.2011

-  Biji Kürdistaaaaan!!!

Deniz otobüsündeki bu ses korkunçtu! Ellerinde silahları olan iki üç kişi denizotobüsünü kaçırdıklarını ve yolcuları rehin aldıklarını söylüyorlardı. İzmit körfezinde bir aşağı bir yukarı giden kaptan ne yapacağını bilemedi.

Mensur 20 kadar yolcunun arasındaydı. Eli silahlı militanları gördüğünde hemen tanıdı. Ayağa kalkıp birinin yanına yaklaştı. Öteki çevik bir hamleyle Mensur’ u sırtından kucakladı. Mensur’ u daha deniz otobüsüne binerken tanımışlardı. Onlara Mensur’ un da burada olacağı ve eyleme destek vereceği söylenmişti. Elbette Mensur militanların kendisini beklediğinden haberi yoktu.

Sahil güvenlik botları deniz otobüsünün etrafını sardığında kaçırılma olayının üstünden yarım gün geçmişti. Mensur defalarca teröristlerle konuşmaya çalıştıysa da beceremedi. Çünkü birisi ‘’sen TC’ den yana mı oldun?’’ diyerek kendisini de hainlikle suçlayabilir ve oracıkta öldürebilirdi. Havada helikopterler daireler çizmeye başladı. Mensur sakinliğini koruyordu. Rehinelerin aralarına oturmak istedi ama korkudan titreyen yolcular Mensur onlara yaklaştığında hastalıklı birisiymiş gibi ondan uzaklaşmaya çalıştılar. Mensur ‘’ben onlardan değilim.. sadece tanıyorum. Korkmayın bana bi telefon verin ben polisi arayım’’ dedi. Genç bir adam elindeki telefonu Mensur’ a uzattı. Mensur Paşa’ nın veya Müsteşar’ ın telefonunu hatırlamaya çalıştı. Cebine koyduğu mini rehberi çıkarıp numaraları buldu. Paşa’ nın numarasını çevirmeye başladı. Telefon 1 defa çaldı. Açan Paşa değildi:

-       Kimi ararsan ara bu hat direkt beni arar Mensur!

Sesin sahibi Müsteşar’ dı. Alaycı bir tavrı vardı.

-       Etrafına bak! SAT komandolarını görebiliyor musun?

Mensur sabahın yeni yeni aydınlanan ufkuna doğru baktı. Hücum botlar pusuda bekliyordu.

-       Biliyor musun Mensur? Bunlar SAT komandosu değiller.. Bizzat Çukurca’ da görev yapan 24 şehidin arkadaşları..

Mensur bir aslan avının içerisinde olduğunu o zaman anlamıştı. Hücum botları harekete geçmişti. Militanlardan birisi uyukluyor, diğerleri kendi aralarında konuşuyorlardı.

-       24 tane fidanı yok edip elini kolunu sallaya sallaya gezebileceğini mi düşündün şerefsiz!!
Müsteşar son kelimeyi dişlerini sıkarak söylemişti. Diyecek bişey bulamadı.

-       Sen o fidanları yerlerinden sökersin.. başka fidanlar da gelir senin başını ezer!

Diyip telefonu kapattı. Mensur hala telefonu kulağında tutuyordu.

Hücum botlar yaklaşırken militanlar silahları güverteye atıp ellerini kaldırıp teslim oldular. Askerler ani bir hamleyle güverteye çıkıp militanları etkisiz hale getirdi. Rehineler bağırıyorlardı. Mensur aralarındaydı. 

Askerler Mensur’ u kollarından tutup güverteye çektiler. Mensur ‘’abey vallah bi günahım yok’’ dese de karşısındaki 2 asker beylik silahlarını ona doğrultmuşlardı.

Mensur ablasını düşündü.. Kimliği ifşa olmasın diye hapishanede ziyaret edememişti. ‘’Şeyma’’ diyebildi. 

Önündeki bir asker 3 el göğsüne ateş etti. Mermilerin soğuk acısını hissetti. Sırtüstü düştü. Öteki asker elineki silahı Mensur’ un başına doğrulttu.

Sabah güneşi İzmit' i aydınlatırken, güvertede 3 el silah sesi daha duyuldu.

koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan