“Yuvalarını yıksın!”
“Birliklerini bozsun!”
“Duygularını sinelerinde bıraksın!”
“Önlerini kessin!”
“Bişey olmaya imkan vermesin!”
“Allahım, onları hezimete uğrat…”
“ve onları sars!”
“Allahım, ateşlerini arttır!”
“Topluluklarını dağıt!”
“En ufak parçalarına kadar onları ayır!”
“İşlerini yapma!”
“Allahım işlerini aralarında kıl!”
“Onlara karşı bize yardım et!”
Bunları duyan hangi müslüman şaşırmadı? Kim ‘’neler oluyor?’’ demedi? Müslüman dünyası kan ağlarken ses çıkarmayan bir hoca, bu kadar densiz ifadeleri (bu bedduaların densiz olduğunu kendisi söylüyor) nasıl söyleyebilirdi? Öyle ya! Beddua, kötü söz Allah’ın hoşuna gitmiyordu hani? Gerek cemaatten, gerekse dışarıdan birçok kişi bu bedduaya çok şaşırdı..
***
9 Kasım 1989 tarihinde T.B.M.M. ‘de 3.tur oylama sonucunda seçilen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı. Ardından yapılan seçimle genel başkanlığa seçilen Mesut Yılmaz, parti içi Özal taraftarlarıyla bazı bürokratları ‘’cemaat mensubu’’ oldukları nedeniyle görevden almıştı.
Yılmaz’ ın ilk ataması da 8 Temmuz 1991’de oldu: Emniyet Genel Müdürlüğü’ne Ünal Erkan’ı getirdi. Ümit Erdal ise Polis Akademisi Başkanı yapıldı. Ardından polis okulları, akademi ve emniyetteki cemaatçi kadrolaşmayla ilgili soruşturmalar başladı. Görevden almalar cemaatin çıkarına değildi..
Bir buçuk ay sonra Sızıntı gazetesinde Turgut Özal’ ı hedef alan başyazıda, Fethullah Gülen tarafından bizzat şunlar kaleme alınacaktı:
Milletin Önünü Kesen Kanlı Kabul
“Sen ‘çağdaşlık’, ‘çağ atlama’ nakaratıyla kendi kendini avutadur, kazanç, gelir dağılımı, refah, mutluluk, keyif, neşe gibi gevezeliklerle teselli olmaya devam et… Aslında senin, çağdaşlığın da çağı yakalaman da sadece züğürt tesellisi ve kendi kendini aldatma; senin icraatın sırf bir taklit, idaren de, kurtları çobanlığa yükseltip çobanları da sürüleştirmekten ibaret.”
“Sen karanlık düşüncelerin esiri, ikide bir zamanın çıkmazına düşen ve elli defa burnunu yerlere sürtmeden kendine gelmeyen içi geçmiş ruh!.. Sürekli ufuksuz!.. Bilinmezlere yelken açan sarhoş ve şaşkın kaptan!..”
“Ey, kinin, nefretin, garazın, muhakemesizliğin azat kabul etmez kölesi! Ey, kendi tarihinin sayfalarını kanla kirleten tarihin kanlı delisi, cinnetinin de bir sınırı olmalı değil mi?”
(Sızıntı Degisi - Sayı 151, Ağustos 1991)17 Aralık operasyonundan sonra yapılan beddua, hoşgörü timsali bir liderden duyulan ne ilk ne de son garip söz olacaktı. Yukarıdaki gibi hadiseleri hatırlayanlarımız, ne bedduaya ne de bu gerginlik ortamına şaşırmadılar. Çünkü dün benzerlerini defalarca görmüşlerdi.
Bugün birilerinin evler dolusu dolarları sıfırlamaya çalıştığına inananlar, dün Menderes’in 12 uçak dolusu altınla memleketten kaçma teşebbüsünde bulunacağına da inanmışlardı. Tarihi unutmayanlar, bugünü en iyi değerlendirebilenlerdir.
Bu sebeple şahit olduğum bir hadiseyi sizlere aktarmak istiyorum:
Güneydoğuda bir hava alanında yolcusunu uğurlayan bir ailenin çocuğunun, elindeki büyük, yuvarlak uçan balonu elinden kaçırdığını gördüm. Gümüş renkteki balon yükseldi ve gökte küçük bir nokta gibi görünmeye başladı. Aile yolcusunu uğurladı, arabaya binip uzaklaştı.
Olanları daha önce görmemiş ve uçaktan henüz inmiş bir adam gökte sabit duran gümüş renkteki cismi kameraya almaya başladı. Etrafındakileri de ''ufo var!'' diye heyecanlandırdı. Nitekim bir kaç adam daha görüntüyü kayda almaya başladı..
Onlar için devrim niteliğindeki olay, balonu daha önce görenler için komikti..
Bu insanlar ile aramızda bir benzerlik var. Kimilerimiz günümüz siyasetinin geçmişini hatırda tutuyor, unutmuyor. (balonun bırakıldığını görenler) Kimileri ise öncesine dahil olmadığı bir olayın sonrasını garipsiyor ve ona göre yargılıyor (balonu ufo zannedenler)
Bazı okurlar ‘’beni siyasetteki olağandışı olayları farklı algılamakla’’ itham ettti.
Onlara göre gökte ufo var! Gözümüzün önünde! Nasıl görmem?!
Oysa ben bu ufo benzeri nesneyi görünce, sadece balonu bırakan çocuğu hatırlıyorum.
***
Son olarak eklemekte fayda görüyorum. 30 Mart ‘taki yerel seçimler, ülkenin kaderini belirleyecek ölçüde ilk defa bu kadar önemli. Yakında açılabilecek ‘’ihanet davası’’na da zemin oluşturacak çünkü. Ülkede şu an, şahsen benim siyasi ideolojime cevap veren bir parti yok. Ama bu seçimlerde tarafımı hükümet partisinden yana kullanacağım. İcraatler, alternatif olmayışı vs. hepsi ayrı birer etken. Ancak benim sebebim başka: Ben bu devletin sinir merkezlerine yerleşmiş, dışarıdan güdümlü, içteki yerleşik düzenin pompaladığı; cumhurbaşkanını, başbakanı, genel kurmay başkanını gizlice dinleyip bunu sosyal medyada ifşa eden bir örgütün varlığına inanıyorum.
Hırsızlık iddialarına, kasetlerdeki seslerin sahiplerinin gerçek olduğuna inanıyorsanız, sizler de bu örgütün varlığını kabul ediyorsunuz demektir. Öyleyse milli irade rafa kalkmış demektir! Ben kimi seçersem seçeyim, bu örgüt şantaj yoluyla istediğim politikaları değil, örgütün politikalarını yapmak zorunda kalacak. 30 Mart ‘ta neye oy vermiş olacağız?
Öyleyse bu örgütü ortadan kaldırma potansiyelini en çok gördüğüm siyasi iradeden taraf olacağım. Çünkü sandıkla geleni, (hırsızsa) sandıkla gönderebilirim. Ancak gizlice örgütleneni, temizleyemem.
30 Mart ‘ta oyunuzu kullanın. Kimden yana kullanırsanız kullanın ama milli irade hırsızlarının arkasında duranların, kaset siyasetinden medet umanların olduğunu da unutmayın.