RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

24 Kasım 2015 Salı

United States of Turks

Bugün genel kurmay başkanlığı ''sınır ihlali yaptığı gerekçesi''yle bir Rus savaş uçağını düşürdüğünü açıkladı. Bu herkes için savaş anlamına geliyor olsa da, Rusya'nın bu vurdumduymazlığı bazılarımız için köşeye sıkışan hayvanın tehditvari içgüdüsünden başka bişey değil.



Önce şunu dikkatle izleyelim:



''Diktatör'' olmakla suçlanan Erdoğan'ın Rahmi Koç'u karşısına alıp medya önünde bu şekilde fırça attığını düşünün. Mümkün mü? Belki.. Ama Rusya'da kesinlikle mümkün görünüyor.


Vladimir Putin her ne kadar dış dünyadan demokratik bir lider gibi görünüyor olsa da Rusya'da kelimenin tam anlamıyla diktatörlük sistemi var. Biz BankAsya, Koza İpek gibi devlete apaçık ihanet ettiği halde bunu kanuna uydurduğu için kapatamadığımız şirketlere sadece vergi müfettişleri yollayabiliyorken, Putin dilediği iş adamını dilediği anda donsuz bırakabiliyor. Bu da zaten kötüye giden ekonomiyle birlikte, ülkedeki muhaliflerin eline koz veriyor. Düşürülen askeri uçakla beraber yerle bir edilen devlet otoritesi de tuz biberi.. Tıpkı İran'da olduğu gibi, önümüzdeki dönemde Rusya'da Putin'in ölümü/devrilmesi ile büyük bir değişiklik yaşanması muhtemel ülkede. 



Nasıl mı? Rusya 'da Parnas adlı cumhuriyetçi bir parti vardır. Parti, ABD yanlısı politikalarıyla biliniyor. 2014 yılının başlarında eş başkanının bir suikasta kurban gitmesinin ardından Rus kamuoyunun desteğini yavaş yavaş kazanmaya başladı. 2015 'te eş başkanın öldürüldüğü yerde parti potansiyelinin çok üstünde kalabalıklar toplanarak bir anma töreni yapılmıştı hatta. Kalabalıkların sloganı Putin'in suikaste uğrayan ve cesedi sokakta kalan genel başkanları ile aynı sonu paylaşacağı idi..

Rusya ''ortadoğu bataklığı''na girmeden önceki uyarısını zaten vermişti. -Boğazlar sözleşmeleri sağolsun- Rusya'nın Marmara'dan ağır silah donanımının geçirişini hep beraber seyreyledik. Tüm dünyanın gözü önünde Lazkiye limanına koca bir donanma indirdi ruslar. Ülkeler resmi açıklamalar yapmadı ama amerikan Strafor araştırma merkezi uydu fotoğraflarıyla bunu teyit etti.




Parnas'ın bordo bayraklarını önümüzdeki senelerde Kremlin önünde görebilecek miyiz bunu zamana bırakalım. Biz yine bizi konuşalım:

Peki Rusya'daki değişim ne anlama geliyor?

Tıpkı İran'daki gibi, Parnas iktidarındaki daha liberal bir rusya, daha özgürlükçü olacağından, baskı altında tuttuğu bölgeler üzerindeki hakimiyetinden de kısmen vazgeçecektir. Bu da Türki cumhuriyetlerin Türkiye ile daha içli dışlı olmasına imkan tanır. (Bakınız Türk Konseyi'ne ''tarafsızlık ilkesi'' yüzünden katılamayan ülkeler) 



Rusya'nın boyunduruğundan kurtulacak Türki cumhuriyetlerin oyun sahası daha geniş olacaktır. Bu da rahmetli Özal'ın hayali olan ''Birleşik Türk Devletleri''nin ilk adımı olabilir. 



Türkiye'nin 2023 hedeflerinin gizli ajandası, BOP eş başkanlığının da istediği gibi ''ortadoğuya hükmeden bir Türkiye''. Karşılığı ise bölgedeki su başta olmak üzere, yer altı kaynaklarını liberal ekonomiye devredilmesi. Birleşik Türk Devletleri ideali, yeniden şekillenen ortadoğunun da lider ülkesi konumuna getirir.

BOP deyince konuyu dağıtmadan bazı şeylerden de bahsedelim:

Ak Parti'nin batının desteğini almadan iktidar olması imkansızdı. Refah hükümetinde Erbakan'ın iktidar olmasını isteyen güçler kim idiyse, AKP'nin iktidar olmasını isteyenler de aynı kişilerdi. Amaçları ortadoğunun saygı duyacağı, imrenilecek ılımlı islam modelini benimsemiş bir Türkiye yaratmaktı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin özünde bu vardı. Çünkü daha önce mikro ölçekte İran'da bu devrim başarılmıştı. 2002 yılından bu yana batının istekleri doğrultusunda Türkiye'yi yukarıya taşıyan hükümet, ''one minute'' çıkışıyla beraber, kendisini destekleyen güçlere rest çekti. Yetmedi, ağır sanayi hamleleri ve çılgın projeleriyle batıyı adeta deli etti. Yetmedi 2023 hedefini koyarak Lozan'a atıfta bulundu ve Türkiye'nin tam bağımsız bir devlet olma yolunda olduğunu ilan etti. 

Yani evet, AKP bir amerikan projesiydi ama Tayyip Erdoğan'ın da kendi idealleri vardı. (Hatta bu ideallere inanmayanlar, bugün hükümet partisi çatısı altından çıkmışlardır) 

Düşmanı alt edebilmek için bir süre onlardan yanaymış gibi görünerek, yazarkasa fırlatılıp hastane kuyruklarında ölen Türkiye'den, değer kazanan parasıyla dünyanın en büyük projelerine imza atan bir Türkiye inşa edildi.

Şimdi o Türkiye, 2023 hedefleriyle köklerine daha bağlı, daha güçlü ve daha inançlı. İçimizden bazıları hariç, tüm dünya bunun farkında.

Konuşmayı yaptığı sırada başbakan, şuan Kırgızistan cumhurbaşkanı olan Almazbek Atambayev bakın birkaç yıl önce ne demişti?


Atambayev'in konuşmasının şifrelerini iyi okuyanlar, Türkler karşısında endişelenmeye başladılar bile. 
Avrupa Birliği'nin dağılmamak için uğraşları sürerken, Birleşmiş Milletlerin yapısı tartışılırken, Türkiye'nin yükselişi karşısında bir ümit olarak ortodoks-katolik birliği bile denendi desem inanır mıydınız? 

Ne dersiniz?  Bi de üstüne 2023'te hiç hesapta yokken Atatürk'ün vasiyeti açılsın da babadan oğula geçen hilafetin kaldırıldığı ama meclisten meclise geçen hilafetin devam ettiği açıklansın da (uluslararası) ''Hilafet Meclisi'' kurulmasın mı?

6 Kasım 2015 Cuma

Fis Ovası


Bilinen ilk sahipleri Asurlularmış. Urartular onlardan devraldıktan sonra, sırasıyla İskitlere, Medlere, Perslere, Makedonyalı Büyük İskendere, Partlara, Romalılara, Sasanilere Akkoyunlulara, Bizanslılara ve Müslüman Araplara (Emeviler, Abbasiler) ev sahipliği yapmış. Her yanından bereket fışkıran topraklar, her dönem gözde bir yerleşim merkezi olmuş. Diyar-ı Bekir'in kuzeydoğusunda yer alan merkez, yüzyıllar boyunca yolsuz, kendi halinde bir ilçeyken kaderinin ona çizdiği yolla tüm Türkiye tarafından bilinir hale gelmiş. Diyarbakır'a bağlı Lice'den bahsediyorum. 


Hani haber bültenlerinde kötü şöhretleriyle yer alan mütevazi belde. Oysa kötü şöhreti olmasa Lice dendiğinde görkemli Birkleyn Mağaraları, Çepe, Mele ve Atak kaleleri akla gelebilirdi bugün. Dakyanus Harabeleri, Eshab-ı Kehf Mağarası, Artuklu Valisi Melik Adil'e ait Minare, Çeper Köyü'ndeki 4. Murat Kervansarayı, efsanevi Geyik Çobanı Şeyh Bilal Türbesi, sıtmalılara iyi gelen (Kani Atan) Çeşmesi ve diğer pek çok yeriyle turistik bir şehirdi belkide bugün. Ama onun kaderi 40 yıl önce kırılma noktasına gelmişti.

1978 Kasım ayında, Lice ilçesine bağlı Fis köyünde marksist-leninist temele dayalı bir kürdistan devleti iddiası doğdu. Abdullah Öcalan önderliğindeki silahlı mücadele yolu ile de bölgenin makus kaderi şekillenmiş oldu. Fis Ovası'ndaki toplantıya 20 kişi katıldı. Bugün siyasi ve terör uzantıları, halen örgütün kuruluş yıl dönümünü burada kutlamaya devam ediyor. Kanlı örgüt PKK'nın çekirdeğini oluşturan 20 kişinin bir çoğu bugün yaşamıyor ama kötü şöhreti en yaşlı ağacından daha derinlere kök salmış o topraklarda.



Ağaç dedik, bugün bana bunları yazdıran ana sebep de buydu aslında. Anlatacağım ama biraz öncesine gidelim hep beraber.

Özel aracım bozulduğunda ve Bingöl'de servisi olmadığını öğrendiğimde alternatiflere bakmaya başladım. Önce Erzurum'a yöneldim. Erzurum'daki servis numarası telefonda işi bıraktığını söyleyince haritayı bir kez daha gözden geçirdim. Bir diğer adres Kahramanmaraş veya Trabzon'du ve her birinin Bingöl'e uzaklığı en az 400 km idi. Aslında sadece 150 km uzaklıkta duran Diyarbakır bir başka alternatifti ama batıda büyüyen bizler için Diyarbakır'ın kafada oluşturduğu imgeler hiç de hoş sayılmazdı. Çevremde kime sorduysam ''git, yol temiz'' diyor ama arkasından ''dikkatli ol'' demeyi eksik etmiyordu. Memleketimin bir şehrine orta doğu muamelesi yapılması bir yana, git diyenlerden çok dikkatli ol diyenlere takılan duyularımdan utandım. Öyle ya? Çok değil bir gece önce aynı yol üzerinde bir çatışma çıktığı haberi ben çantamı hazırlarken televizyonlardaydı. Canımdan yana korkum yoktur evelallah ama yılların birikimi olan aracın bir çırpıda alev alarak yok edilmesi zoruma giderdi. ''Bismillah her hayrın başıdır'' diyerek beni almaya gelen kurtarma aracıyla beraber, sırtımızda araba yola koyulduk.

Batıda nefes alabilmek için iki karış yeşil alan arayan apartman sakinleri, uçsuz bucaksız yeşil vadileri, üzerinden buz gibi kar suyu veren yüce dağları, Murat suyunu, sadece birkaç hane kalan ama yine de yaşama tutunmak için ağaç damında sebze kurutan köylüleri, toprak altında güvenceye alınan sıralı buğday tepelerini, yük hayvanı olarak kullanılmayan doğal hayatın parçası eşek ve onu takip eden sıpaları görseler; şehrin keşmekeşinde F tipi hücrede yaşadığını düşünürler miydi acaba?

İrili ufaklı köyleri geçerken, manzaranın tadı güzel bir sohbetle çıkardı elbet. Kurtarıcı arabanın şoförü Nihat abi de bu sohbette bana eşlik ediyordu. Kâh memleketin güzelliklerinden, kâh tarihinden bahsederken konu dönüp dolaşıp siyasete geldi. Nihat abi apolitik cümleler kurdu ise de, satır aralarında hükumet partisine oy verdiğinden hemen hemen emindim. Ama taraf değil, yapılan yanlışları da tek tek söylüyordu. ''Söyleyince muhalefet olma diyorlar'' diye de ekliyordu. Meğer ne de doluymuş Nihat abi, o anlattı ben dinledim, bir sordum, iki söyledi ama hiç sıkılmadım. Belki yüzlerce sefer geçtiği yollarda ilgisini çeken tek şey bozuk satıh.. Yeni yol çalışmasına giren kara yolları, terör faaliyetleri dolayısıyla yarım bırakmış, eskisini de yapmaya gerek duymamış. Böylece 1 saatlik yol olmuş sana 2-2,5 saat. Ben demiyorum, Nihat abi diyor..



Yolda birkaç askeri karakol görürsünüz. Sürekli tehdit altında yaşadıkları 1 km öteden belli oluyor. Diğer doğu illerindeki tedbirlere nazaran, daha fazla kontrollü geçiş alanları mevcut. Hatta bazı yolları tamamen engellerle kapatarak, sürücülerin alternatif yollarla kendilerinden daha güvenli uzaklıktaki yollardan geçmeleri sağlanmış. Yerdeki her deliğin üzeri demir parmaklıklarla kapatılırken, her tepenin ardına bir mevzi kurulmuş. Bazı tepelerde kalekol adı verilen yapılar varken, bazılarının üzerinde tuğlaları seçebiliyorsunuz. Bir saldırıya ne kadar açık olduklarını düşündüm bu derme çatma yapıların. Sonra üzerindeki dipçik gibi duran askere takıldı gözüm. Göz kırpmıyordu belkide. Uzaktan bakan onu maket veya karton bir asker silüeti zannedebilirdi kolaylıkla. ''Boş yere değil, bazı yaşanmışlıklar var'' diyor Nihat abi.

Nihayet meşhur Fis Ovası'ndan geçerken, kendinizi hayalet şehirden geçiyor gibi hissediyorsunuz. Birkaç eski yapı dışında ovada yaşayan tek canlı, çevre köylerden otlanmaya gelen sığırlar gibi duruyor. Her yer yemyeşilken, Fis Ovası sararmış, yanmış, çöp atılmış, terk edilmiş.. Lice 'nin verimli toprakları, çıkan doğal kaynak sularıyla beslenirken, 78 'den bu yana kanla beslenen Fis Ovası toprakları kendi talihine küsmüş, üzgün, hatta melankolik.. Birkaç tabela var sağda solda, ''bir zamanlar hayat vardı''yı hatırlatan bize. ''Meşhur Fis Ovası Sofrası'' okunuyor silik tabeladan. Meşhur mu? Bir zamanlar iyi kahvaltı çıkarıyor olabilirsin ustam ama burası kurtlar sofrasına ev sahipliği yapmış, kaldır sen o tabelayı..

Alabildiğine bereket fışkıran topraklarda her şey yetişiyor. Toprağın 10 metre aşağısında su var ama Akif'in dizelerinden korkuyor insan: ''şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!''

Yerli halk bahçesinde ne üretiyorsa onu yiyor, küçük-büyük hayvancıklarıyla da kendi yağında kavruluyor. Zaman zaman yol kenarına serilen meyve-sebzeler, gelen yabancıları cezbetmesi için kurulmuş ama güvensizlikten mi, acelecilikten mi, her an önüm kesilecek kaygısından mıdır tek şeritli gidiş-geliş yolda hız ortalaması saatte 70-80 kmh.. Sağdan soldan delinmiş, sökülmüş, patlatılmış yola rağmen üstelik..


Asıl anlatmak istediğim beni de derinden etkileyen bir durum. Ağaçlar dedik.. Çevreye baktığınızda yolun hem sağında hem solunda, gözle görebileceğiniz her ağacın alt tarafları sarıyken üstü yemyeşil. Nedenini sorduğumda duyduklarıma inanamadım. Askerimiz, ''otların arasına terörist saklanıyor'' diyerek ormanı bir çok farklı yerden ateşe vermiş. Yemyeşil ağaçların dibindeki otlar küle dönerken, alt tarafındaki dallar sararıp yok olmuş.20 km'lik yol boyunca, sağdan ve soldan gözünüzün alabildiğince alanın tamamının böyle olduğunu düşünün. Tam bir katliam! 


Alevler o kadar büyümüş ki, yerli halk kendi imkanlarıyla söndüremeyince itfaiyeyi aramış ama sonuç alamamış. Orman Müdürlüğü'ne başvurmuş, emri veren komutanları işaret etmişler. Kimileri kendi evlerini korumak için büyük çabalar verirken yaralanmış, zarar görmüş. (Fis ovasının hint kenevirinin Türkiye'deki üretim ambarı olduğunu düşünürsek, yerli halkın neden cansiparane mücadele ettiğini daha iyi anlarsınız) Valilik emri ile kamu kaynakları yangını söndürmeyi reddetmiş.Yerel medya çıkan yangınlardan bahsederken, ulusal medyada ''piknikçiler''i suçlu gösterilmiş. 


Oysa yerel halk gerçeği çok net biliyor çünkü bu durum her yıl mutlaka tekrar ediyor. Dedik ya ''bereket fışkıran topraklar'', her yıl yanan ağaçları gören Nihat abi ''mübarekler ölmek de bilmiyor.. her seferinde 'aha bu defa bitti' derken bi bakıyoruz öteki sene yine yeşiller'' diyor. Lice topraklarında barış belki yok ama bereket onları terk edecek gibi durmuyor.


Üzülüyoruz ama bu tek taraflı bir ikilem. Ya bırakacağız toprak bereketini gösterip otlar teröristlere hain pusular düzenleyebileceği yüksekliklere ulaşacak ya da her yıl öldü denilen ağaçlara kıyıp onların tekrar canlanışına şahit olacağız. Bana sorarsanız, bir askerimin değil hayatı, bir parmağı bile 100 km2 'lik alanın küle dönmesine bedel. O ağaçları tekrar dikeriz ama yok edilen hayatları geri getirmemiz mümkün değil.
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan