Teorideki herşey hayal ürünüdür. Gerçeklerle bağdaştırılamaz.
1992
Muhterem Bey Gazetecilik ve Yazarlık Vakfı ‘na ait bir evde, elinde bir kitap, koltuğunda oturuyordu. Gözleri kitaba o kadar kısık bakıyordu ki ona uzaktan bakan kitap okurken uyuduğunu düşünebilirdi. Kapı çalındı ama Muhterem Bey başını kaldırmadı. Bu yüzden yardımcısı Ahmet, kapıyı bir defa daha vurdu. Hoca yine başını kaldırmamıştı. Biraz yaklaştığında dudaklarının oynadığını gördü. Muhterem Bey uyumuyordu.
Muhterem Bey Gazetecilik ve Yazarlık Vakfı ‘na ait bir evde, elinde bir kitap, koltuğunda oturuyordu. Gözleri kitaba o kadar kısık bakıyordu ki ona uzaktan bakan kitap okurken uyuduğunu düşünebilirdi. Kapı çalındı ama Muhterem Bey başını kaldırmadı. Bu yüzden yardımcısı Ahmet, kapıyı bir defa daha vurdu. Hoca yine başını kaldırmamıştı. Biraz yaklaştığında dudaklarının oynadığını gördü. Muhterem Bey uyumuyordu.
-Efendim? dedi
sessizce..
Yaşlı adam
gözlüğünü çıkarıp kitabın arasına koydu ve Ahmet’e baktı. Muhterem Bey
özellikle kitap okurken rahatsız edilmekten hoşlanmazdı. Bu yüzden Ahmet
hocanın yüz ifadesine dikkat etti. Hoca ifadesiz bakıyordu. Hemen söze girdi:
-Efendim sayın
cumhurbaşkanı amerikada prostat ameliyatı olmuş. Oradaki kardeşlerimiz sizin de
sayın reisi cumhuru ziyaret etmenizde ısrarcı oluyorlar. Hem ‘’hocamız bizi
unuttu mu? neden gelmiyor?’’ diyorlar..
Ahmet’in konuşmasını dikkatle dinleyen Muhterem Bey, elindeki kitabı yanındaki masanın üzerine bıraktı. Ahmet kendisinin ‘’densizce’’ hareket ettiğini düşünmeye başladı. Muhterem Bey halen ifadesizdi.
Ahmet’in konuşmasını dikkatle dinleyen Muhterem Bey, elindeki kitabı yanındaki masanın üzerine bıraktı. Ahmet kendisinin ‘’densizce’’ hareket ettiğini düşünmeye başladı. Muhterem Bey halen ifadesizdi.
-Bilemiyorum, ordaki arkadaşlar gelse olmaz mı? dedi.
Ahmet ne diyeceğini bilemedi..
-Efendim
oradaki kardeşler sağlık problemleriniz için de en uygun yerin orası
olabileceğini bildirdiler. Bu yüzden ısrarcı oluyorlar. Ama dilerseniz onlara
cevabınızı ileteyim.
Muhterem
Bey takkesini kafasına taktı ve Ahmet’e gülümsedi:
-Reisi
cumhur’a bir hasta ziyareti yapalım öyleyse. Kendi hastalığımızı sonra
düşünürüz, dedi.
Ahmet hoca efendinin kendisine gülümsemesi ile
rahatadı. Hoca yıllardır bazı sağlık sıkıntıları yaşıyordu. Doktorlar kalp
rahatsızlığından şüphe ediyordu. Cemaatindeki onu seven insanlar hocanın
yaşamının ani bir krizle sonlanmasını istemiyordu. Bunun için derhal tedavi
altına alınmalıydı ama hangi doktor, hangi hastane güvenilir olabilirdi?
Cumhurbaşkanının ameliyatı, amerikada tedavi olma fırsatı doğuracaktı. Zira ülkenin
içinde bulunduğu sağlık sistemi pek de sağlıklı değildi. Hoca efendi, tedavi
olmasını söyleyenlere ‘’onun da zamanı var daha’’ diye karşılık veriyordu.
Nihayet amerikaya gitmeye razı olmuştu. Ahmet hızla odadan çıkıp, antredeki telefona koşup numaraları tuşladı:
-Hoca efendi
ziyarete razı oldu, tedavi için birşey söylemedi ama siz her türlü ihtimale
karşı hazırlıklı olun ağabey, dedi.
Telefonu
kapattığında içine bir ferahlık doğdu. Hoca yaşamalıydı, çok uzun yaşamalıydı..
1997
Latif Bey, vakfın
başkanlığına seçildiğinde gözleri dolmuştu. Kendisini bu göreve layık gören
eski dostu Muhterem Bey, üst düzey bürokrat ve iş adamlarıyla beraber oturduğu
bir masada gözlerini ondan ayırmıyordu. Konuşmasını yapan Latif Bey, can
yoldaşının ağaran saçlarına, yüzünün kırışıklığına ve sarkan göz altı
torbalarına baktı. ‘’Hocamız yaşlanıyor’’ dedi içinden.. 5 yıl içerisinde Amerika’ya
çeşitli nedenlerle gitmiş ama her defasında tedavi talebini geri çevirmişti.
Giderek rahatsızlaşan vücudu yorgunluk emareleri gösteriyordu. Etrafındakiler
fazladan ihtimam gösteriyor, Muhterem Bey’in bir gün hayatını kaybedeceği
gerçeğiyle beraber, o günün erken geleceğinden endişe ediyordu. Kimse yüzüne
karşı olumsuz birşey söyleyemiyordu. Çünkü söylerse kalbi incinebilirdi.
Cemaatte hiç olmayan birşey, yalan başgöstermeye
başladı.
Olumsuz bir durum
geliştiğinde Muhterem Bey’e iletilmesi gerekirken, elden geldiğine bu bilgiler
erteleniyor ve hatta bazen hiç söylenmeyebiliyordu. Zaman zaman devlet
ricalinin övgülerine mazhar olan bu vaiz, Türkiye’nin en önemli cemaatinin
lideri konumundaydı. Bilinçli, sağlıklı düşünebilen ve sonuna kadar imanlı bir
nesil yetiştirme sevdasıyla yanan ağabeyler, Muhterem Bey ‘in tedavisi için
bile ısrarcı olamıyordu.
Konuşmasını
bitiren Latif Bey, Muhterem Bey’in masasına gidip yere eğildi. Kendisine özel
görüşmek istediğini söylediğinde Muhterem Bey onu gözleriyle onayladı.
Toplantı bitip herkes köşesine çekildiğinde Latif Bey, uygun bir dille tedavi olması gerektiğinden bahsetti Muhterem Bey’e.. ‘’Kendisi için değilse bile cemaat için’’ tedavi olmalıydı. Onsuz cemaatin dağılacağından, gençlerin başıboş kalacağından endişe ediliyordu. Muhterem Bey, gittikçe artan ağrılarına ilk defa cevap verdi:
Toplantı bitip herkes köşesine çekildiğinde Latif Bey, uygun bir dille tedavi olması gerektiğinden bahsetti Muhterem Bey’e.. ‘’Kendisi için değilse bile cemaat için’’ tedavi olmalıydı. Onsuz cemaatin dağılacağından, gençlerin başıboş kalacağından endişe ediliyordu. Muhterem Bey, gittikçe artan ağrılarına ilk defa cevap verdi:
-Peki ama
Amerika’da değil, diye cevap
verdi.
Latif Bey
mutluluktan uçuyordu. Telefon zinciri ile birbirlerine bu mutlu haberi
veriyorlardı. Ardından İstanbul’da güvenilir bir doktor ve hastane arayışına
girildi. Bundan 2 yıl önce, 1995’ te bir doktor ayaküstü dinlediği semptomlar
için ‘’kalp damarlarının tıkalı olabileceği’’ teşhisini koymuştu.
1997
Türkiye’sinde özgürlükler kısıtlı, laiklik baskıcı, asker acımasızdı. Muhterem
Bey’in her hareketi gazete ve televizyonlarda abartılı bir şekilde
yayınlanıyordu. Bu şartlarda hocanın Türkiye’de muayene olması tehlikeli
olabilirdi. İşi garantiye almak isteyen cemaatin ileri gelenleri, işi oldu
bittiye getirip hocayı Amerika’ya götürme kararı aldılar. Muhterem Bey, bunu
istemiyor idiyse de Latif Bey gibi eski arkadaşlarının ısrarlarına dayanamadı.
Latif Bey, hoca
efendinin uçağının Chicago’ya indiğini öğrendi. Orada çok donanımlı ve meşhur
kalp hastanesi bulunuyordu. Uzun yolculukları sevmeyen hocanın indiği şehirde
tedavi olacağını düşünmüştü. Ama Amerika’daki ağabeyler öyle düşünmüyordu.
Heyet, hoca efendiyle beraber Claveland Ohio ‘daki bir özel kliniğe
gidiyorlardı. Bir yıl önce onu tedavi eden hocanın asistanını aradı. Hoca efendinin
neden özel bir kliniğe nakledildiğini sordu. Asistan bilmiyordu! ‘’Nasıl
olur?’’ diye düşündü Latif Bey.
-Siz kalp hocası
değil misiniz? Tarhan hoca amerikan hastanesiyle ortak çalışıyor!
Aldığı cevap onu
bir kez daha şok etti:
-Tarhan Bey
psikoloji hocasıdır
Latif Bey..
Latif Bey
duyduklarına inanamıyordu. Acaba Muhterem Bey’in hassas kalbinin yanında
bilmediği bir psikolojik rahatsızlığı mı vardı? Bir çok kişiyi arayabilirdi.
Ama Latif Bey, Arjantin’deki bir dostunu aramayı tercih etti. ‘’Claveland Clinic
(Ohio)’’ hakkında bilgi sordu.
-Latif Bey, bahsettiğiniz adres Claveland Clinic’e bağlı ‘’Lerner Research Institute’’ ve biyomedikal teknolojiler üzerine araştırmalar yapıyor. Orası bir sağlık merkezi değil, bilimsel deneyler yapılan bir enstitü..
Telefonu kapatan Latif Bey’in gözleri daldı. Amerika’daki ağabeyler ne düşünüyordu? ‘’Herhalde bir bildikleri var’’ diye düşündü Latif Bey.
-Latif Bey, bahsettiğiniz adres Claveland Clinic’e bağlı ‘’Lerner Research Institute’’ ve biyomedikal teknolojiler üzerine araştırmalar yapıyor. Orası bir sağlık merkezi değil, bilimsel deneyler yapılan bir enstitü..
Telefonu kapatan Latif Bey’in gözleri daldı. Amerika’daki ağabeyler ne düşünüyordu? ‘’Herhalde bir bildikleri var’’ diye düşündü Latif Bey.
Bu
düşünceden zamanla çok pişmanlık duyacaktı.
1999
Hoca efendi
Türkiye’ye döneli 4 ay olmuştu. Cemaatin sıkıntılarını dinliyor, gündeme göre
yorumlar getiriyor, çözümler üretiyordu. Ameliyatından bu yana daha da canlı
görünüyordu. Ama Amerika ondan birşeyler almış gibiydi. Ahmet hoca efendinin
bazı hallerinde gariplik hissediyordu ama ne olduğunu açıklayamıyordu. Eskisi
gibi azarlamıyor, herşeyi kabul ediyor ve hoşgörüyle karşılıyordu. Ahmet kendi
kendine ‘’sakinleştirici almış gibi’’ diyordu. Geleni gideni artmış, görüşmeler
daha da uzun olmaya başlamıştı.
Hoca efendi sık
sık uykuya dalıyor ve ani bir şekilde uyanıyordu. Uyanır uyanmaz da not
defterini çıkarıp notlar alıyordu. Ahmet bir defasında:
-Hayırdır
efendim? Kabuslar mı görüyorsunuz? Neden her gün böyle heyecanla uyanıyorsunuz?
Doktora bildirmeli miyiz? diye sormuştu.
-Rüyalar
görüyorum, önemli rüyalar.. diye cevap vermişti Muhterem Bey.
-Rüyalarınızı mı
not alıyorsunuz efendim? diye tekrar sormuştu Ahmet.
Muhterem Bey
cevap vermemiş, sadece penceren dışarı bakakalmıştı.
Ahmet birşeylerin
yanlış gittiğinin farkındaydı. 7 yıl önceki hoca gitmiş, yerine asık suratlı, umursamaz
bir adam gelmişti adeta. 2 yıl arayla önce Fener Rum Patriği Bartholomeos ile, daha
sonra Papa John Paul II ile ‘’dinlerarası diyalog’’ adı altında görüşmeler
yapmıştı. 7 yıl önce ‘’yahudi-hristiyan cennete giremez’’ diyen vaiz, muhattaplarından
ortak payda arıyor, ‘’cennet’’e girebileceklerini fetva veriyordu. Bu süre
zarfında başörtüsü yüzünden okuyamayan kızlara ‘’başörtüsü fürüattır’’ dediği
röportajıyla çok tartışılmıştı. Lideriyle beraber cemaat de farklı bir yapıya
girmeye başladı. Amerika ve avrupadaki ‘’paralı’’ ağabeyler, cemaatin teşkilat
yapısını belirliyor, yeni görevlendirmeler ve atamalar yapıyor, Allah rızası
için toplanan gençleri belirli mesleklere yönlendiriyordu. Bu garip talepler, bilgilendirme
amaçlı Muhterem Bey’e iletiliyor ancak o ‘’doğrudur’’ diyerek onay veriyordu.
Ahmet sayısız
değişkenin, artık cemaatin aleyhine çalıştığının farkına varmaya başladı. Hoca
efendiye bunu anlatmaya çalışsa da, hoca onu her defasında islami bilgisiyle
alt ediyordu. Yaptığı her işi Kuran’dan, hadisten, siyer-i nebi’den, sahabeden
örneklerle savunuyor ama işin yanlışlığındaki temel noktayı görmezden
geliyordu.
Cemaatin temel
ilkesi siyasetten uzak olmasıydı. Ama bu süreçte herşey değişiyordu. Son
seçimlerde alenen sol bir partiye oy verme çağrısında bulunuldu. O sol bir
partinin lideri de başbakan olmuştu.
Bir gün Latif Bey
telefon ederek. Ruhi Metehan Yüksel adlı savcının hoca efendi aleyhinde Devlet
Güvenlik Mahkemesi’ne dava açtığını söyledi. Cemaat ‘’tedbir’’e davet
ediliyordu. Amerika’daki ağabeyler Muhterem Bey’in ülkeden derhal ayrılmasını
istiyorlardı. Muhterem Bey, haberi aldığında Ahmet’e döndü:
-Söyle bakalım
gidelim mi Amerika’ya?
Ahmet bu defa
sözünü sakınmak istemedi:
-Efendim eğer
savcı böyle bir soruşturma açmışsa, ABD'ye gidilmesi ifade vermekten kaçınmak
anlamında algılanabilir.. Bizim saklayacak bişeyimiz olmadığı için gitmemek
gerekiyor. En azından dava süresince..
Muhterem Bey
cevap vermedi. Bu sırada acil koduyla bir telefon daha geldi. Bu defa arayan
‘’karacaoğlan’’ lakaplı başbakandı. Hoca efendiye:
- Sağlığınız çok
önemli.. Sizinle ilgili böyle bir soruşturma olsa haberimiz olurdu.. Lütfen
tedavinizi aksatmayın ve Amerika'ya gidin.. dedi.
Başbakan davayı
neden saklıyordu? Hoca efendi ‘’kaçmış gibi’’ algılamasın diye mi? Yoksa
gerçekten Muhterem Bey’in sağlığını mı düşünüyordu?
Telefonu açıp
Latif Bey’i bilgilendirdi. Latif Bey ‘’derhal oraya geliyorum’’ dedi. Yarım
saat sonra kapıdaydı. Muhterem Bey’in karşısına geçip adeta yalvardı gitmemesi
için.. Muhterem Bey camdan dışarı bakıyor, üstünkörü cevaplar veriyor ama
‘’giderim’’ veya ‘’gitmem’’ şeklinde cevap vermiyordu.
Görüşmesi
sonuçsuz kalınca Latif Bey binadan ayrıldı. Gazeteciler kapıya gelmeye başladı.
Hepsi aynı soruyu soruyordu: ‘’Amerika’ya gidecek misiniz?’’
Öyle oldu. 99
yılında Muhterem Bey ‘’sağlık nedenlerinden ötürü’’ şeklindeki açıklamayla
Amerika’ya gitmişti. Cemaat, mormon tarikatının yoğunlukta olduğu Pensilvanya
bölgesini üs olarak belirlemişti. Ama adres yine farklıydı. Muhterem Bey
Minnesota’ya gidiyordu.
Ahmet yıllar
sonra bunu Latif Bey’e anlattığında şöyle bir cevap alacaktı:
-Minnesota’daki
Mayo Clinic bir kalp hastanesi değil.. ‘’Yine’’ değil.. Korkarım bu defa
temelli gidecek hoca efendi..
2014
‘’17 Aralık bir darbedir’’
‘’17 Aralık bir darbedir’’
Türkiye’nin
devlet kademesinden herkes televizyonlarda bunu söylüyorlardı. Ahmet ve Latif
Bey, olanları üzüntüyle seyrediyorlardı. Uzun süre ayrı kalmış, birbirlerinden
haber alamamışlardı. Bu sabah olan baskınlar yüzünden bir araya gelme ihtiyacı
hissetmişlerdi.
Ahmet yıllar önce cemaatten ayrıldıysa da Latif Bey çok daha uzun bir süre Muhterem Bey’e destek olmaya, onu her türlü kötü düşünceye karşı korumaya çalışmıştı. Ahmet, Latif Bey’e dönüp tek kelime edebildi:
Ahmet yıllar önce cemaatten ayrıldıysa da Latif Bey çok daha uzun bir süre Muhterem Bey’e destek olmaya, onu her türlü kötü düşünceye karşı korumaya çalışmıştı. Ahmet, Latif Bey’e dönüp tek kelime edebildi:
-Neden?
Latif Bey
televizyonu kapattı. Bir süre yere baktı ve titreyen sesiyle konuşmaya başladı:
-22 Mart 1999 yılında kalp hastası bir adam Türkiye’de ve Amerika’da nöro-pskiyatri alanında uzmanlaşmış isimlere muayene oldu.. Kalp ameliyatı olduğu söylenen, tedavi olduğu hastanelerin hangi bilimsel, teknolojik açıdan ün yaptığını biliyor musun? Transdermal veri alıcıları.. sözde alzheimer tedavi merkezi yani.. NSA ve CIA buna “uzaktan nöral denetim” diyor.. İngilizcesi ‘’ Remote Neural Monitoring’’ Kalp hastası adam ilk defa 1992 yılında Amerika'ya gitti. Orada yaşayan arkadaşları şu anda yaşadığı malikaneyi 92 'de (vakıf adına) satın aldılar. Oysa Devlet Güvenlik Mahkemesi kendisine 99 'da dava açtı. O zamana kadar kaçmasını (veya hicret) gerektirecek bir durum söz konusu değildi. Peki 92 'de neden diplomatik ruhsatla böyle insanlardan azade, adeta bir inziva yuvası satın alındı? Evse ev yüzlerce vardı Amerika’da.. Ama nedense diplomatik ruhsatlı bir ev tercih edildi. Ne zaman? 92'de! DGM'nin kalp hastası adama dava açmasından 7 yıl önce! Demek ki bir plan söz konusu..
Ahmet’in önündeki gazetelere bakarak adeta fısıldadı:
-22 Mart 1999 yılında kalp hastası bir adam Türkiye’de ve Amerika’da nöro-pskiyatri alanında uzmanlaşmış isimlere muayene oldu.. Kalp ameliyatı olduğu söylenen, tedavi olduğu hastanelerin hangi bilimsel, teknolojik açıdan ün yaptığını biliyor musun? Transdermal veri alıcıları.. sözde alzheimer tedavi merkezi yani.. NSA ve CIA buna “uzaktan nöral denetim” diyor.. İngilizcesi ‘’ Remote Neural Monitoring’’ Kalp hastası adam ilk defa 1992 yılında Amerika'ya gitti. Orada yaşayan arkadaşları şu anda yaşadığı malikaneyi 92 'de (vakıf adına) satın aldılar. Oysa Devlet Güvenlik Mahkemesi kendisine 99 'da dava açtı. O zamana kadar kaçmasını (veya hicret) gerektirecek bir durum söz konusu değildi. Peki 92 'de neden diplomatik ruhsatla böyle insanlardan azade, adeta bir inziva yuvası satın alındı? Evse ev yüzlerce vardı Amerika’da.. Ama nedense diplomatik ruhsatlı bir ev tercih edildi. Ne zaman? 92'de! DGM'nin kalp hastası adama dava açmasından 7 yıl önce! Demek ki bir plan söz konusu..
Ahmet’in önündeki gazetelere bakarak adeta fısıldadı:
-Telegram! Zihin
kontrolü mü?
Latif Bey’in
gözleri doldu. Aynı ses tonunda devam etti:
-Kalp hastası
adamın ‘’telegram’’ ile kontrol edilebileceği gerçeğini 92'de görenler ''güvenli
ev''i sağladılar. Sonra da DGM davasından kurtulmak ve sözde yıllardır
beklettiği sağlık problemine çare bulmak için çeşitli sağlık merkezlerine
götürdüler. Kalp hastası adam Amerika’da tam donanımlı bir araştırma kalp hastanesine
yatmak yerine neden özel kliniklerde tedavi edildi? Neden gittiği ilk 6 ay
kimse ile görüştürülmedi. Neden korunaklı bir eve hapsedildi? Şu an bile
gidenlerin bazen görüştürülüp bazen görüştürülmemesinin sebebi nedir?
Ahmet söze girdi:
Ahmet söze girdi:
-Paralel yapı kim
öyleyse?
Latif Bey devam etti:
Latif Bey devam etti:
- 92'de Muhterem
bey için korunaklı güvenli evi kim aldıysa, şu an paralel yapı olarak
nitelendirilen, devletin sinir merkezlerine sızmış illegal yapıyı yönetenler de
onlardır. Bu yüzden Muhterem Bey ''kim paralelse allah belasını versin'' diyebilir
rahatça.. Bilmez çünkü etrafındakilerin oyunlarını.. Zaman zaman bazı görüntü
ve sesler duyduğu/gördüğü biliyorsun..
Ahmet gözlerini kaldırdı:
Ahmet gözlerini kaldırdı:
-Rüyalar!
Latif Bey
yutkundu. Gözlerini kapattı ve devam etti:
- Korkarım
Muhterem Bey kendi dünyasında bu emarelerin bir manevi mesaj olduğunu
düşünüyor.. Ona bu görüntüleri gönderen odaklar ise bunu cemaati ve organlarını
yönetmek için kullanıyorlar. Araştırmalarıma göre transdermal, yani deri altı
ileticilerin mesafe sınırları var. Bu yüzden Muhterem Bey pek dışarı çıkmıyor,
evinden ayrılmıyor.. Etki alanından çıkmadığı sürece, o eski vaiz olmayacaktır..
dedi.
Abdest almak
üzere kalkıp banyoya yöneldiğinde elindeki gazeteyi alıp masanın üzerine
bıraktı. Gazetede başbakanın sinirli bir yüz ifadesi vardı.
Altındaki manşette
‘’İnlerine gireceğiz!’’ yazıyordu.