RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

8 Temmuz 2022 Cuma

Avcı Ukrayna ve Canavar Rusya

Film endüstrisinin çizgi film bile yaparken, görünen hikayenin altında başka anlamlar içerecek mesajlar verdiği hepinizin malumudur. Bugün inceleyeceğimiz film ise bir çocuk animasyon filmi olan: Sea Beast (Deniz Canavarı)


Film kısaca, deniz canavarları ile insanlar arasındaki kadim savaşı ve bunu durdurması gerektiğini fark eden küçük bir kızın hikayesi üzerine odaklanıyor. Bu fantastik hikayenin alt metni ise oldukça güncel. Hikaye, Rusya-Ukrayna savaşını ve savaşın kötülüğünü önümüze seriyor aslında. Bunun nedenlerine geleceğiz ama önce Netflix’in neden böyle bir yapıma imza attığı üzerinde durmamız lazım.


Bundan birkaç ay önce diğer tüm global şirketler gibi; Netflix de, Ukrayna ‘yla başlatılan savaş sonrası Rusya’daki yaklaşık 1 milyon abonesine verdiği hizmeti durdurduğunu açıklamıştı. Bunun üzerine aboneler şirkete dava açmaya başladılar. Netflix 221 milyon abonesiyle sektörde zirvedeyken, 7 milyona yakın abone kaybetti ve hisseleri, abd borsasında yaklaşık %40 değer kaybederek 10 yılın en zararlı noktasına ulaştı. Bu zararları kapatabilmek için Netflix, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de abonelik ücretlerine fahiş bir zam yapmak durumunda kaldı ve tepki çekti.

Netflix savaşta taraf olmaktan ve Rusya’ya karşı aldığı tavırdan ötürü global marka değerini kaybettiğinden ötürü, orta yollu, ne şiş yansın ne kebap tarzında bir film yapmış. Savaşı başlatan ve devam etmesini sağlayanların, ülkelerin halkları değil oranın yöneticileri olduğunu da güzelce eklemlemiş filme. Savaş karşıtı tavır alarak, önceki durduğu taraftan çıkmamış ama karşı tarafın da gönlünü almaya çalışmışa benziyor filmin stratejisi.

Bol bol spoiler/süprizbozan konuşacağız ona göre

Gelelim filme:

Filmdeki ana karakterlerimiz olan Maisie Brumble ve Jacob Holland’ın yolları kesişir. Her ikisi de Ukrayna halkını sembolize ediyorlar. Hatta canavarın gözünün önüne geçip gitmesi gereken yönü söylerlerken, canavarın sol gözün önündeki Jacob yerine, sağ gözün önündeki kızı takip ettiğini ve kızın bariz bir şekilde sağduyuyu temsil ettiğini görüyoruz.

Jacob Holland, Avrupai görüntüsünün altında halkın çoğunluğunu oluşturan savaş taraftarlarını temsil ediyor. Kendisini yetiştiren Kaptan Crow ile benzer düşüncelere sahip canavarlar konusunda. Savaşıp tüm canavarların denizlerden temizlenmesini istiyor. Maisie Brumble ise önceleri her ne kadar idolü Jacob gibi savaşçı olmak istese de, savaşın kötü yanlarını görüp barış yanlısı oluyor. Birlikte atıldıkları maceralarda ise Jacob’u kendi tarafına çekmeyi başarıyor. Burada yapımcılar, Ukrayna halkının ikinci sınıf muamele gören siyahi vatandaşlarını temsilen, Maisie’i de siyahi bir çocuk yapmışlar. Ukrayna’da savaş yanlıları ve karşıtları var. Tıpkı Maisie ve Jacob gibi. Finalde Jacob, Maisie’nin haklı olduğunu anlıyor ve savaşı bitirmeye çalışıyorlar. Film bize Ukrayna halklarının kendi içinde bu dönüşümü sağlaması gerektiğine atıf yapıyor.

Peki filmdeki asıl düşman, büyük canavar kim? Adı: Kızıl.. Yani Rusya. Sırtında sayısız mızrak yarasıyla denizlerde yüzmeye devam ediyor. Ukrayna 'nın devlet sembolü ise üç dişli bir mızraktır.

Canavarın ismiyle zaten belli etmemişler gibi sembolizmi daha görünür kılmak için, canavarın kızıl görüntüsünün yanında Rusya’nın ikinci dünya savaşında kullandığı çivili miğfere benzer bir boynuz da görüyoruz.

Filmde sakin denizler olduğu gibi, canavarların da bulunduğu ‘’Dragmore’’ denilen  bir deniz var. Tabi bu bir anagram. Dragmore, Dragomir kelimesinden türetilmiş. Dragomir ise ‘’drag’’ yani ‘’sevgili’’ ve ‘’mir’’ yani ‘’barış’’ kelimelerinden oluşan bileşik bir kelime. Kelimenin tam tanımını Wikipedia ‘’barışı önemseyen’’ olduğunu söylüyor. Filmi izlememiş olanlar için güzel bir flash forward öğesi olsa gerek.

Filmde canavar avcıları ve canavarlarla ilgili anlatılan hikayelerin, kadim ama bir o kadar da yalan bir tarihi kaynaklar olduğunu görüyoruz. Filmde bunu fark eden Maisie filmin içinde çoğu kez ‘’bu savaşı kim başlattı?’’ sorusunu soruyor. Küçük kız, hatta bazen öyle cümleler kuruyor ki savaşla ilgili, bunun bir canavar/avcı savaşı olduğu fikrinden uzaklaşıp, gerçek önermeye bir adım daha yaklaşıyoruz. Film burada kendi içindeki gerçeklikten adeta kopuyor. Maisie’nin final konuşmasında, öncelikle canavarı durdurması ve Jacob’un ‘’bitti mi?’’ dedikten sonra Maisie’nin ‘’daha bitmedi’’ deyip bir de dönüp kendi halkına savaşın anlamsızlığından, öğretilen tarihin yalanından ve üst sınıfların bu savaşlardan kazanç sağladığından bahsetmesinin ardından ‘’şimdi bitti’’ diyerek, bir savaşın adeta arabuluculuğunu üstleniyor. Yani savaşın ve akan kanın durması, hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın ikna olması ile  mümkün olduğunu gösteriyor karakter.

Filmdeki en azılı canavar avcısı ise, Jacob Holland’ın da akıl hocalığını üstlenen Kaptan Crow. Karakter Ukrayna halkının işgale direnen, savaştan haz alan savaş yanlılarını temsil ediyor.

Crow İngilizcede ‘’karga’’ demek malum. Bu isim Ukrayna-Rusya savaşında da duyulmuştu (Ворона)  Rus işgalinde askeri üsse ev sahipliği yapan Melitopol’un yıkımının ardından, belediye başkanı uluslar arası basına ‘’Rus işgalciler, komutanlarına durum raporu verirlerken Melitopol'daki asıl sorunun kargalar olduğunu söylediler. Bu nedenle, şehrin ‘yetkilileri’ olarak ağaçları keserek şehri kargalardan ‘kurtarmış’ oldular’’ dedi. Ruslara göre Ukrayna’yı savunan her savaşçı, birer kara kargadır. 

Filmde de Crow’un kaderi ile gerçeğin ilişkisi benziyor. Kızıl adlı canavar, Crow’un gemisini yok edip (bknz: ağaçları keserek) savaşçı kaptanı alt ediyor. Tam bir lokmada yutmak üzereyken, Maisie karakteri canavarı durduruyor. Crow’un gemisinin adı ‘’Inevitable’’ yani ‘’kaçınılmaz’’. Rusya ile Ukrayna ülkeleri arasındaki gerginlik ilk baş gösterdiğinden bu yana, uluslar arası haber kaynaklarının bu savaşı tanımlarken kullandığı yaygın bir kelimeydi.

Dikkatle dinlerseniz, filmin müzikleri de slav halk ezgilerine benziyor. Denizlerdeki avcılar dışında, yerel halkın görüntüsü de geleneksel Ukrayna kültürüyle oldukça benzer. 


Ayrıca Ukrayna’nın, savaş taraftarı halkını temsilen bir kral ve kraliçe karakteri var filmde. 


Kaptan Crow’a görev veren de, canavarların öldürülmesini isteyenler de bu elit tabaka. Öyle ki kendi generalleri ile avcılar arasında bir yarış olarak nitelendiriyorlar canavar avını. Filmde bu şehir ‘’White Rock’’ yani ‘’Ak Kaya’’ adı verilmiş. Elbette bu bir tesadüf değil. Burası elbette Ak Kaya da ‘’Aq Qaya’’ olarak bilinen doğal anıtın bulunduğu yer olan Kırım. Kral aslında Potemkin, kraliçe de elbette Katerina. 

Filmin sonundaki kaçışları da, tarihi kaynaklardakine oldukça benziyor. Hatta filmde kral ve kraliçe, canavara meydan okuyacağına inandıkları devasa bir savaş gemisi yaptırarak ‘’Potemkin zırhlısı’’na da atıfta bulunuyorlar.


Ancak filmde öyle bir şey var ki, ‘’ulan anlamadıysanız gözünüze sokalım: ALIN!’’ dercesine, Ukrayna devlet başkanlarının resmi tören ikametgahı olan ‘’Mariinskyi Sarayı’’nın neredeyse bir kopyasını avcıların  tabii olduğu krallıkta (Ukrayna) görüyor olmamız gerçekten pes dedirtiyor. 



Filmlere sadece eğlencelik hikayeler olarak bakarsanız, sadece eğlenirsiniz. Ancak ardında yatan fikirlere odaklanırsanız, öğrenirsiniz.

25 Mayıs 2022 Çarşamba

Finansal Siber Darbe Kapıda

7 Nisan 1980 pazartesi günüydü. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi heyeti adına gelen Joe Biden, başbakan Süleyman Demirel, Chp genel başkanı Bülent Ecevit, Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarıyla başbakanlık makam odasında bir araya geldi. Sabah saatlerinde başlayan ve 40 dakika olarak planlanmış görüşme yaklaşık 1 buçuk saat sürdü. Ziyaretin amacı Türk devletine, Yunanistan'ın Nato'daki askeri konumunu belirlemek üzere amerikan taleplerini iletmekti.


Bakanlar Kurulu toplantı salonunda devam eden görüşme sona erdikten sonra, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Spain'in de dahil olduğu Biden'in ekibi, CHP Genel Başkanı Ecevit'in meclisteki çalışma ofisine geçtiler. Burada da yaklaşık 1 saatlik bir görüşme gerçekleşti. Görüşme sonunda Ecevit ''bölgedeki son gelişmelerle ilgili kaygılarını senatörlere ilettiğini'' söylerken, genç Biden ''Artan sovyet tehlikesine karşın Türkiye'nin tehdit altında bulunduğu'' görüşünü ilettiğini belirtti. Görüşmenin sonucu dünya kamuoyuna ''Türkiye Yunanistan'ın Nato'da silahlandırılmasını istemiyor ve veto ediyor'' olarak duyuruldu. Demirel ve Ecevit, Nato'ya hayır demişti.


Sadece 5 ay sonra, o toplantıda Biden ve ekibine eşlik eden Kenan Evren, askeri bir darbe ile ülkenin yönetimine el koydu. Aldığı ilk karar ise bu vetonun kaldırılması oldu.

***

Tarih, ne yazarsa yazsın, alacağımız ders onu nasıl okuduğumuzla ilgilidir. 

Türkiye, yeniden Nato'nun kıskacında. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından, bu kez Finlandiya ve İsveç Nato üyesi olma talebi konuşuluyor. Türkiye haklı olarak, her iki devletin ''terörist seviciliği''ni bahane gösteriyor ve veto ediyor bu talebi. Bugün ne Rusya kendine ''sovyetler'' demekten çekiniyor, ne de ABD ''Rus tehdidi'' tamlamasından vazgeçiyor. 42 yıl önce ne olduysa, bugün de aynı oyun oynanıyor.

Ancak oyun tahtasında değişiklikler var bu defa. Bir kere Türk devletinin oyuncusu, tarihin gelmiş geçmiş en dik duruşlu lideri. Demirel ve Ecevit gibi, eski model siyasetçilerden değil. 


Sadece bu mu? Hayır. Abd'nin Türkiye'de maşa olarak kullanabileceği bir askeri gücü de yok. Kenan Evren gibi mandacı, müstemleke kafası yok şimdiki komutanlarımızda. Bitti mi? Hayır. 1980'lerin ezik, şuursuz vatandaş profili de yok artık. 15 Temmuz'da gördük ki, bu ülkede ''darbe'' tarihe karışmıştır.


Ne Abd oyunundan, ne Rusya inadından vazgeçmeyecektir. İsveç ve Finlandiya ise sadece birer piyon. Onlar olmasaydı Avusturya, İrlanda olurdu, önemli değil. Oyun aynı oyun olduğuna göre, hamleler de aynı hamleler olacaktır: Abd bizi içeriden vuracak. Peki nasıl? Askeri darbe yapamayacağına göre finans darbesinden başka çaresi yok. E bunu zaten senelerdir yapıp TL'yi pula çevirmiyor mu? E yapıyor. Ancak bu başka..

Burayı iyi okuyalım..

Bu oyunu ilk çözdüğümde, şimdi burada açıklamayacağım verileri ilgili kişilere ilettim ve tedbir alınması gerekliliğini vurguladım. Eğer gerçekleşmezse, ''nushirevan bilmedi'' olmasın diye söylüyorum, bu darbe maalesef çok olası! Önlenirse de gerçekleşmeden önlemiş olacağız inşallah.

Bir düşünün istiyorum:

Bir sabah bir kalkıyorsunuz pos cihazları çalışmıyor. Nakit sıkıntısı çektiğiniz için atm'lere gidiyorsunuz ama kısa sürede atm'ler de nakit sıkıntısından dolayı çalışamaz hale geliyor. Sadece bir kaç günde olabilecekleri bir düşünün.. Ekmek alacak paranız yok, hiç bir ödeme yapamıyorsunuz.

Ya da tarihi olduğu gibi, geleceği de dizilerden öğrenelim ne dersiniz? Şu tesadüfe bakın ki bunu bize Show Tv’deki Baba dizisinin son bölümünde de izlettiler:

2021'de Akbank müşterileri bunu bir süre yaşadı. 2021 Haziran ayında Akbank, sistemsel bir arıza yaşadığını belirtti. Kullanıcılar online işlem göremedi, para çekemedi. Çok kısa süren bu arıza, infial yarattı. 


Darbeler böyledir. Önce denenir, tepki yoğunluğu ve süresi ölçülür. 

Öngörülerime göre, 2021 Haziran'ında Akbank'ın yaşadığı bu sorunu, 2022 Haziran ayında tüm bankacılık sistemimiz yaşayabilir. 

Türkiye'nin en büyük ailelerinin sahip olduğu bankaların bu sistem içerisinde olduğu çok açık. Amaç, bir süre ülkede nakit sıkıntısı yaratıp sokak eylemleri ile ülkeyi kaosa sürüklemek. Zaten yıllardır kademe kademe arttırılan kredi kartı kullanımı gerekliliğinin önünde de bu anlayış vardı. 

Evet, teknoloji gelişti ve bizler bir çok alışverişimizi zaten internet üzerinden hallediyoruz. Ancak yine de dilediğiniz zaman nakit çekebileceğiniz noktalar olması, sizin özgürlük alanınızdır. İşte bu alanınız o kadar daraldı ki, kötü senaryoya göre 1-2 aya kadar adım atacak yeriniz kalmayacak.

Komplo teorisyenlerinin ''the big reset'', akademisyenlerin ''dijital kölelik'' dediği finansal darbe gerçekleşirse, zaten zor durumda olan ekonomimizle vatandaş çok daha zor durumda kalabilir. Bu da sokak eylemlerini tetikler ve istenmeyen olaylar yaşanabilir. 

Yaklaşık 1 yıl önce, yurtdışındaki fetöcülerin açıktan destek verdiğini bildiğimiz bir siyasal parti, bu hazırlığın ortağı olarak bir dijital dönüşüm projesini açıkladı. Bu projenin tanımında yer alan ''nakitsiz'' size bir şeyler ifade edebilir.

Son zamanlardaki reklamlara, twitter tabelalarına dikkat edin: İYİ kelimesini bolca göreceksiniz. Sabancı ailesine ait AGESA reklamında çocuğun ''büyüyünce ne olacaksın? sorusuna İYİ olacağım'' demesi bu yüzden. 

Baktıkça görecek, gördükçe bir siyasal partinin genel başkanının ''oyumuz Haziran sonunda artacak'' ifadesinin altındaki özgüveni fark edeceksiniz.


IMF ve The Bank for International Settlements’in Türkiye dahil 90 ülkeye gönderdiği ‘’dijital dönüşüm ve kripto para’’ raporunun tavsiyeden çok bir emir niteliğinde olduğunu anlayacaksınız.

15 Temmuz'da hainler, ''Yurtta sulh, cihanda sulh'' sözünü motto olarak kullanmışlardı. Aynı kafa finansal darbede de bir atıf yapmak isteyebilir.

Böyle bir durumda; 22 Haziran kurtuluş mücadelesinin başladığı, ilk kuruluş belgesi olarak kabul edilen Amasya Genelgesi’nin yıl dönümünde, bir muhalefet liderinin televizyonlara çıkıp genelgenin ilk iki maddesiyle başlayan bir konuşma yapması kaçınılmaz olur.

‘’ Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul hükûmeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir.’’

Ayrıca unutmayalım:

Birileri Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ı Abdülhamid'e benzetirken, tarihte onun hain bir darbeyle indirildiği gerçeğini de hatırda tutmalıyız.

13 Mayıs 2022 Cuma

40 DERVİŞE 2 ŞEYTAN

Hollanda uzun süredir ideolojik çatışma yaşamaktadır. Sağ parti kazanır, iktidara gelir, eleştirilir hükümet düşer. Sol parti kazanır, eleştirilir, hükümet düşer. Bu defa sağdan ve soldan ikili koalisyonlar denenir, yine hükümet düşer.

İstikrar Hollanda'da sadece bir alanda geçerli kalır: Faşist raşizm! Yani baskıcı ırkçılık!

Geert Wilders adındaki sahte sarışın bir siyasetçi, ilk zamanlar çoğu kimseye akıl dışı gelen bir siyasi anlayışa sahiptir. İstikrarsızlığın getirdiği kaos ve öfkeden beslenen Wilders, aşırı uç teklifleriyle şaşırtan bir siyasete başlar.

- Benim kavgam İslam'la!

Toplumda çarşaf ve türban takanlara karşı, içten içe bir öfke duyar hollandalılar. Ancak ortalama medeniyet seviyesi, açıktan faşist düşüncelerine engel olur. İşte Wilders işte bu güdüyü kaşır, "türban takanlara ambalaj vergisi koyalım" der. Öfkeli halk, ilk başta bu akıl dışı teklife şaşırsa da, içten içe sempati beslemeye başlar bu faşistliğe. Toplumsal "biz"  yapısı, "ben" güdüsüne dönüşmeye başlar. Wilders'tan önce, giyimini beğenmese de karşılıklı selamlaşan, birbirlerine kahve ikram eden komşular, zamanla düşman olur ve aralarına görünmez duvarlar örerler. İşte o duvarın adıdır Wilders ve onun gayri insani düşünceleri.

Wilders sadece bununla da kalmaz. Hollanda’daki müslüman toplum, hasbelkader çalışıp iş yeri, mal ve mülk sahibi olmuşlardır. Babalarının tahta bavullarla işçi olarak geldikleri ülkede, oğulların iş yerleri açıp para kazanmaları, Hollanda’lının içten içe sinir uçlarına dokunan bir konudur. Parasını koruyan, zekat verip daha fazla kazanan Müslümanlar, yarını düşünmeyen ve günü yaşayan Avrupalının karşısında sosyal ve ekonomik konumunu arttırır. Bu da Wilders’ın eline yeni bir savaş baltası verir. Wilders bu defa ‘’Kuran’ı yasaklayalım!’’ demeye başlar. Her yasak kendi isyancısını doğuracaktır. Kendilerini aşırı dinci olarak tanımlayanlar tarafından tehdit edildiğinde, bir hapishanede yaşamayı tercih eder Wilders. Avrupa’nın göbeğinde bir siyasetçi, milletvekili ve bir parti başkanıdır fakat hapishane hayatıyla röportajlara, belgesellere konu olur. Peygamber efendimizin veda hutbesinde bahsettiği ırkçılık illetine çoktan yakalanmış Hollandalılar, Wilders’ı televizyondan izleyerek, onun hapishanede geçirdiği süreyi siyasi bir kefaret olarak görür ve ona teveccüh etmeye başlarlar.

- Kıranı yısıklıyılım bıncı..

Siyaset arenasına ilk çıktığında üzerine espri yapılan, ciddiye alınmayan bu genç, Hollanda kraliyet topraklarına adını duyurmaya başlar. Lorenz adlı bir meteorologun, bilgisayara girdiği hatalı verilerin neden olduğu kaos teorisindeki gibi, öngörülemez sonuçların siyasette de yaşanabileceğini ispat eder Wilders’ın düşünceleri. Düşüncelerin gerçekçi olup olmaması bile önemli değildir zira Wilders için gerekli tek şey ‘’konuşulmak’’tır. Twitter’da adına açılan hashtag’ler, alacağı oy miktarından daha önemlidir kendisi için. Wilders’ın yıllar önce attığı ırkçı tohumlar, toprağın çoraklaşması ile sığınılan bir liman haline dönüşüverir. Ekonomik yapısı şu veya bu sebeple bozulan Avrupalı, gözünü ülkesine gelmiş yabancılara diker. Bunun sebebi; doğal bile olabilecekken, Wilders adlı bir kaos yiyicisinin tuttuğu devasa bir yön tabelasıdır.

Avrupa’da ırkçılık artar. Irkçılık islamofobiyi, islamofobi anarşizmi tetikler. Artık Avrupa kıtasında yaşayan iki ayrı insan türü vardır: Onlar ve bizler.. Camii’ler yakılır, insanlar sokakta dövülür, polis sorgusunda öldürülür. Akif’in tek dişi kaldığını iddia ettiği medeniyet; 32’si de sivri, dişli bir canavar ağzına dönüşür.

Wilders; eğer sadece partisinin adında olduğu gibi özgürlükçü düşüncelerle siyaset arenasına girseydi, kimse onu dinlemez, ciddiye dahi almazdı. Çünkü karşısında yılların eskitemediği, yıllanmış siyasetçiler ve kemikleşmiş oy potansiyelleri vardı. Bu döngüyü kırmanın yolunu böyle buldu Wilders. Irkçılığı kaşıdı, aşırı söylemler geliştirdi ve hep öfkeliydi. Onun öfkeli beyanları, öfke duyup dışa vuramayanların sesi ve mimiklerine dönüşüyordu. Bir bakıma, kendi dönüştürdüğü kan kırmızısı faşizmin, portakal renkli tek sesi oluverdi.

Benzer bir senaryo ülkemde can buldu. İsmi Ümit Özdağ

- Kimliğini göster bakiyim?!

İçişleri bakanı Süleyman Soylu’ya göre Özdağ, emperyal odakların bir maşası. Ben olayın o kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Soylu’nun elbette kendisine göre dayanakları vardır ancak Özdağ tarafında, bir Wilders stratejisi geliştir(il)diği de aşikâr. Özdağ, tıpkı Wilders’ın Hollanda’daki multikültürel yapıyı baltalayan, sinir uçlarını kaşıyan siyaseti gibi söylemler geliştirmeye başladı Zafer Partisi adıyla. Ülkedeki Suriye karşıtlığını, aykırı söylemleriyle harlayan ve bunu yaparken de tıpkı Wilders gibi öfkeli konuşan bir siyasetçiyle karşılaştık. Yetmedi, ülkenin iç işleri bakanını kavgaya çağırdı devlet binasının önüne. Ondan sonrasını hepimiz biliyoruz zaten.

- Erkeksen çık karşıma!
+ Arkadaşlar hayvan izleme ekibini yönlendirelim lütfen..

Özdağ mülteci sorununu gündeme getirirken, ‘’Suriyelileri göndereceğiz’’den öte bir çözüm getirmiyor aslında. Es kaza iktidar olsa, ülkeye resmi olarak gelmiş mültecilerin gayri insani bir şekilde göçe zorlandığını tecrübe edeceğiz demek ki.. Ama merak etmeyin, Wilders iktidara hiç gelemedi. Çünkü Wilders’ın marjinal düşünceleri, onu benzerler arasından yukarı taşıdı sadece. Rakiplerin arasına geçip fotoğraf verdiğinde, ona destek verenler bile ‘’bu kadarı yeterli’’ deyip, onun iktidar olmasına fırsat vermediler. Özdağ’ın da stratejisi bu aslında bunu anlamak gerek. Özdağ iktidar olamayacağını biliyor elbette. Ama 6’lı masaya ‘’sarı muhalefet’’ diyerek kendini başka bir yerde konumlandırmasının sebebi de, Suriyeli politikasıyla aynı sebepten: Siyaset arenasında, benzerler arasından sıyrılıp kendine bir yer edinmek. Bugün siyasetin tartışıldığı programlara, haber sitelerine ve ekşisözlüğe bakarsanız, Özdağ’ın bu çabasının ne kadar başarılı olduğunu da görürsünüz. Wilders, kadim bir siyaset çalışmasını 21.yüzyılda, avrupada denerken, bir ulus ülkesi gibiyken göç alarak git gide bir multikültürel sosyal yapıya geçen Türkiye’de de sönük bir siyasetçiyi parlatacağını hesap etmemiştir. 

Gelelim bu yazının asıl iç yüzüne..

Memleketimin bir mülteci sorunu olduğu aşikâr fakat bunun çözümü "gitsinler!" mi, orası tartışılır. Ben en yakınımdan başlayarak, kimseyi ikna edemediğim bir stratejiye inanıyorum. Muhtemelen siz de bunu okurken, günlük dertlerinizden sıyrılıp ülkeye şöyle yukarıdan, daha geniş kader perspektifinden bakmayı tercih etmeyecek ve beni yadırgayacak, yargılayacaksınız.

Türkiye'nin, değil suriyelileri afganları ülkelerine göndermek, aksine sınırları kontrollü bir biçimde açarak, liyakat merkezli göç alan ülke statüsünü koruması gerektiğini savunuyorum. Siz buna marjinallik deyin, ben konformizm, ötekisi romantizm.. Çözüm hastalıklı kolu kesmek değil, tedavi etmektir. Yoksa dertlerden kurtulur ancak kolsuz, bacaksız kalmışsınızdır. 

Bizler kadim bir medeniyetin torunlarıyız ve bu insanlarla kadim bir tarihi paylaşıyoruz. Yani dünyanın öte ucundan gelmiş, yabancı bir medeniyet değiller. Sınırın bu tarafında ne yeniyorsa, öte tarafında da onu yiyorlar. Çoğumuzun ortak isimleri de var: Abdullah, Muhammed, Ahmed, Hasan.. 

Suriye’de bir iç savaş yaşandı ve insanlar canlarını kurtarmak için Türkiye’nin emin kollarına sığındılar. O hengamede ‘’doktor değilsen girme kardeşim’’ veya ‘’vasfın ne? Vasıfsızları almıyoruz bilader’’ deme şansımız olmadı ne yazık ki. İnsanı insan olarak görüp, insani vazifemizi yerine getirdik hep. Her toplumda olabileceği gibi, onların arasında da kötüler çıktı, çıkıyor ve çıkmaya da devam edecek. Biz de ülkemizdeki her vatandaşa nasıl muamele ediyorsak, onlara da ayniyle muamele etmeye devam edeceğiz. Bir Türk bir kız çocuğuna tecavüz ettiğinde ömür boyu hapis yatarken, bir Suriyeli selfie çekerken bilerek/bilmeyerek arkasındaki Türk kızını kaydettiğinde vahşice linç ediliyor. Üstelik atılan yumrukların ötesinde, vuranların ağızlarındaki sözlere dikkat edin! Faşist düşünüyor, ırkçı konuşuyor ve düşmanmış gibi vuruyorlar. Yani Wilders gibi düşünüyor, Özdağ gibi konuşuyorlar. 

Kırk derviş bir kilime sığarmış, iki şeytan yedi iklime sığmazmış vesselam..

koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan