RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Tahrik ve Tahrip

Eskiden kıraathane sohbetleri vardı ve burada Mesut Yılmaz’dan ‘’gözlüklü var ya hani?’’ diye bahsederlerdi. Bülent Ecevit ‘e ‘’Karaoğlan’’, Necmettin Erbakan ‘a ‘’Hoca’’, Süleyman Demirel’e ‘’Çoban Sülo’’ denmesinin ardında saf bir cehalet vardı. Liderlerin temsil ettiği ideolojiden bihaber kıraathane abisi, devlet meselelerinden ‘’iyi-kötü’’ çerçevesinin dışına çıkmadan konuşurdu. Çünkü o zamanlar internet, sosyal medya, 3g felan yoktu; bilmiyordu kıraathane abisi ne yapsın?

3110 telefon aldırmak için babasıyla kavga eden nesiller geldi ardından.. Sms’ler, chat odaları, messenger’lar, isq’ler  türedi.. Babası Çiller’in amerikan vatandaşlığı kadar öğrendiği siyasetle yetinirken, sivilcesi yüzünden arkadaşıyla buluşmaya gitmeyen oğlu internet ortamında sosyalleşmeye başladı.. Slm, nbr, aeo’lar literatüre henüz dahil oluyordu.

Daha sonra gelen ‘’esas’’ nesil, öyle politize olmuştu ki, artık aralarında ‘’benzine zam’’ konusu değil, ‘’cari açık’’ konuşulur oldu.. ‘’Askeri vesayet’’ baskısı, ‘’Anayasa Mahkemesi’’nin meşruiyetinden filan söz edilir oldu. 
Şöyle çıkıp sokakta ‘’arkadaş bu Ersun Yanal, Salih Uçan’ı neden oynatmıyor?’’ diye sorsan, Türk takımlarının altyapı problemlerinden tutun da, yönetim zaafiyetlerine, yabancı kontenjanlarına, futbol sistemlerinden matematiğine kadar duymadığın şey kalmaz.. Neden? Çünkü herkes futboldan anlıyordur artık.. ‘’şu takımın başına’’ o adamı versen bak gör şampiyon yapıyor mu yapmıyor mu? İşte siyasetin geldiği nokta da bu.. Siyaset artık bir bilim dalı olmaktan çoktan çıktı.. Artık nasıl herkes Fenerbahçe’ye kafadan teknik direktör olabiliyorsa, ülkeye de başbakan olabiliyor oturduğu yerden.

Siyaseti öğrenen(!) neslin, işin püf noktalarını da çözmeye başlaması çok sürmedi. Manipülasyon teknikleri, sıradan siyaset diline dönüşüverdi bir anda.. 



Formül şu: görsel medya kıvılcımı patlatır, sosyal medya harmanlar, sokaklar yangın yerine çevrilir..

Böylece vandalizm, terörize fiiller; olur sana ‘’demokratik eylem’’
Sonra bi bakmışsınız ki maske takıp polisine, esnafa taş atanlar ‘’ekmek almaya çıkmış’’ olarak lanse edilmiş.. Molotof atanlar, alkol kullanan gençlermiş..

Siyasetin gerilim dili elbette kabul edilir birşey değil..  Ama yapılan siyasi ahlaksızlığı görmezden gelmek de kimseyi daha ahlaklı bi noktaya taşımaz.  
Karşısındaki polise ana-bacı küfredip taş, molotof atıp canına kast eden göstericilere göz yaşartıcı gaz sıkan polis mi suçludur? 

"Tamam sakin ol gel anlat derdini" diyen başbakana derdini anlatmak yerine bağırarak "nasıl sakin olayım anamızı ağlattınız" şeklinde cevap veren birine  "e hadi ananı da al git o zaman" diyen mi provokatördür?

Devletin valisine ulu orta ana-avrat sövene "kim o g***t?" diye soran bürokrat mı küfürbazdır?

Elindeki kemeri şaklatıp tehdit edene karşı "oğlum bak git" diye defalarca uyaran temizlik işçisi mi kavgacıdır?

Canına yandığımın siyaset bilen(!) nesli tahribe baktığı kadar tahrike baksa bir orta yolu bulacak ama nerde?

Peki problem nedir? Onu da bir hikayeyle özetleyelim:

Bir kaç yüzyıl önce Papa bütün Yahudilerin Roma' yı terk etmeleri gerektiğine karar vermiş. Doğal olarak Yahudi toplumundan buyuk bir tepki gelmiş. Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerilmiş.
Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gideceklermiş.
Yahudiler çaresiz kabul etmiş ve temsilci olarak aralarından yaşlı Moiz' i seçmişler.  
Moiz' in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif etmişler. Hikaye bu ya; Papa da kabul etmiş
Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini almışlar ve bir süre bakışmışlar. 
Neden sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını göstermiş. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırmış. 
Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirmiş. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri göstermiş.
Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de bir elma çıkartmış.
Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak, "Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler" deyip müzakereyi bitirmiş.
Müzakere sonrasında Papa' nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa; 
"Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlü' yü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek Tanrı' yı tanıdığını söyledi. Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek Tanrı' nın bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde, o da oturduğu yeri işaret ederek Tanrı' nın onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp Tanrı' nın bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da, hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Herifin her şeye bir cevabı var! Ne yapabilirdim ki?" demiş.
Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz' in etrafını sarmış ona nasıl başardığını sormuşlar. Moiz; 
"Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra parmaklarını kaldırıp bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de, "hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim" demiş.
 "Sonra ne oldu?" diye kalabalık heyecanla sormuş.
 "Valla, sonrasını açıkçası ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve oğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!.." demiş.

Yani sözün özü: Aslında insanların ne konuştuğu değil, ne anladığı önemlidir.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

S.O.M.A.

(Siyasal Olaylara Müdahale Aracı)

İstismar kelimesi arapça ‘’meyve’’ anlamındaki ‘’semer’’ kökünden gelir. Semere ise meyve, ürün toplamak anlamına yakındır. Dolayısıyla istismar kelimesine, ‘’meyve/ürün’’ vereni sömürmek diyebiliriz.


Vikipedi istismarı şöyle sınıflandırıyor:

  • Fiziksel istismar: Bir kişini rızası olmadan şiddete maruz kalarak fiziksel olarak acı verilmesi
  • Cinsel istismar: Bir kişinin rızası olmadan veya fiziksel ve psikolojik baskıya maruz kalarak cinsel amaçlar için kullanılması
  • Psikolojik istismar: Bir kişiyi yapmak istemediği bir şeyi yapmaya razı etmek için duygusal durumundan yaralanarak psikolojik baskı uygulanması
  • İnsan hakları ihlalleri
  • Hayvan istismarı: Hayvanlara yönelik şiddet, kötüye kullanım
  • Gücün kötüye kullanımı
  • Zorbalık
  • Çocuk istismarı: Çocuklara yönelik fiziksel, duygusal ya da cinsel istismar

Oysa literatür, güzel ülkemde çok farklıdır ve bu listeye bir madde daha girer: Siyasi İstismar

Siyasetin kaybeden yüzü halkı kazanamayınca istismar yoluna girer. Nerede istismar edilecek bir konu varsa hükümetin aleyhine kullanarak onu yıpratma amacı taşır.

Islah için ağaç kesilir, diktatörlük diye istismar edilir..

Gazeteci öldürülür, ermeni diye istismar edilir..

Hz.Peygamber dizide kamyona bindirilir, rüyadır diye istismar edilir..

Gazeteler siyasilere küfreder, basın özgürlüğü diye istismar edilir..

Yargıda, emniyette, askeriyede gayri milli kadrolaşılır, cemaatiz diye istismar edilir..

1 Mayıs, bayram niyetine istismar edilir..

Şehit gelir, çözüm süreci istismar edilir..

Nevruz gelir, kürtlük, alevilik istismar edilir..

Ali İsmail ölür, istismar edilir..

Berkin ölür, istismar edilir..

Edilir de edilir..

11 yıldır bu istismardan faydalanmaya çalışan bir muhalefetimiz var ne yazık ki.. Düşün milliyetçi bir partinin milletvekili meclise bir öneri sunuyor, diyor ki: ‘’Milletvekillerimiz mecliste yemin ederken Kur’an-ı Kerim üzerine yemin etsin’’

Mevcut sistemde böyle birşeyin hukuken mümkün olmadığını bilmiyor mu bu milletvekili? Adı gibi biliyor hem de.. Öneriyi vermesi ve reddedilmesi toplam 15 saniye.. Ama bunu sosyal medya aracılığı ile istismar etmesi 1 yıl!! ‘’Gördünüz’’ diyor ‘’Kuran üzerine yemin edelim dedik, bu dindar hükümet kabul etmedi! Bunların dindarlığı bu kadar!!’’

Ve tabi eklemeyi unutmayalım; din istismarı..



14 Mayıs sabahı uyandığımda Manisa’nın Soma ilçesindeki trafo patlamasında 205 kişinin hayatını kaybettiğini öğrendim. Türkiye kahrolmuştu ve şu satırları yazarken 3 gün milli yas ilan edildi. Cenazeleri toprağa verene dek, yasin-i şerif ve fatihalar dışında elden birşey gelmiyor ne yazık ki..

Ama işim gereği aktüel bilgiden de kopmamalıyım, bu sosyal medya ne yapıyor diye bakayım dedim. Facebook grupları nefret pompalıyor, avatarlarlara siyah kurdela bağlanıyor, twitter hashtag’lerinde siyasi kokuşmuşluk emareleri görülüyordu:

#İsKazasıDeğilCinayet

#UlusalYasGenelGrev

Madenİşcileri ÖlmediÖldürüldü

ÖlüSeviciler İşbaşında

Ne zaman kaybettik ölünün ardından hüzünlenip ölümü düşünmeyi bilmiyorum. Daha cenazeler morglarda yatarken, bir çok aile daha eşinden, babasından, ağabeyinden, oğlundan haber beklerken; Allah’tan reva mıdır bu siyasi hesaplar.. İmam ‘’el-fatiha’’ demeden ne ara intikam peşine düştük efendiler? Bunları yazabildiğime göre ben de nasıl bir ironinin içinde feryat ediyorum Allah bilir..

Soma’da hayatını kaybedenlerle birlikte anladık ki, bizim kaybettiğimiz manevi değerlerimiz çok daha vahim..205 can bu dünyada yok artık ve daha da artması bekleniyor diyor televizyonlar.. Allah göstermesin. İnşallah hepsi sağ salim kurtulsunlar.

Ama ne olur ‘’en azından şu cenazeler kalkana dek’’ şu siyasi hesapları bir kenara bırakın da doğru düzgün acımızı yaşayalım, duamızı edelim.

Yüce Allah’tan, hayatını kaybedenlere rahmet, ailelerine sabr-ı cemil temenni ederim.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Papa, Hristiyanlık ve Ayasofya

‘’Saint Malachie’’ olarak bilinen irlandalı bir papaz, ömrünün neredeyse tamamını Nostradamus kehanetlerini araştırmakla geçirmişti. Araştırmalarına dayanarak, 1143 yılından itibaren, Vatikan ’ın ve katoliklerin ruhani lideri gelecekteki 111 papa için kehanet niteliğinde bir liste yapmıştı. Onun listesine göre 111.Papa, 16. Benedictus oldu. Kehanet, 111. Papa’dan sonra Petrus’un çağının başlayacağını ve Roma’nın yıkılışını öngörüyordu..

Bu yazımızda Papa 16. Benedictus ‘un istifa nedenlerine ve bazı güncel konulara değineceğiz. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Mesele o kadar derin ki altını kazıdığımız her an başka bir teori ile karşılaşabiliyoruz. Örneğin 16. Benedictus Ratzinger’in Roma’ya gelmeden önceki hayatına baktığımızda Nazi kalıntılarını, Vatikan macerasındaki selefi 2.Jan Pol’ün rolü ve Mehmet Ali Ağca suikastine kadar bir çok detay mevcut.. Bu yüzden isimler ve olaylar biraz kafa karıştırıcı olursa şimdiden özür dilerim. Şimdi detaylardan daha çok, Papa’nın istifa nedenine odaklanalım.

Sembolik anlamlara çok önem verdiği bilinen hristiyanlık aleminin ruhani lideri 16. Benedictus, ani bir kararla Papa’lık görevini devam ettiremeyeceğini açıkladı. 11 Şubat tarihinde bu istifa gerçekleşti ve katolik alemi bir süre lidersiz kaldı. 28 Şubat’ta görevden ayrılan Papa, istifa tarihi olarak neden 11 Şubat’ı seçilmişti? Bununla ilgili hiçbir açıklama gelmedi. Tek bildiğimiz, Papa’nın ‘’tanrının yeryüzündeki gölgesi’’ olabilmesi için çok yaşlandığı ve sağlık problemleriydi. (bu hiç inandırıcı gelmedi, sanki diğer Papalar 100 metre olimpiyat şampiyonlarıydı)

Dünya her ne kadar saatlerce Sistine Şapeli’ndeki duman tiyatrosunu beklemiş olsa da, 16. Benedictus’un istifa ettiği gün (11 Şubat) yeni Papa çoktan belirlenmişti: Jorge Mario Bergoglio (Arjantin)

Dünyanın güney yarım küreden gelen ilk papası, göreve geldiğinde adet olduğu üzere latince ‘’Franciscus’’ adını aldı. Dünyaya duyurulan sebep; adını hristiyan azizi ‘’Assisili Francesco’’ ya atıfla aldığı idi.

Dünya bu yalana inandı desek yeridir. Arjantinli bir kardinal neden italyan bir kasaba azizinin ismini almış olabilir ki? İşte bu sorunun cevabı, Papa 16.Benedictus’un da istifasının sebebidir.

Buraya dikkat: Bergoglio, Franciscus adını söylendiği gibi bir azizden değil, Cizvit Tarikatı’nın kurucusu sayılan ve asyada hristiyan misyonerliğini başlatan Franciscus Xaverius ‘tan almıştır. Xaverius, Bergoglio’ya kardinallik yolunu açan İspanya’da yaşamış bir rahipti. Cizvit olduğunu saklamayan Bergoglio ‘nun akademik kariyerinde de Xaverius’un etkin bir şekilde yer aldığını görüyoruz.

Peki ama bu neyi ifade ediyor? Aslında basit.. Hristiyan alemi, cizvit bir rahibi ruhani lider seçerek, vatikan siyasetinin ‘’katı islam karşıtlığı’’ndan, cizvitlerin yeniliğe açık, hoşgörülü siyasetine geçişini kabul etmiş oldu.

Cizvit’lere daha sonra geleceğiz ama daha once 16.Benedictus’un istifa tarihindeki gizeme odaklanalım:

11 Şubat ünlü bizans imparatoru Heraklius’un ölüm tarihidir. Heraklius’u tarih sahnesine kazıyan olayı ise İslam tarihindeki Yermük Muharebesi’dir. Bizans ve araplar arasındaki en büyük savaş olarak bilinen mücadelede, bizansın düzenli ordusundaki 240.000 askerine karşılık, Halid bin Velid ‘in başkomutan olarak savaştığı islam ordusunda, yaklaşık 46.000 kişi vardır. Bilindiği üzere savaş, müslümanların lehine sonuçlanmış ve arabistan birliği sağlanmıştır. Böylelikle hristiyanlık (paganizm) kutsal topraklar üzerindeki hakimiyetini de kaybetmiştir.

Papa 16.Benedictus, katı islam karşıtlığının ortadoğuda işe yaramaması sonucu, evanjelist bir eğilimle istifaya zorlanmıştır. Ratzinger’e göre, 16.Benedictus ‘un istifası, batının islam alemine yenilgisi, Büyük Ortadoğu Projesi’nde duraksama anlamına gelmektedir ve bu ancak, arabistanı sonsuza dek kaybeden Heraklius’un ölümü ile hatırlanabilir. Bu yüzden 11 Şubat tarihini seçerek hristiyan alemine sembolik bir mesaj verirken, papalığın kaderinin Heraklius gibi olacağına vurgu yapmıştır. Ratzinger’in, kendini imparator Heraklius ile özdeşleştirmesi ne ilk ne de son olacaktır. Zira Almanya’nın Regenburg kentinde yaptığı bir konuşmasında ‘’Hazreti Muhammed’in gayri insani ve şeytanca olanın dışında yeni bir şey getirmediği’’ şeklinde alıntı yaptığı Bizans imparatoru da Heraklius’un ta kendisidir.

İslam dünyası üzerindeki oyunlarda (veya islam ile mücadelede) 2009 yılında strateji değişikliğine gidilmişti. Bush gibi ‘’Haçlı Seferleri’’nden değil, Obama gibi, Mısır’da kendisini dinleyen İslam alemine ‘’selamun aleyküm’’ diyerek ‘’ılımlı islam’’dan bahseden bir amerikan başkanı seçilecekti.

Aziz Petrus’un 265.halefi Bergoglio, yani Franciscus ise derin Vatikan’ın, değişen ortadoğu siyasetine uyumlu bir Papa olmalıydı. Benedictus’un istifa mektubunda yer alan ‘’Vatikan, günümüz dünyasında yaşanan birçok değişikliğe maruz kalırken ve kaderin varlığına olan derin anlama ait sorularla sarsılmışken, Aziz Petrus’un düzenini sürdürmek zor” sözlerindeki ‘’değişiklik’’ vurgusuna uygun bir Papa, ancak yenilikçi, uyumlu, cizvitli bir kardinal olmalıydı.

Cizvit tarikatının özellikle seçilmesinin ardında, sadece yenilikçi, diyalogçu bir yaklaşıma sahip olması yatmıyor. Tarikatın, dünyaya yayılan ve aynı zamanda ‘’küresel güçlerin Türkiye üzerindeki son oyunu’’ dedikleri ‘’paralel yapı’’ ile de organik bir bağı var. Paralel Yapı’nın, Vatikan’ın ‘’diyalog ve hoşgörü’’ temalı ‘’Dominus Iesus*’’ bildirgesinde yer alan maddelere doğrudan katıldığını bir çok işinde şahit olduk. Ancak Cizvit Tarikatına eğildiğimizde, kuruluş nedeninden kullandığı yöntemlere kadar bir çok sistematik benzerlik göze çarpıyor. İşte bazıları:

-          Cizvitler, kilisenin reform hareketlerine karşı tehdit olduğu bir ortamda ortaya çıkmış ve onlara karşı kilisenin yanında bilimsel ve stratejik mücadele vermiş bir cemaattir. Paralel Hareket de, islami toplumun zor durumda olduğu zamanlarda, camiasininda gerek materyalist felsefeye, gerekse din dışı diğer cerayanlara karşı, dini değerleri korumak adına hareket etmiştir.

-          Eğitimin kitleler üzerindeki etkisinin farkında olarak çalışmalar sürdürülmektedir. Cizvit tarikatı, 18. yüzyılın başlarından itibaren bütün Avrupa'da, üniversiteler haricinde, 612 kolej ve  157 pansiyona sahiptir. Paralel Hareket de, tıpkı Cizvitlerin tarihte yaptığı gibi, yüzlerce okul, üniversite ve eğitim birimi açarak çeşitli ülkelerde nüfuzlarını  güçlendirmektedir.

-           Cizvitler, dini değerleri koruma adına "Manevi Değerler " ( Exertia Spritualite) isimli kitabı motivasyon kaynağı olarak görürken; Paralel Hareket, dini değerleri koruma adına Said Nursi'nin "Risale-i Nur" isimli eserini ilham kaynağı olarak görmekteydi.

-          Cizvit cemaatinde ciddi bir organik yapı olmakla beraber, gizlilik esasına dikkat etmek esastır. Bu gizliliğin Paralel Hareket’teki terminolojide karşılığı "Tedbir" dir. Risale-i Nur dilinde buna "Sırran Tenevverat" deniyor. Yani nur gibi veya güneşin ışığı gibi, fark ettirmeden, okşayarak, kalpleri ve gönülleri ısındırarak ve sevdirerek yayılma istidadı gösteren bir sevgi hizmeti olarak kendilerini tanımlarlar.

-          Cizvitler özellikle sade ve yalın yaşantılarıyla tanınırken, Paralel Hareket’in ileri gelenlerinde de dünyadan vazgeçmişlik ve adanma özellikleri görülür. Her iki camiada maddi açıdan kimi zengin iş adamları tarafından desteklenmesine rağmen, cemaatin aktif zümresinin lüks yaşama gibi hevesleri olmadığı algısı daima diri tutulur. Tıpkı birilerinin milyon dolarlık malikanelerde, tek odada, tek ceketle ibadet ediyor olduğu propagandası gibi..

Bu listeye teolojik açıdan yaklaşıldığında da benzerlikler görülebilir ama onu işin uzmanlarına bırakalım.

Bu kadar hristiyanlık verisini vermemin aslında bir nedeni daha var: Ayasofya

Ayasofya ortodoks hristiyanlığın en büyük sembolü. Bugün yunan internet sitelerinin çoğunda Ayasofya’nın minareleri silinmiş resimlerini görebilirsiniz. Ayasofya her zaman, her çağda bu sembol görevini görmüştür. Osmanlı döneminde cami iken bile, ortodoksların gözünde hep ortodoks kilisesi olarak kalmıştır.

16.Benedictus, 30 Kasım 2006 ‘da Ayasofya’yı ziyaret etmişti. Aynı gün, Fener Rum Patrikhane’sine gidip bir ayine katıldı. Ekümenik iddiasındaki bir patrik ile Vatikan’ın ruhani liderinin bu yakınlaşması, bir anlamda ortodoks-katolik bütünleşmesi, hristiyan birliği anlamına geliyordu. Bunun anlamı katoliklerin ortodoksları resmen tanımasıydı. Tarih boyunca ayrı düşen iki farklı din anlayışı, tarihte ilk defa olumlu sonuçlanan ‘’Kalkedon Konsili’’nde aynı amentüye imza atmışlardı. Benedictus’un Ayasofya ziyareti, Kalkedon kararlarını hortlatmak amacı taşıyordu. Ama başarılı olamadı.

Kalkedon’un şimdiki Kadıköy olduğunu ve Heraklius’un oğlu Konstantin’in burada vefat ettiğini söylersem, Papa Benedictus’un bütün teamülleri delip ortodoks bütünleşmesini neden hedeflediğini daha iyi tahlil edebilirsiniz. (Ayrıca bir dipnot olarak aklınızda bulunsun: Türkiye’de hristiyanlık kitapları basan en büyük yayıncı şirketler de, ‘’Kalkedon’’ adını kullanırlar)

Her hristiyanın kiliseye gittiğinde yeniden doğduğuna inandığı bir dinde, ‘’ana rahmi’’ ni sembolize eden Ayasofya, bu nedenle dünya hristiyanlığının Kabe’si konumundadır. Halen sadece ortodoksların değil, katoliklerin de yeniden doğuşunu ve hristiyan birliğini temsil eder. Bu nedenle ‘’ibadete açılması’’ tartışmaları güzel bir hayal gibi dursa da, bir anlamda Cizvit geleneği ile uyumlu Paralel Hareket’in ‘’ortodoks açılımı’’ anlamına da gelmektedir.

Umalım da Saint Malachie, kehanetini bu kez tuttursun ve bu çağ Roma’nın yıkılışının çağı olsun.

 (*Dominus Iesus) 

http://www.vatican.va/roman_curia/congregations/cfaith/documents/rc_con_cfaith_doc_20000806_dominus-iesus_en.html


7 Mayıs 2014 Çarşamba

Enstitü 3 - Bizantinizm

Mr.Uslu, kendisine emredilen misyon görevi için CIA ‘nın ortadoğu uzmanı Michael Rubin ‘in verdiği adrese gelmişti. Burası Kanada’nın Toronto şehrinde 1400 dairelik devasa bir siteydi. Giriş çıkışlardaki özel güvenlik önlemleri, termal, harekete duyarlı kameralar gözünden kaçmadı. Hatta polis dürtüleri onu gizli kameraların saklandığı muhtemel köşelere de baktırıyordu. Tüm güvenlik hatlarından kimlik kartı ve nezaretindeki kanadalı bürokratla hiç sorunsuz geçiyordu. Kanadalı bürokrat, kırmızı saçlı orta yaşlı birisiydi. Havaalanından beri hiç konuşmamıştı. Sitenin güvenlik amiri:

-Hoşgeldiniz Mr.Blanks.. Siz de hoşgeldiniz Mr.Uslu, dediğinde bile bir mimikten başka bir tepki vermemişti. Mr.Blanks için ‘’adı gibi boş bir adam’’ diye düşündü.

Michael Rubin’in verdiği talimat notunda ‘’hahamın söylediklerini koşulsuz yerine getir’’ yazıyordu. Kimdi bu haham? CIA ‘nın üst düzey yöneticilerinin yahudi olduğu biliniyordu ama hahamların ‘’misyon’’ görevi ile olan ilişkisini düşünmeye çalıştı Uslu.

Kapı ziline basılmadan otomatik bir şekilde açıldı. Uslu kapının üstündeki kameradan ev sahibinin site girişinden beri kendilerini takip ettiğini tahmin etti. Kapıda ‘’mezuza’’ adlı yahudi bir dua asılıydı. Mr.Blanks açılan kapıdan geçtikten sonra eşikte durup Uslu’nun geçmesini bekledi. Misafir içeri girdiğinde ise bu kez Mr.Blanks dışarıdaydı. ‘’ bonne chance’’ diyip uzaklaştı. Uslu ev sahibinin özel konuşmak istediğini düşündü. Holden sonra açılan odadaki kaliteli deri koltuğa doğru yöneldi. Koltukta otururken etrafta Mısır mitolojisinden kedi başlı firavun heykeli, sehpada köpeklerin üzerinde duran yılanbaşlıklı bıçak, duvarda çamurlu bir el içindeki Davut yıldızı fotoğrafı seyretti. İki odalı fakat lüks ve geniş bir dairede, amerikan mutfaktaki ‘’şabat’’larda yakılmak üzere şamdana baktı. Buzdolabının üstünde belli belirsiz silüetlerden oluşan fotoğraflar vardı.

Ev sahibinin içeriden sesi duyuldu:

-I’m coming!! (geliyorum)

Uslu üstünü başını düzeltip koltuktan kalkmak üzere tetikte durdu. İçeri genç bir yahudi girdi. Önce tanıyamadı ama bu adam Haham Güney’den başkası değildi. Rubin, kendisini Türk kökenli bir hahama yönlendirmişti anlaşılan.

- Türkçe’yi mi ingilizceyi mi tercih edersin Mr.Uslu? diye sordu haham.

Uslu:
-Farketmez, siz nasıl rahat ederseniz.. diyerek geçiştirdi.

Haham Güney gülümsedi:
-Beni tanıyorsun eminim. Mr.Rubin sizi göndereceğini söylediğinde çok heyecanlandım.Yanlış anlamayın ilk defa bir Türkle çalışmıyorum, ilk defa bir Türk Polis ile çalışıyorum, dedi.

Uslu:
-Ben de ilk defa bir Türk Haham ile çalışacağım. Doğrusunu isterseniz Rubin’in misyon görevlerini duymuştum. Falanca örgüte katıl, filanca şirket kur.. Ama bir hahamla ne yapacağımı merak ediyorum gerçekten.. Yahudi cemaatine mi katılıyorum bu sefer?

Cevap Haham Güney’in çok hoşuna gitmişti:
-Hahaha.. Tanrı’nın İsrail’i için seni aramızda görmek isterdik Mr.Uslu ama Rubin ‘le aramızı bozma bizim..

Uslu bu rahat tavırlı hahamı daha önce Türkiye’den birçok mesele yüzünden duymuştu. Özel güvenlikli bir sitede ne iş yaptığını merak etmekten kendini alamadı.

-Ne işle meşgulsünüz sayın Güney?

Güney ciddileşti:
- Beth Israil Center adlı bir yahudi okulunda tevrat dersleri veriyorum. Tahmin edersiniz ki elbette burası sıradan bir okul değil. Tıpkı sizin enstitüde olduğu gibi, bizler de burada Tanrı’nın İsrail’i için istihbarata hizmet edecek adamlar yetiştiriyoruz. Sizlerde çeşitli yerlere gelen sorumlu kişilere imam deniyor, bizlerde haham.

Uslu ‘’anladım’’ şeklinde kafasını sallayınca ortamda bir süre sessizlik oluştu. Güney misafirine birşeyler ikram etmek üzere ayağa kalkıp amerikan mutfağına yöneldi. Uslu’nun sorusu sessizliği bozdu:

-Özür dilerim, gerçekten yahudi misiniz Mr.Güney?

Güney bardakları çıkarırken yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Uslu mahçup bir ifadeyle devam etti:

-Gerçekten kusuruma bakmayın ama tüm bunlar.. Yani odanın ortasındaki firavun heykeli.. Duvardaki davut yıldızı.. Hatta şu köşeden görünen yatak odanızda, yatağınızın başına asılı İsrail bayrağı.. hepsi çok fazla.. Yani eviniz neredeyse ‘’ben yahudiyim’’ diye bağırıyor. Acaba gerçekten öyle misiniz? Yoksa öyle mi görünmek zorunda hissediyorsunuz kendinizi?

Haham Güney şaşkınlığını gizlemiyordu:

-Sizi çok iyi eğitmişler Mr.Uslu. Bir istihbarat görevlisinden çok bir gazeteci gibi sorular soruyorsunuz. Elhamdülillah müslüman değilim. Ruhum bir yahudi ve Tanrı’nın İsrail’ine hizmet eden bir kul olmaktan başka bir inancım yok.
Uslu tatmin olmamıştı. Gülümseyerek ev sahibine inanmadığını açıkça belli etti. Haham Güney, Uslu’nın tavırlarını görmüştü ama çok umursamadı. Elinde kırmızı renkli bir içecekle Uslu’nun yanına oturdu.

-Kimimiz bir dine mensup olur o dini bütün ayrıntılarıyla yaşamak isteriz. Kimimiz bir başka dinden olup en önemli kuralları çiğnemekten korkmayız. Tıpkı bir müslüman olarak elinizdeki likör şarabını garipsemediğiniz gibi. Verdiğiniz konferans sonraları içerdiniz değil mi Mr.Uslu?

Uslu çok şaşırmıştı. Şarabı içtiğini kimse görmemişti. Elindeki kadehi önündeki sehpaya yavaşça bıraktı.

-Misyon görevine gelelim mi sayın Güney?

Haham Güney elindeki şarabı tek dikişte bitirdi. Boş bardağı aynı sehpaya koyarken gülümsüyordu.

- Bizans imparatoru Konstantin, Hıristiyan olunca, yüzyıllarca paganların yoğun baskılarına, işkencelerine maruz kalan Hıristiyanların ilk bakışta rahat nefes almalarını sağlayan ama sonuç itibariyle Hıristiyanlığı dönüştürerek bitiren tarihî bir projeye imza attı: Hıristiyanlığı Bizanslaştırdı.

Uslu şaşırmıştı. Şimdi neden böyle bir konuya giriş yapmıştı ki? ‘’Şarap hahamı sersem etmiş’’ diye düşündü. Haham devam etti:

-Böylelikle Bizans, hem imparatorluğun egemenlik alanlarını alabildiğine genişletti hem de Avrupa’yı Bizans’a boyun eğdirdi. Sonuçta, Bizans’ın güdümüne giren, Bizans’ın siyasi çıkarlarına, hedeflerine ve hayallerine hizmet eden bir Hıristiyanlık çıktı ortaya. Ama Hıristiyanlık da, Hıristiyanlık olmaktan çıktı dolayısıyla..  Bizans’ın güdümünde art arda konsüller toplandı.... 325′te İznik’te, ardından Kadıköy ve İstanbul’da.. Böylelikle Bizans’ın siyasi otoritesine göre şekillenen bir Hıristiyanlık icat edilmiş oldu.

Uslu arkasına yaslanıp bıkkın bir ifadeyle hahama baktı. ‘’Rubin beni hangi deliyle muhattap ediyorsun? Şimdi terör örgütü ile ilgili operasyonlara dahil olmam gerekiyordu’’ diye düşündü.

Haham parmağını havaya kaldırarak:

-İşte biz buna ‘’Bizantinizm’’ dedik.

Uslu söze girdi:

-Üzgünüm sayın Güney ama tarih teorilerinizle ilgilenmiyorum. Rubin’in bahsettiği misyon görevine odaklansak?

Haham misafirinin sehpadaki dolu kadehini kendisininkine boşaltırken artık kahkaha atıyordu:

-İşte tam da ondan bahsediyoruz Mr.Uslu. Sizler katoliklerin Türkiye’deki bizantinizm’leri olacaksınız. Vatikan konsul toplarken, biz yahudiler masayı sallayıp hangi kaidelerin gerçek olduğunu belirleyeceğiz.

Uslu akıllı bir adamdı. Bu alegorinin ne manaya geldiğini anlıyordu.

-Camianın ılımlı islam rolünden bahsediyorsunuz aslında değil mi?

Haham Güney:

-Yes! Sadece camianın değil, sizin rolünüzden de bahsediyorum Mr.Uslu. Organizasyon benden on yıllar önce benzer bir proje başlatmıştı. Ülkenize sayısız gazeteciler kazandırdık. Ilıcak’lar, Dilipak’lar.. Ancak neden sonra proje amerikan kaynaklı anlaşmazlıklar yüzünden sekteye uğradı. Biliyorsunuz işte cumhuriyetçileri.. Zamanla amerikanın güdümündeki gazetecilerimiz, içine girdikleri rollere kendilerini fazla kaptırdı. Ya hakikaten onlardan oldular, ya da şöhret tatlı geldi, bilemiyorum..

Uslu:

-Yani?

Haham Güney ikinci bardağı da tek dikişte bitirdi:

-Yani dostum, yeni bir gazete kuruluyor. Tarafsız değil tamamen taraf bir gazete. Ekibin de hazır. Utah universitesi siyasal bilimler fakültesine terörle mücadele için girmedin değil mi?

Uslu birşey söylemedi. Sadece önündeki boş kadehlere bakıyordu.

-Pensilvanya ile görüşmende bu sana söylenmişti. Psikolojik bir harp başlıyor ve sen enstitünün bir mezunu olarak bu savaşta ön saflarda yer alacaksın. Biz sana bazı belgeler sağlayacağız sen de bunu servis edeceksin. Özellikle genel kurmay ve ordu üzerinde yoğunlaşacağız.

Uslu misyon görevini hiç bu şekilde hayal etmemişti.

Haham bardakları alıp mutfağa giderken misafirinin yüzüne bakmıyordu:

-Mr.Uslu, bu gördüğün site aynı zamanda bir siber güvenlik üssüdür. Ben de bu tesisin gelecekteki ortadoğu sorumluluğunu üstleniyorum. Yakında buraya taşınacağım. Sizi misafir etmek bir onurdu. Görüşmelerimizi Utah’ta gerçekleştireceğiz. Mormonlar oldukça konukseverdir. Özellikle camianıza karşı..

Mr.Uslu konuşmak istedi ama Rubin ‘in talimatı açıktı: ‘’hahamın söylediklerini koşulsuz yerine getir’’

Haham Güney misafirinin elini sıkarak kapıya doğru uğurladı:

-Mr.Blanks size gerekli dosya ve materyalleri sunacaktır. Güven içinde olun ve talimatları bekleyin.

Uslu kapı açıldığında karşısında Mr.Blanks’i görünce şaşırmadı. Aynı donuk bakışlarla kendisini bekliyordu. Çıkarken Haham’a sordu:

-Bana tavsiye edebileceğiniz başka birşey var mı?

Haham gülümsedi:

-Mormonlarla iyi geçinmek istiyorsan adındaki ‘’Allah’’tan kurtul. Emre olsun mesela ha?

EDIT:

Enstitü 1 için tıklayın

Enstitü 2 için tıklayın

4 Mayıs 2014 Pazar

Alışmak Gerek

Turgut Özal cumhurbaşkanı olarak göreve başlayınca gazetecilerden birisi televizyonlarda ‘’Efendim sizin için alışılmadık bir cumhurbaşkanı diyebilir miyiz?’’ şeklinde bir soru sordu. Özal gülümseyerek cevap verdi: ‘’Alışırsınız.. Alışırsınız..’’

Bu soruyu soran gazeteci, yakın bir dönemde yaşanan bir hadiseyi vurgulamak istemiştir aslında. O dönemleri hatırlayanlar ‘’Murat Şeref Baba’’ ismindeki teğmeni hatırlayacaklardır. Zira ‘’cumhurbaşkanı olmanıza alışamadım’’ diye Özal’a telgraf atan kişidir kendisi.

Teğmen Murat Şeref Baba’nın telgraf çektiği haberi, Orgeneral Muhittin Fisunoğlu ‘na iletilir. Fisunoğlu için askeri disiplinin yerle bir edildiği bir hadisedir bu. Orgeneral, hadsiz teğmeni azarlamak ve disiplin cezası vermek istemektedir. Teğmen Baba, Orgeneral Fisunoğlu’nun makam odasına alınır. Orgenaral askeri disipline aykırı hareket eden Teğmen Baba’yı ağır ifadelerle azarlar.

Bu azara dayanamayan Teğmen, kendisinden beklenmeyecek şekilde Orgeneral’e ağır bir karşılık verir. Bu karşılığı beklemeyen Orgeneral Fisunoğlu sinirlenerek ayağa kalkar. Ortam çok gergindir. Odada bulunan subaylar Teğmen’i tutarak makamdan dışarı çıkartırlar. Fırça ve disiplin cezasıyla kurtulabileceği hadise, onu ordudan uzaklaştıracaktır. Hatta  Teğmen Baba, bu olay üzerine akli dengesinin yerinde olup olmadığının anlaşılması için Haydarpaşa Asker Hastanesi’nde bir süre gözlem altında tutulur. Daha sonra Murat Şeref Baba re´sen emekliye sevk edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri´nden uzaklaştırılır. Sadece günler sonra ‘’Alışılmadık Cumhurbaşkanı’’ manşetleri gazeteleri süslemektedir.

Peki Teğmen Baba’nın bu kadar gözünün dönmesine neden olan ve medyanın şiddetle arkasında durduğu Özal’daki ‘’alışılmadık’’ etken neydi?

Çoğu insan, Turgut Özal’a atfedilen ‘’alışılmadık’’ kelimesinden, kürt kökenli olduğu, parti kurduktan sadece 6 yıl sonra cumhurbaşkanı olması gibi siyasi başarıları veya sivil kıyafetlerle fotoğraf vermesi gibi alışılmadık etkenlerin kastedildiğini düşündüler. Elbette konu bu değildi.. Asıl mesele ‘’dindar’’ olmasıydı.

Özal 'ın Nakşibendi tarikatının Halidiye koluna bağlı, Mehmet Zahit Kotku ile başlayan dini bir kimliği vardı. Ve bu ekol ilk defa başbakan çıkarmayacaktı. Turgut Özal gibi, Necmettin Erbakan ‘da, Abdullah Gül de, Recep Tayyip Erdoğan da, Gümüşhanevi Dergahı ‘nın rahle-i tedrisatından geçip, başbakan olmayı başardılar. Neyse biz konumuza dönelim..

Özal gibi birisi Cumhurbaşkanlığı makamında oturacaksa elbette birileri buna ‘’alışamayacaktı’’. Sıkma portakal içerisine zerkedilen bir enjektör arsenik ile zehirlenecekti. Arsenik tarım ilaçlamalarında kullanılan bir kimyasaldı. İyi yıkanmayan meyvelerdeki kimyasallar biriktiğinde, insanda arsenik zehirlenmesine yol açabilirdi. Ancak bu birikim olmaksızın, tek bir seferde enjekte edilen kimyasal, taze sıkılmış meyve suyunu içen merhumu hakkın rahmetine kavuşturdu.

Bir başka Gümüşhanevi Dergahı’ı ziyaretçilerinden rahmetli Necmettin Erbakan 28 Şubat döneminde alaşağı edildi. Erbakan derin ilişkilerin kirli oyununu çözmüş ancak siyaset arenasına çıkacak gücü çoktan kaybetmişti.

Dergah siyaset dünyasına daha çok insan kazandıracaktı. Erbakan’ın partisinden kopan yenilikçiler, Ak Parti’yi kurunca, İskenderpaşa cemaati ayrı düştüğü Erbakan’ın yerine Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan ikilisini tercih etti.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine birkaç ay var ama sonuç şimdiden belli. Ben bu sonucu 24 Aralık 2010 günü görmüştüm, yarın ise sadece tezahürünü yaşayacağız.

Cuma günüyudü. Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı makam aracının şoför koltuğuna oturdu. Yanına Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Abdullah Gül oturdu. Arka koltukta Pakistan cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari ve Afganistan cumhurbaşkanı Hamid Karzai vardı. Erdoğan’ın sürdüğü araç, gezi olaylarından hatırlayacağınız Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'ne cuma namazına gitti. Dünyada böyle bir manzarayı başka hangi lider başarabilirdi? Dindar başbakanın; ne Özal gibi gizli, ne Erbakan gibi dolaylı olmaya ihtiyacı yoksa 3 müslüman cumhurbaşkanını cumaya götürene iyi bakmak lazım.. Dergahın bakışına dikkat etmek lazım.. Son aylarda devletin tepesinde takılan yeşil kravatların nedenini iyi anlamak lazım..


Şimdi önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimleri var.

Ne dersiniz? ‘’Alışılmadık’’ bir cumhurbaşkanımız daha olur mu?
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan