RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

17 Mart 2014 Pazartesi

Bir Balon Hadisesi

“Allah onların evlerine ateşler salsın!”
“Yuvalarını yıksın!”
“Birliklerini bozsun!”
“Duygularını sinelerinde bıraksın!”
“Önlerini kessin!”
“Bişey olmaya imkan vermesin!”
“Allahım, onları hezimete uğrat…”
“ve onları sars!”
“Allahım, ateşlerini arttır!”
“Topluluklarını dağıt!”
“En ufak parçalarına kadar onları ayır!”
“İşlerini yapma!”
 “Allahım işlerini aralarında kıl!”
“Onlara karşı bize yardım et!”

Bunları duyan hangi müslüman şaşırmadı? Kim ‘’neler oluyor?’’ demedi? Müslüman dünyası kan ağlarken ses çıkarmayan bir hoca, bu kadar densiz ifadeleri (bu bedduaların densiz olduğunu kendisi söylüyor) nasıl söyleyebilirdi? Öyle ya! Beddua, kötü söz Allah’ın hoşuna gitmiyordu hani? Gerek cemaatten, gerekse dışarıdan birçok kişi bu bedduaya çok şaşırdı..

***

Ama aramızda bazıları bu hadiseye hiç şaşırmamıştı. Bu kişiler, hafızaları kuvvetli, ferasetli insanlardı. Çünkü hatırlıyorlardı..

9 Kasım 1989 tarihinde T.B.M.M. ‘de 3.tur oylama sonucunda seçilen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı. Ardından yapılan seçimle genel başkanlığa seçilen Mesut Yılmaz, parti içi Özal taraftarlarıyla bazı bürokratları ‘’cemaat mensubu’’ oldukları nedeniyle görevden almıştı. 

Yılmaz’ ın ilk ata­ma­sı da 8 Tem­muz 1991’de ol­du: Em­ni­yet Ge­nel Mü­dür­lü­ğü­’ne Ünal Er­ka­n’­ı ge­tir­di.  Ümit Er­da­l ise Po­lis Aka­de­mi­si Baş­ka­nı ya­pıl­dı. Ar­dın­dan po­lis okul­la­rı, aka­de­mi ve em­ni­yet­te­ki cemaat­çi kad­ro­laş­may­la il­gi­li so­ruş­tur­ma­lar baş­la­dı. Görevden almalar cemaatin çıkarına değildi..

Bir buçuk ay sonra Sızıntı gazetesinde Turgut Özal’ ı hedef alan başyazıda, Fethullah Gülen tarafından bizzat şunlar kaleme alınacaktı:
Mil­le­tin Önü­nü Ke­sen Kan­lı Ka­bu­l
“Sen ‘çağ­daş­lı­k’, ‘çağ at­la­ma­’ na­ka­ra­tıy­la ken­di ken­di­ni avu­ta­dur, ka­zanç, ge­lir da­ğı­lı­mı, re­fah, mut­lu­luk, ke­yif, ne­şe gi­bi ge­ve­ze­lik­ler­le te­sel­li ol­ma­ya de­vam et… As­lın­da se­nin, çağ­daş­lı­ğın da ça­ğı ya­ka­la­man da sa­de­ce zü­ğürt te­sel­li­si ve ken­di ken­di­ni al­dat­ma; se­nin ic­ra­atın sırf bir tak­lit, ida­ren de, kurt­la­rı ço­ban­lı­ğa yük­sel­tip ço­ban­la­rı da sü­rü­leş­tir­mek­ten iba­ret.”
“Sen ka­ran­lık dü­şün­ce­le­rin esi­ri, ikide bir za­ma­nın çık­ma­zı­na dü­şen ve el­li de­fa bur­nu­nu yer­le­re sürt­me­den ken­di­ne gel­me­yen içi geç­miş ruh!.. Sü­rek­li ufuk­suz!.. Bi­lin­mez­le­re yel­ken açan sar­hoş ve şaş­kın kap­tan!..”

“Ey, ki­nin, nef­re­tin, ga­ra­zın, mu­ha­ke­me­siz­li­ğin azat ka­bul et­mez kö­le­si! Ey, ken­di ta­ri­hi­nin say­fa­la­rı­nı kan­la kir­le­ten ta­ri­hin kan­lı de­li­si, cin­ne­ti­nin de bir sı­nı­rı ol­ma­lı de­ğil mi?”
(Sızıntı Degisi - Sa­yı 151, Ağus­tos 1991)
17 Aralık operasyonundan sonra yapılan beddua, hoşgörü timsali bir liderden duyulan ne ilk ne de son garip söz olacaktı. Yukarıdaki gibi hadiseleri hatırlayanlarımız, ne bedduaya ne de bu gerginlik ortamına şaşırmadılar. Çünkü dün benzerlerini defalarca görmüşlerdi.

Bugün birilerinin evler dolusu dolarları sıfırlamaya çalıştığına inananlar, dün Menderes’in 12 uçak dolusu altınla memleketten kaçma teşebbüsünde bulunacağına da inanmışlardı. Tarihi unutmayanlar, bugünü en iyi değerlendirebilenlerdir.



Bu sebeple şahit olduğum bir hadiseyi sizlere aktarmak istiyorum:
Güneydoğuda bir hava alanında yolcusunu uğurlayan bir ailenin çocuğunun, elindeki büyük, yuvarlak uçan balonu elinden kaçırdığını gördüm. Gümüş renkteki balon yükseldi ve gökte küçük bir nokta gibi görünmeye başladı. Aile yolcusunu uğurladı, arabaya binip uzaklaştı. 

Olanları daha önce görmemiş ve uçaktan henüz inmiş bir adam gökte sabit duran gümüş renkteki cismi kameraya almaya başladı. Etrafındakileri de ''ufo var!'' diye heyecanlandırdı. Nitekim bir kaç adam daha görüntüyü kayda almaya başladı..

Onlar için devrim niteliğindeki olay, balonu daha önce görenler için komikti.. 

Bu insanlar ile aramızda bir benzerlik var. Kimilerimiz günümüz siyasetinin geçmişini hatırda tutuyor, unutmuyor. (balonun bırakıldığını görenler) Kimileri ise öncesine dahil olmadığı bir olayın sonrasını garipsiyor ve ona göre yargılıyor (balonu ufo zannedenler)

Bazı okurlar ‘’beni siyasetteki olağandışı olayları farklı algılamakla’’ itham ettti.

Onlara göre gökte ufo var! Gözümüzün önünde! Nasıl görmem?!

Oysa ben bu ufo benzeri nesneyi görünce, sadece balonu bırakan çocuğu hatırlıyorum.


***


Son olarak eklemekte fayda görüyorum. 30 Mart ‘taki yerel seçimler, ülkenin kaderini belirleyecek ölçüde ilk defa bu kadar önemli. Yakında açılabilecek ‘’ihanet davası’’na da zemin oluşturacak çünkü. Ülkede şu an, şahsen benim siyasi ideolojime cevap veren bir parti yok. Ama bu seçimlerde tarafımı hükümet partisinden yana kullanacağım. İcraatler, alternatif olmayışı vs. hepsi ayrı birer etken. Ancak benim sebebim başka: Ben bu devletin sinir merkezlerine yerleşmiş, dışarıdan güdümlü, içteki yerleşik düzenin pompaladığı; cumhurbaşkanını, başbakanı, genel kurmay başkanını gizlice dinleyip bunu sosyal medyada ifşa eden bir örgütün varlığına inanıyorum. 

Hırsızlık iddialarına, kasetlerdeki seslerin sahiplerinin gerçek olduğuna inanıyorsanız, sizler de bu örgütün varlığını kabul ediyorsunuz demektir. Öyleyse milli irade rafa kalkmış demektir! Ben kimi seçersem seçeyim, bu örgüt şantaj yoluyla istediğim politikaları değil, örgütün politikalarını yapmak zorunda kalacak. 30 Mart ‘ta neye oy vermiş olacağız?

Öyleyse bu örgütü ortadan kaldırma potansiyelini en çok gördüğüm siyasi iradeden taraf olacağım. Çünkü sandıkla geleni, (hırsızsa) sandıkla gönderebilirim. Ancak gizlice örgütleneni, temizleyemem.

30 Mart ‘ta oyunuzu kullanın. Kimden yana kullanırsanız kullanın ama milli irade hırsızlarının arkasında duranların, kaset siyasetinden medet umanların olduğunu da unutmayın.

9 Mart 2014 Pazar

Tarihi Tecelli Teorisi

Efsaneye göre Hasan Sabbah, Nizamülmülk ve Ömer Hayyam çocukluk arkadaşıydılar. Küçükken ayrılmadan önce birbirlerine bir söz verdiler: Hangisi bu hayatta yüksek yerlere gelirse, diğer arkadaşlarına da yanına alacaktı..

Nizamülmülk, Selçuklular devletinde vezirlik görevini en etkili biçimde ifa etti. Verilen söz gereği arkadaşlarına ne istediklerini sordu. Derler ki Ömer Hayyam kendisine emekli maaşı bağlatarak, serkeş hayatını garantiye aldı. Ancak diğer arkadaşı Hasan Sabbah sarayı hedefliyordu. Yönetimde tıpkı Nizamülmülk gibi söz sahibi olmak ve devleti idare etmek istiyordu. Nizamülmülk bu rekabetin farkına varıp, devletin hayrına olmayacağını anlayınca onu saraydan attırdı. Hasan Sabbah daha da hırslandı ve kendisini tarih sahnesine kazıyan intikam macerasına girişti.

Suikast ile Nizamülmülk’ü ortadan kaldırtan haşhaşi lideri Hasan Sabbah, ele geçirilemez Alamut kalesine nüfuz eden birliklerin kendisini yakalamaması için, içinden çıkmadığı kulenin penceresinden kendisini Şahrut nehrine bıraktı. Atlamadan önce kendisini yakalayacak askerlere hınçla bakarak:  ‘’1000 yıl sonra geri geleceğim!’’ diye haykırdı..

Efsaneye göre bu intaharın üzerinden tam 1000 yıl geçer ve miladi 1 Şubat 1979 ‘da Ruhullah Musavi Humeyni İran’a görkemli bir şekilde geri döner. Bazı teorisyenler, Humeyni ‘de tecelli edenin, Hasan Sabbah ‘ın ruhu olduğunu ima eder.

Bu efsanedeki bazı noktalar sizlere tanıdık gelebilir.

Başbakan Erdoğan, bugünlerde cemaat kisvesindeki örgüt için ‘’haşhaşi’’ benzetmesini kullanıyor.

Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen ‘i efsanedeki karşılıkları gibi düşünelim:

 fotoşopuma gülmeyin anca bu kadar :)


* İkisi de en başta aynı saftaydılar. Hikayeye göre Hasan Sabbah, devletin başına vezir olarak gelen Nizamülmülk’ün yerine göz dikmişti. Devlet idaresinde söz sahibi olmak istiyordu. Bugün vezirlik makamının karşılığı başbakanlık olsa gerek.. Gazetelere göre hükümet-cemaat ayrışması, tıpkı Nizamülmülk ve Hasan Sabbah gibi devlette söz sahibi olma rekabeti ve birinin saf dışı bırakılmasından doğdu.


* Başbakanın paralel yapıyı benzettiği Haşhaşi ‘ler, çağımızın suikastçileri gibi uzaktan hedefi yok edip kaçmıyordu. Aksine, hedefin en yakınına kadar giriyor, bir açığını yakaladığı anda hançer darbeleriyle öldürüyordu.  Selam İhanet Şebekesi ‘nin devletin en yakınına kadar girdiği, telefonları dinlediği ve insanların mahremine tecavüz ettiğini biliyoruz.


 * Ayrıca Haşhaşi, hedefini yalnızken yakalamıyordu. Özellikle Cuma gibi kalabalığın yoğun olduğu zamanları tercih ediyordu. Asıl hedef cinayeti çok sayıda insanın görmesini sağlayarak, korku salmak ve  tehdit etmekti. Bugüne dönecek olursak;  gizlice ele geçirilen ses kayıtları Youtube gibi kolay bir kanaldan her gün milyonlara ifşa ediliyor.

* Amerika ‘daki kalan cemaatin lideri Fethullah Gülen ‘in kaldığı malikane, Alamutvari bir korunma altında..
Ele geçirilemez, nüfuz edilemez.. En üst düzey bürokratların bile günlerce, haftalarca randevu beklediği bir mekan..  ABD 'nin devlet protokolüne tabi tutulan Gülen, eski bir devlet başkanı muamelesi görüyor. 10 dönümlük arazi üzerinde, 3 dönüm üzerine yapılmış  villa 3 katlı ve havuzlu. Değeri 10 milyon doları bulan bu mekanda, tıpkı Hasan Sabbah gibi, Fethullah Gülen de sadece bir odasında ikamet ediyor ve oradan çıkmadığı söyleniyor.

* ‘’Humeyni gibi geri dönecekti’’ sözü de yine başbakanın ağzından çıkmıştı değil mi? İran devrimini hatırlayın, Rıza Şah Pehlevi ‘nin petrol anlaşmazlığından yıkılan tahtının yerine, kusursuz bir dış güç desteği ile Humeyni geçmişti. Devrim, tamamen petrol odaklıydı..

17 Kasım 2013 ‘te İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver ‘’megri megri’’ parçasını detone bir şekilde icra ederlerken, Başbakan Erdoğan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile ‘’kardeşlik’’ çatısı altında petrol anlaşması imzalıyordu. 2007 ‘den beri anlaşmazlığa düştüğü cemaatle ilk defa köprüler, yine petrol odaklı atılacaktı.. Anlaşmanın kasası Halkbank zarara uğratılacak ve genel müdürü bir kumpasa kurban gidecekti.

* Küçük bir ayrıntı ama, Hasan Sabbah ‘ın Şahrud nehrine atlayışından önce sarfettiği söylenen ‘’1000 yıl..’’ sözünü okuyunca aklıma, Gülen’in Amerika’ya gidişi ve yine bu gidişin ‘’1000 yıl sürecek’’ denilen 28 Şubat ertesine rastlaması geldi.

Bu teoride bir tek Ömer Hayyam eksikti. Onu da ‘’geziciler’’ olarak düşündüm. Düşününce çok ortak noktaları var çünkü.. Hayyam, eski arkadaşlarının arasındaki savaşta taraf olmak istemedi. Ancak Hasan Sabbah 'ın her zaman desteğini aldı. Geziciler gibi, Ömer Hayyam da sınırsız özgürlüğe inanıyor ve hiç bir otoriteyi tanımak istemiyordu. Hayyam 'ın rubailerindeki ''şarap'' teması da, gezicilerin parkta bıraktığı alkol şişelerini hatırlattı.

‘’Hayyam’’ kelimesinin ‘’çadırcı’’ manasına geldiğini de sonradan öğrendim inanın :)
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan