RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Türkiye'nin Kahramanları - 02

BÖLÜM 02: EMANET BALA

Cumhurbaşkanlığı külliyesinde olağan dışı bir hareketlilik vardı. Cumhurbaşkanı daha önce kullanılmayan bir odanın açılmasını emrettiğinde, hiç kimse yeni bir dönemin başlayacağını fark etmemişti.

Cumhurbaşkanlığı özel direktörlerinden Korkut Bey, bu emre anlam verememişti. Külliye’ye bir misafir geleceği söylenmişti ama var olan en güvenlikli katın bu misafire ayrılması anlaşılır bir şey değildi. Az önce Cumhurbaşkanının özel telefonunda konuştuğunu ve misafirin derhal külliyeye getirilmesi talimatını duyduğunda, reis-i cumhur’un bir sağlık problemi olduğunu düşündü. Gelen kişi özel bir doktor olabilirdi. Veya memleket nükleer enerji çalışmalarına yeni başlıyordu. Belki de çok gizli bir nükleer silah uzmanı filan gelecekti. Yaşanan hareketlilik ancak bunun gibi olağan dışı bir şeyle açıklanabilirdi.


İşe alındığı günden itibaren kendisine özel bir görev verilmemiş, külliyedeki odasında boş vakitler geçirmişti. Şimdi ise gelen misafiri karşılaması ve özel katına kadar eşlik edilmesi söylenmişti. Bu misafirlerden kendisi sorumlu olacaktı.

‘’Tamam aylardır boştayım bir iş yaptığım yok ama bir otel görevlisi de değilim’’ diye düşündü Korkut Bey.

Kulaklıktan koruma müdürünün sesi duyuldu: ‘’Misafirler külliyeye giriş yaptı.’’
Korkut bey eğilip camdan külliyenin ön tarafındaki alana baktı. İçerinin aksine dışarıda hiçbir hareketlilik yoktu. Bu misafirler her kimse gizliliğe önem gösteriliyor, ön kapıdan girmeyecek kadar tedbirli davranıyordu. Külliyenin altında gizlenen tünellerden birinden giriş yapacaklardı. Korkut Bey hızlı adımlarla C3 tünelinin çıkış kapısına doğru yöneldi. Bir süre sonra koşturarak geldiğinde koruma müdürü ve bet suratını da çıkış kapısının önünde buldu. Koruma müdürü kafasıyla selam verince Korkut Bey de istemsiz bir kafa hareketiyle onu onayladı.

Tünelin içinden sesler gelmeye başlayınca koruma müdürü içeriye açılan küçük cama gözünü dayadı. Birkaç saniye sonra geri çekilip hazırola geçti. Havalı kapı ‘’pıss’’layarak açıldı. Korkut Bey yaşanan heyecanı artık anlayabiliyordu. Gelen Nobel ödüllü kimya profesörü Aziz Hoca’ydı. Oldukça bitkin görüntüsünün altında, gurur dolu bir gülümsemesi vardı. Koruma müdürü elini uzatıp ‘’hoşgeldiniz’’ dedi. Aziz Hoca kendisine uzatılan eli samimiyetle sıkarak ‘’hoşbulduk’’ dedi. Korkut Bey o sırada Aziz Hoca’nın arkasında saklanan küçük çocuğu gördü. Yaklaşık 9-10 yaşlarındaydı. Aziz Hoca’nın torunu olmalıydı. Korkut Bey de koruma müdürünün ardından elini uzatıp Aziz Hoca’yı selamladı. Ardından küçük çocuğa doğru ‘’sen de hoş geldin delikanlı’’ diyerek bir hamle yaptı. Aziz Hoca kendisinden beklenmeyecek derecede bir çeviklikle Korkut Bey’in elinin üzerine elini koyarak kibarca çocuktan uzaklaştırdı. Korkut Bey, Aziz Hocanın yüzündeki ifadeyi asla unutmayacaktı. Aziz Hoca torununa dokunulmasından hoşlanmadığını çok açık bir şekilde belli etmişti. Utangaç çocuk da zaten kendisine uzatılan ele karşılık vermeyerek Aziz Hoca’nın bacaklarının arkasına daha da gizlenmişti.

Önde koruma müdürü, arkasında Aziz Hoca ve çocuk, onların ardında da Korkut Bey ve gelirken eşlik eden korumalar C3 koridorundan, 185 metrelik güney koridoruna geçtiler. Yavaş adımlarla uzun süren yürüyüşün ardından soldaki bir danışmanlık odasından Cumhurbaşkanı ve yaveri aniden çıkıverdi. Cumhurbaşkanının misafirlerini her zamanki karşıladığı yerde karşılamaması gizliliği bir kat daha arttırdığının kanıtıydı. Cumhurbaşkanı gelen misafirlerine gülümseyerek içeriye buyur etti. İçeri giren misafirlerden sonra koruma müdürü yaverin yanına dikildi. Ne yapacağını bilemeyen Korkut Bey kapının önünde beklerken Cumhurbaşkanı

-   Sen de gel bakalım Korkut.. deyiverdi.

Korkut Bey bu kadar gizli bir buluşmanın bir parçası olduğu için şaşkındı. Koruma müdürü ve yaver bile odanın dışında kalmışlardı. Cumhurbaşkanı da içeriye girince Korkut Bey arkasından içeriye girdi.

Kapı kendiliğinden arkasından kapandı. Oda oldukça karanlıktı. Ortada duran bir masayı aydınlatan bir üst lamba ve sandalyeler dışında gözle görülür pek bişey yoktu. Misafirler ve reis-i cumhur masanın etrafında oturarak sohbet etmeye başladılar. Korkut Bey’in gözleri halen karanlığa alışamamıştı. Cumhurbaşkanının kafa hareketiyle o da bir sandalyeye kıvrıldı. Cumhurbaşkanı ve Aziz Hoca göz göze, karşılıklı oturuyorlardı. Korkut Bey’in karşısında da çocuk. Çocuk beyaz tenli, siyah saçlı ve zayıf bir çocuktu. Gözleri de saçları gibi simsiyahtı. Hatta gözlerindeki iris haddinden fazla büyük denilebilirdi. Zayıflığı onu şirin gösterse de gözbebekleri korku filmlerinden fırlamış gibi görünüyordu. Çocuk ona gülümsüyordu ama Korkut Bey ciddiyeti bozmamak için karşılık vermedi. Hem az önce Aziz Hoca da torunuyla ilgili tavrını ortaya koymuştu.

Cumhurbaşkanı Korkut Beyi eli ile göstererek:

-      Buyrun Aziz Hocam, istediğiniz adamı da bulduk. Artık başlayabilir miyiz?
Aziz Hoca koca gözlüklerinin ardından Korkut Bey’e baktı. Ardından çocuğa doğru döndü ve bir süre bekledi.

‘’Neye başlayacaklar?’’ diye düşündü Korkut Bey.. Ortam git gide garipleşiyordu. Külliyeye geleli 2 hafta olmuştu ama daha önce Cumhurbaşkanı ile birebir konuşma şansı bile yakalayamamıştı. Şimdi gizliliğin hat safhada tutulduğu bir toplantıda Nobel ödüllü bir profesöre kendisi gösterilerek ‘’başlayalım mı?’’ diyordu reis-i cumhur.. Korkut Bey’in gözlerinin önüne laboratuvar faresi gibi üzerinde deney yaptığı hayaller oluşmaya başladı. Şakaklarından akan teri ceketinin kolu ile sildi. Aziz Hoca Korkut Bey’e döndü ama cumhurbaşkanına hitap etti:

-      Sanırım önce bu kardeşimize bir brifing vermem gerekiyor. Neden burda olduğunu bilmediğine eminim.

Cumhurbaşkanı ve Aziz Hoca Korkut Bey’e gülümseyerek bakıyordu. Ve o çocuk.. O gözleri.. Çok rahatsız ediciydi. Kısık sesiyle konuşabildi:

-      E.. evet.. sayın cumhurbaşkanım.. bilmiyorum..
Cumhurbaşkanı ayağa kalkıp ‘’hadi öyleyse’’ diyerek odadan ayrıldı. Aziz Hoca bu defa Korkut Bey’e döndü:

-      Korkut Bey, şimdi size anlatacaklarımın her ne kadar olağanüstü görünürse görünsün gerçek olduğunu ve büyük bir gizlilik içerdiğini bilmenizi isterim.

Korkut Bey, ‘’olağanüstü mü?’’ diye şaşırdı ‘’gizlilik mi?’’

Aziz Hoca devam etti:

-      Dünyanın yaratılışından beri özel yetenekleri olan insanlar vardı. Bu insanlar DNA kodlarına gizlenen bu yetenekler sayesinde henüz bilimin bunu açıklayamadığı şekilde olağandışı şeyler başardılar. Tarih bunun sayısız örnekleri ile dolu..

Korkut Bey kendini bir bilim kurgu filminde gibi hissediyordu:

-     Özel yetenekler derken?.. diye sordu

Aziz Hoca devam etti:

-     Şimdi tam olaran açıklayamadığım, bilimin çoğu zaman açıklamakta zorlandığı şeyler.. Zamanla daha iyi anlayacaksınız. Sadece biz değil, bütün dünya istihbarat teşkilatları bu insanları daima kendi lehine hareket edecek şekilde kullandılar. Kimi zaman bu insanlar istihbaratta, kontrespiyonajda aktif şekilde kullanılarak savaşların, krizlerin kaderlerini değiştirdiler.

Korkut Bey anlam veremiyordu:

-     Kusura bakmayın Aziz Hocam ama ben bilim adamı filan değilim. Sadece üst düzey yöneticiyim. Bir şey anlayamıyorum. Hem nedir bu yetenekler? Uçan veya görünmez olan adamlar var mı gerçekten?

Aziz Hoca gülümsedi:

-      Uçan veya görünmez olanını duymadım ama çok daha inanılmaz yeteneklere tüm dünya tarihi kayıtları şahittir emin ol.. Ve inanılmaz olanı neydi biliyor musun? Bu yeteneklerin her biri aslında bizim köklerimizden doğuyordu.

-     Nasıl köklerimizden?

-     Köklerimiz.. Yani bizden.. Bir Amerikalının soyunda böyle yetenekli insanlar yok. Veya bir fransızın, ingilizin, almanın.. Hatırla: ''Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!''

-     Ama az önce tüm dünya istihbarat teşkilatlarının onları kullandığından filan bahsettiniz?

Aziz Hoca söylediklerinin anlaşılıyor olmasına sevindi:

-     Evet Korkut, kullanıldılar. Bu kimseler öyle basit bir şekilde tespit edilemiyorlar. DNA’larına gizlenen kodlar onları eşsiz kılıyor ama hiçbir zaman bu yetenekleri harekete geçirmeden ölüp gitmiş bile olabiliyorlar. Veya tesadüfen ortaya çıktığında, zorla veya ikna edilerek yetenekleri kullanılıyor. Ruslar bir defasında birisini canlı canlı keserek üzerinde genetik deneyler bile yaptılar..

Korkut Bey duyduklarına inanamıyordu:

-      Hocam kusura bakmayın da bu söyledikleriniz gerçek dışı.. Beni bir teste filan mı tabi tutuyorsunuz burda? Hayal gücümü mü test edeceksiniz? Külliye’ye çok zor şartlar altında geldim bunu bilmenizi isterim.

Aziz Hoca gülümsemesini kesti. Artık yüzünde daha ciddi bir ifade vardı:

-      Korkut Bey başta da söylediğim gibi ne kadar şaşırtıcı gelse de bunlar gerçekler. Bilim adamları yüzyıllar boyunca bu insanları arayıp bulmaya ve kullanmaya çalıştılar. Kimse sizi test etmek niyetinde değil. Sıradan bir üst yöneticinin nasıl oluyor da hiçbir referans göstermeden külliye’de üst düzey bir görev alabildiğini merak ettiniz mi?

Korkut Bey ‘in avuçları terlemeye başlamıştı:

-     Be.. Ben.. CV’mi gönder.. gönderdim..
-     Ve ‘’şak!’’ diye kabul ettiler sizi öyle mi?

Korkut Bey çocuğa doğru baktı gözleri hala onu seyrediyor ve gülümsüyordu. Aziz Hoca devam etti:

-      Lütfen bitirmeme müsaade et.. Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız nedir biliyor musun?
-      Sanıyorum 16 Türk devletini temsil ediyor..
-     Peki bu forsu kim çizdi? Kim üretti?

Korkut Bey fors hakkında okumuştu ama çizerinin kim olduğunu bilmiyordu. Aziz Hoca devam etti:

-     Ben söyleyeyim. Bu forsun ilk görüldüğü yer Atatürk’ün bir fotoğrafıdır. Ama onu Atatürk’ün çalışma masasına kim koydu? Neden Cumhurbaşkanlığı için kullanıldı biliyor musun? Kurucu atalarımız, 16 defa yıkılan devletin 17.si kurulduğunda, bu devletin köklerindeki 16 tılsımı da gelecek nesillere anlatmak istediler. İşte bu 16 yıldız, bahsettiğim 16 özel yeteneği temsil etmekte..

Korkut Bey alnında biriken teri sildi ve önüne baktı:

-     Söylediklerinize inanmakta güçlük çekiyorum.

Aziz Hoca elini Korkut Bey’in omzuna koydu:

-     Dediğim gibi yüzyıllar boyunca bütün dünya gizli teşkilatları, bu 16 yetenekli DNA kodunu taşıyan insanları arayıp durdular. Bu konuda her zaman dünyanın gerisinde kaldık ama artık bir fark yaratabiliriz.

Korkut Bey:

-      Nasıl?

-      Bundan 16 ay önce Kathy Niakan adındaki bir bilim kadını bir genetik bir hastalığın çözümü için bir deney yaptı. Aradığı şey kısırlık tedavisiydi ama bambaşka bir şey buldu. Bilim, artık insanlardaki DNA kodlarını çözümleyebiliyor. Bu sayede hastalıklar, genetik arızalar önceden kestirilip tedavi edilebiliyor. Bu bir devrim niteliğindeydi. Ancak ben ve arkadaşlarım Kuzey Karolina’da bu çalışmayı bu özel yetenekli insanları bulabileceğimizi düşünerek kullandık. Sonuç başarılı oldu. Yüzyıllardır aradığımız insanlar gözümüzün dibindeymiş. Artık bu insanları bulabiliriz. Hem de bütün dünyadan önce!

Korkut Bey o ana kadar fark etmediği bir şey farketti. Bu kadar gizli bir toplantıya Aziz Hoca torunuyla mı gelmişti? Kızgın bir ifade ile sordu:

-     Peki Hocam! Diyelim ki dediklerinizin hepsi doğru ve bunu kabul ettim. Bu kadar gizli bir toplantıya torununuzu getirerek turistik bir gezi mi yaptırdınız? Kusura bakmayın ama sizi ciddiye alamıyorum..

Aziz Hoca çocuğa doğru bakıp Korkut’un kulağına eğildi:

-      O benim torunum değil. Kathy Niakan ‘ın genetik bir kanser hastalığı ortaya çıkmıştı. Bütün ailesini bu sebeple kaybetti. Kendisi de bu yüzden öldü. Bu çocuk onun biyolojik, benim manevi çocuğum. Üstelik annesinden kalan mirası taşıyor, bir de işitme engelli.. Ayrıca…

Korkut Bey:

-      Ayrıca ne?

Aziz Hoca derin bir nefes aldı:

-     Ayrıca bu çocuk aradığımız 16 Türk devletindeki yeteneklerden birisi!
Korkut Bey çocuğa daha dikkatli baktı. ‘’Hem bütün ailesini kaybetmiş, hem kanser, hem de işitme engelli 9 yaşında bir çocuk!’’ diye düşündü. İçinden ‘’Bu özel yetenek ne olursa olsun bedeli çok fazlaymış’’ diyebildi. 

Korkut Bey:

-     Beni duyabiliyor mu?
-     Sizi duyamaz ama dudaklarınızı okuyabilir. Tabi İngilizce konuşursanız..
-     Yeteneği ne?
-     Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey, bir gece rüyasında ulu bir çınar gördü..
-     Hikayeyi biliyorum hocam.. Göğsünden büyüyen çınar dünyayı kuşatır.
-     Osman Bey o gün rüyasında geleceği gördü Korkut Bey.

Korkut Bey şaşırdı.

-      Yo.. Yoksa.. Yoksa bu çocuk!?

Aziz Hoca gülümsedi:

-     Nobel ödülü aldığımda beni ayakta alkışlayanlar arasında annesini gördüm. Hastalığın vücudunda verdiği hasar yüzünden ayağa kalkamamıştı. O gün bana bu çocuğu emanet etti. Kaderin cilvesine bak ki rüyayı yorumlayan Şeyh Edebali kızı Bala Hatun’u Osman Bey’e emanet etti. ‘’Bala’’ küçük çocuk demektir. Annesinin deneylerini devam ettirdim. Bu 16 yetenekli kişiyi ararken, yanıbaşımda birini buldum.

Korkut Bey sordu:

-     Ona deney mi yaptınız?

-     Elbette hayır. Annesi öldüğünden beri yalnız yatamıyordu. Benimle hanımım arasına sıkışıp uyurdu. Bir gece kalkıp yarı uyanık bana rüyasını anlattı. Rüyasında gördüğü şeyler sadece DNA uzmanlarının anlayacağı türdendi. Not alıp yarın çalışmalara giriştim. Ve buldum.. Artık bu kişileri bulmamız için gerekli tek anahtar elimizde!

Çocuğa bakarak devam etti:


-      Osman Bey’in görü yeteneği 9 yaşında bir çocukta hayat buldu!
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan