RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

21 Kasım 2020 Cumartesi

70 Kere Tövbe

Asr-ı saadette gece geç vakitte bir müslüman öldüyse, hz.peygambere rahatsızlık olmasın diye cenaze kaldırılır defnedilirdi. Peygamber efendimiz de, vefatı duyunca gidip kabri başında cenaze namazını kıldırırdı. Bir sabah Abdullah b. Übeyy'in öldüğünü ögrendi. Oğlu bizzat gelerek, resul-u ekrem'den babasının cenaze namazını kaldırmasını istedi. Rahmet peygamberi "olur" dedi. Bunu duyan Hz.Ömer hışımla yerinden kalkarak itiraz etti ve peygamber efendimize Tevbe suresinin şu ayetlerini hatırlattı:

"Onların bağışlanması için Allah’a ister dua et ister etme; onların affedilmesi için YETMİŞ KERE de dua etsen Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr etmişlerdir. Allah günaha batmış kimseleri doğru yola iletmez."


Hz.Ömer'in bu çıkışı gayet anlaşılabilirdi. Nitekim hayatını kaybeden Abdullah b. Übeyy, müslümanlar arasında sevilmeyen, münafık olduğu bilinen bir kimseydi.

Aslında Abdullah b. Übeyy ile Hz.peygamber arasındaki huzursuzluk Medine'ye hicret zamanına dayanır. Yesrib (Medine)'in etkili iki kabilesi olan Evs ve Hazrec kabileleri, kendi anlaşmazlıklarını Abdullah b. Übeyy'i Yesrib Kralı yapmak üzerine sonlandırmışlardı. Hatta Abdullah b. Übeyy'i kral yapmak için her iki taraf da büyük bir hazırlığa girişti. Ne var ki, adamın hevesi kursağında kaldı. Çünkü hicret ile Yesrib'e krallar gibi gelen resul-u ekrem, Abdullah b. Übeyy'in  krallık hayallerini de suya düşürmüştü. 

O günden itibaren Abdullah b. Übeyy, peygamber efendimize elinden geldiğince kaba ve edebe aykırı davrandığı rivayet edilir. Bir gün peygamber efendimiz yolda yürürken, evinin önünde oturan Abdullah b. Übeyy ile karşılaştı. Her zamanki güler yüzü ile selam verdi. Adam, kendisine yapılan lütfun farkında bile değildi. Ağzının kenarıyla selamı aldıysa da surat asmaya devam etti. Bu durum rahmet peygamberini duygulandırmış olacak ki, hâl diliyle kendisini evine davet etmesini bekledi. Davet gelmeyince de kendisi teklif etti. Bazı insanlar böyledir. Başına talih kuşu konar, farkında bile olmazlar. Abdullah b. Übeyy de bu teklif üzerine "Git seni davet edenlerin evine gir" diyerek nasipsizliğini göstermiştir. Buna rağmen Hz.peygamber bu ahlaksız adamla daha sonra tebliğ edebilmek için ilişkisini kesmedi. 

Bedir savaşı kazanıldığında, müslümanların güç kazanmasıyla yalnızlaşmak istemeyen Abdullah b. Übeyy istemeyerek de olsa müslüman olduğunu dile getirdi. Bu defa müslümanlar arasında, eski makamına hürmeten itibar kazanmaya başladı. Mescitte ona özel bir yer bile ayrılırdı. Cuma namazlarında hutbeden sonra ayağa kalkar "Ey  insanlar, Allah’ın aranızda bulundurduğu ve sizi onunla şereflendirdiği Resûlünü dinleyiniz ve ona itaat ediniz!" diye haykırırdı. Bu şekilde eski konumuna yakın bir konum sağlamaya çalıştığı rivayet edilir.

Uhud savaşına giderken mola verildiği bir esnada "Muhammed gençlere uydu, beni dinlemedi.. Şimdi ne için öldürüleceğiz onu dahi bilmiyoruz" diyerek tepki toplamıştı.

Abdullah b. Übeyy her ne kadar müslüman gibi görünse de, müslümanların aleyhine çalışan yahudilerle dostluğunu asla kesmedi. Esir yahudilerin salınmasını istemiş, yahudilerle yapılacak savaştan önce onlara savunmaları için bilgi sağlamış ve savaştan dönen muhacirler hakkında çirkin sözler söylemiştir. Hatta Hz.Ömer artık dayanamayarak "Ey Allah'ın Resulü! Bırak şu münafığın boynunu vurayım!" demişse de, âlemlere rahmet peygamber "Muhammed kendi arkadaşlarını öldürüyor derler" diyerek engel olmuştur. 

Münafıklığı ayyuka çıksa da peygamberden bir emir almadıkça müslümanlar da ona zarar vermemişlerdir. Öyle ki Hz.Aişe annemize atılan iftiranın planlayıcısı ve yayıcısı olmasına rağmen kimse ona zarar vermemiştir. Kur'an-ı Kerim'de Abdullah'a ithafen "İftiranın en büyük olanını üstlenen adam için büyük azap vardır" ayetlerinin nazil olduğu bilinir. Açıkça münafık olduğu dile getirilmese bile, Yüce Allah kendisinin "müfteri" olduğunu açıklamıştır. 

Yine de peygamber efendimiz onunla ilişkisini kesmedi. Çünkü o değilse bile Medine'nin 3'te 1'ine etki eden bu adamın çevresindekilere tebliğ görevini devam edebileceğini düşünüyordu.

Münafıklığin bir alâmeti olarak, Abdullah b. Übeyy Tebük seferine katılmadı. Katılmadığı gibi, katılanları eleştirmekten de geri durmadı. Takip eden ay, hastalandı ve yataklara düştü. Abdullah b. Übeyy'in konumunu koruma hevesi o kadar güçlüydü ki, hasta ziyaretine gelen peygamberden cenaze namazını kıldırmasını, gömleğini kefen olarak giydirmesini, hatta kendisi için istiğfar etmesini istediği rivayet edilir.

İşte bu münafığın oğlu gelmiş, peygamber efendimizin karşısında bu isteğini dile getirince peygamber de dayanamamış ve kabul etmişti. Münafıklara karşı sertliği ile bilinen Hz.Ömer Tevbe suresinin 

"Onların bağışlanması için Allah’a ister dua et ister etme; onların affedilmesi için YETMİŞ KERE de dua etsen Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr etmişlerdir. Allah günaha batmış kimseleri doğru yola iletmez."

ayetlerini okuyunca, âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamber 

"geri çekil ya Ömer, öyleyse yetmişten fazla istiğfar edeceğim" 

dediği rivayet edilir.

1 Şubat 2020 Cumartesi

Evvel Zaman Günceleri: 2039

İklimler belirgin ölçüde değişti. Kuzey afrika kıyıları o kadar ısındı ki, çoğu insan kuzeye doğru göç etti. Kalanlar yeraltına çekilmeyi tercih ettiler. Yeraltında devasa şehirler oluşturuldu.
"Sıcak bişey değil de nem çok nem.."

Yeraltı kaynakları, bu şehirlerin ekonomisini finanse ediyordu. Yeraltı suları ve mikro-organizmalar, yüksek bedeller karşılığında ihraç ediliyordu. Yüzeyin altına çekilen insanoğlu, bir süre için daha mutlu olabileceğini düşündü. Nijer, Çad ve Sudan tarihlerinin en zengin dönemlerini yaşıyorlardı. Ortalama gelir düzeyi 21.yy avrupasını çoktan geride bırakmıştı. Eskinin kıtlık yaşayan, içecek su dahi bulamayanların torunları; lüks, sağlık ve teknolojinin içine doğar oldular.

Yeraltına çekilmenin daha doğru olduğu görüşü, gezegene kapitalizmden bile hızlı yayıldı. Kimi ülkeler bazı şehirlerle denemelere başlarken, kimileri başka ülkelerin yeraltı şehirlerine göç etmeye başladı. Ancak bu her coğrafyada mümkün görünmüyordu. Gaz patlamaları ve çökmeler yüzünden sayısız işçi, bu uğurda hayatını kaybetti. Dünyada başarılı olanlar da oldu, tüm uğraşa rağmen başarısız olanlar da. Afrika ve güney amerikada yoğunlaşan yeraltı şehirleri, adeta yeni bir dünya, yeni bir umut anlamına geliyordu.


Bütün birikimlerini yeraltı şehirlerinde bir ev almaya harcayanlar, nesilleri değiştirecek bir adım attıklarını fark etmeden kas ve kemik erimesinden hayatını kaybettiler. Güneşin yokluğu başta D vitamini olmak üzere, temiz hava ve ışık eksikliği bir çok rahatsızlığı da beraberinde getirmişti. Takviyelerle sağlıklı kalabileceklerine uzun süre inandılar. Çünkü dünyada olmayan bir refah düzeyine sahiptiler. Her istediklerini alabiliyor, her teknolojiye sahip olabiliyorlardı. Ancak insanoğlu, fareler gibi yaratmamıştı. Güneşten kaçan insanoğlu, bir süre sonra ona muhtaç olduğunu da anladı. Artan hastalıkların sebebinin yeraltı şartları olduğu kabulü, bu hastalıklardan on binlerce insan hayatını kaybettikten sonra oldu.


Yeniden yüzeye çıkmak, yüksek refah düzeyine sahip bu şehirleri terketmek, yıllarca verilen mücadelede geri adım atmak anlamına geliyordu. Yeraltı konfederasyonu, "daha mutlu bir yaşam" sözünün arkasında durulacağını taahhüt etti. Bilim adamları, ispanyolca "yumurta" anlamına gelen, "huevo" adında kapsüllere, bu hastalıklara yakalanan hastaları yerleştirme kararı aldılar. Hareket edemeyen bu hastalar, ömürlerinin son demlerinde matrix benzeri bir sanal dünyada mutlu bir hayat sürdüler. Huevo'nun içindeki hastaya enjekte edilen nano reseptörler sayesinde; hasta gelmiş geçmiş en gerçekçi sanal deneyimi yaşıyor, dış dünya ile bağlantısını tamamen koparabiliyordu. Bir kaç yıl mutlu yaşayan ve ağrılarını hissetmeyen bu hastalar, zamanla hasta olabileceklere de umut oldu.

Hastalıklara yakalanmanın sadece bir zaman meselesi olduğunu düşünen insanlar, "zaman yumurtası" adını verdikleri "HdT" adlı organizasyona dahil oluyorlar ve erkenden sanal dünyaya bağlanıyorlardı. Yeraltının refah seviyesi yüksek şehirleri, zamanla tabut gibi kapsüllerde mutlu bir şekilde yatan insanların oluşturduğu bir yaşayan mezarlığa döndü. Güneşi görenler, bu insanların hayatlarını yadırgadılar ama dünyada git gide yayılan çaresizlikten dolayı da saygı duydular.


Yeraltı şehirleri, tamamen kendilerini yumurtalara hapsettiğinde, bir grup insanın yumurta bakımı için uyanık kalması gerekiyordu. Yerel yönetimler; bu işi üzerlerine "fedakarlık" yaparak aldıklarında, zamanla hastaların mutluluklarını kıskandılar ve doğan çocuklarını hemen yumurtaya bağlamaya başladılar. Artık bebekler, gözlerini sanal ve mutlu bir dünyaya açıyorlardı. Yumurtada hapsedildiklerinin farkında dahi olmayan bu nesil, post apokaliptik bir matrix filminde gibiydiler. İlk nesiller, yumurtada yattıklarını biliyorlardı. Ancak bunu gelen nesillere anlatamayınca, sistemin içinde gerçeklik algısı da değişti. Yüzyıllar sonra bile Platon'un Mağara Alegorisi gerçeğe dönüşmüştü.

Dünyanın, artık yaşanmayacak bir yer olduğu fikri bu senelerde ortaya çıktı. Transhümanizmin geldiği nokta insanoğlunu korkuttu ve Ay'a yerleşme fikri böyle doğdu. Sadece 5 yıl sonra, bir grup insan Ay'daki kolonilerini kuracak ve başka bir geleceğin tohumlarını atacaklardı.
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan