23 Nisan 2018 Pazartesi
Nasıl Sinestetik Oldum?
12 yaşındayım.. 12, yazdığımda beyaz ve kırmızı ama söylendiğinde kavun gibi kokuyor.
Başım ağırlaştı, yatakta uzanıyorum. Yastığıma sinen ter kokusu artık eskisi kadar rahatsız etmiyor.. Ama yeşil renkteki yastığın üzerinde gri renkteki bir ter kokusu halen. Başım öyle ağır ki; göz kapaklarımı sıkıp, kapalı halde tuttuğumda oluşan sinir sisteminin verdiği havai fişek patlamalarını izleyemeyeceğim bu sefer. Hemen her gün izlediğim bir uyku şenliği nasılsa.. Başımın ağırlığı, vücudumu düşey pozisyonda tutamamamı sağlıyor. Bir tarafa yattığımda, başımın içindeki ağırlığın bir kısmı, birbiriyle uyumsuz farklı nevresim takımlarından harmanlanan yatağımla paylaşılıyor sanki. Ayağa kalkamam. 12 yaşındayım, başım ağrıyor ve bunu yazarken üzerinden 22 yıl geçmiş olmasına rağmen halen kavun kokuyor on iki..
Annem babam endişeleniyorlar. Annem, o günkü psikolojik durumuna göre bağladığı baş örtülerinden birini getirip sarıveriyor alnıma. Başörtüsü yeşil.. Ama rengi değil, kokusu. Ağrı geçmeyince ağrı kesici haplar devreye giriyor. Novaljin 13 gibi kokuyor. Asprin'se 6.. Ard arda içilen hapların verdiği kısa süreli rahatlamalarda yapılacak en güzel şey, göz kapaklarının ardındaki filmin devamını izlemek. Şimdi sık göz kapaklarını! Önce derin bir karanlık.. Dikkatli baktığında merkezden dağılan kırmızı dalgalar, siyahı kaplayarak giderek pembeye dönüşecek ve sen o sırada gözlerinin göz kapaklarının rengini algıladığını düşüneceksin. Ama film henüz bitmedi. Dikkatli bak, merkez tekrar kararırken, tüm görüş alanına hakim yıldızlar parlamaya başlıyor. Bu kez de sıkılan göz kapaklarına akan kılcal kanın etkileri sanıyorsun. Film devam ediyor.. Siyah zemin üzerinde yıldızlar parıldarken, tıpkı az önce kırmızının siyahı yutması gibi, yıldızların birleşip sarı-siyah bir dalgalanmasına şahit olacaksın. Dalgalara dikkat kesilirsen, yıldızların arasını dolduran silik izler olduğunu fark edersin. Ama boşuna uğraşma onu yakalayamazsın. Yapabileceğin tek şey, ağrı kesicilerin etkisi geçmeden göz kapaklarını bir daha sıkıp, yıldız patlamalarını tekrar seyretmek..
Ama devam filmleri, ilki gibi tat vermiyor malum. Baş ağrısı intikam duygusu ile tekrar geliveriyor kafanın tam üstüne. Hapların, sıkmaların işe yaramadığı yerde bir novaljin iğnesi geliyor kalçadan.. Novaljin 13 gibi kokuyor ama kalçadan yediğinde daha mavi bir 13 bu defa. Acaba iğneyi kim yaptı? Emekli bir hemşire komşu mu? Yoksa el yatkınlığı olan bir başka yetişkin mi?
Röntgen, emar görüntülemede görünmeyen bir şey. Tomografi için 1 ay sonrasına gün verdiler. Babam sinüzit diyor. Doktor az önce "sinüzit değil" dediğini duymamış gibi. Yakıştıramadı bana biliyorum. Sinüzit olmalı, başka birşey olmamalı çünkü.. 1 ay sonra da gitmedik zaten. Çünkü nedenini anlayamadığımız ağrı, geldiği gibi bir bilinmeyen olarak söndü gitti
13 yaşındayım. 13 yazdığımda gri ve kahverengi ama söylendiğinde haşlanmış yumurta gibi kokuyor. Annemin ördüğü dantel ipliğinin yumağı topa benziyor. Annem olmadığında çıkarıp oynuyoruz kardeşimle. O kaleye geçiyor, ben kısa boyunu avantaj olarak kullanıp aşırtma goller atıyorum sandalyenin iki ayağının arasına. Dağılıyor bazen iplik. Ucunu sıkıştırmak lazım orta kısmındaki etiketin arkasına. "Ören Bayan" yazan bakır renkli, yuvarlak bir kağıt parçası. Kağıt olduğunu biliyorum ama "bakır" dendiğinde çikolata kokuyor. Dişlerimin arasında sıyırıyorum kağıdı. Aliminyum/bakır tadı yayılıyor ağzıma. Etiketi mundar etsem de, iplik yumağını yerine koyuyorum tekrar.
Top oynamalarım bitiyor dantel ipliği ile çünkü iç içe geçmiş çoraplar ayağa daha iyi oturuyor. Fakat o da ne? Annem ne zaman o dantel yumağını çıkarsa, aklıma etiketteki saçları ortadan ayrık kadın resmi ve "Ören Bayan" yazısı geliyor. Ama ilginç olan bu değil, ağzıma bakır tadı da yayılıyor. Beynin size ne oyunlar oynayabileceğini bilseniz şaşarsınız. Bunları yazarken bile ağzımda aynı tat var.
15 yaşındayım.. 15, yazdığımda beyaz ve yeşil ama söylendiğinde elma gibi kokuyor.
Okuldaki müzik dersinde kullanılan blok flütün çıkardığı sesler, resim yapmaya benziyor. Öğretmen notalarla bir şarkı ezberletiyor ama benim ezberlememe gerek yok. Öğretmenin söylediği şarkının bir şekli var çünkü. Benim yapmam gereken; bu dalga, halka ve düşey doğruların aynısını blok flütün deliklerinden çıkarmak. Koyu mavi plastik flütün tadı tahta gibi ama arkasındaki "Helvacıoğlu" yazısının kokusu vanilya gibi. Ben öğretmenin söylediği şarkının resmini yaptıkça takdir topluyorum. "Şunu da çalabilir misin?" sorusuna eşlik eden grafiği taklit ettiğimde, insanların hayreti ise gurur veriyor. Babam, bir org alıyor bana. Flütün boşluklarından inşa ettiğim müziği, bu defa tuşlarla yapıyorum. Bana göre bu bir resme bakarak, benzer bir resim çizmek gibi ama insanların bakışı bir Leonardo da Vinci eserine bakar gibi. Oysa en fazla el yatkınlığı denilmeliydi buna.
18 yaşımdayım.. 18 yazdığımda kıpkırmızı ama söylendiğinde ekşi erik gibi kokuyor.
Harfler.. Heceler.. Kelimeler.. Hepsi söylendiğinde ard arda dizilen kuleler gibi. Doğru kelimeyi doğru yere koymak için, sadece kulenin yere 90 derece açı yaptığından emin ol. Ve bazen dinleyenler seni eğik dinler. Onlara bu defa dik bir kule veremezsin, eğik dinleyişlerinin açısında bir kule inşa edersen, etkileniyorlar. Bu yüzden farklı inşa malzemeleri, yani farklı kelimeler öğrenmeliyim. Kitaplar okuyorum, kitap denizinde kulaç atmıyor adeta bir jetski üzerinde hız tümseklerinin tadına varıyorum. Farklı kelimeler, kuleleri daha hızlı ve daha düzgün yapmamı sağlıyor ve bu düzgün kelime kuleleri, daha inandırıcı olmamı sağlıyor. "İnanmak" kelimesi kesinlikle kusursuz bir daire şeklinde.. Ama kimilerininki dünyanın şeklinden daha basık veya henüz birleşemeyen çizgileri var.
Babam şairdir. Ben de yazıyorum ama onun gibi değil. Nasıl yazabilirim o şekilde? Şekil mi? Tabi ya? Neden şekline bakmıyorum şiirlerin? Konuştuğumuz cümleler, nasıl dikine kulelerse, şiirler de yatay bir köprüye benziyor. Ne kadar geniş bir köprü inşa ederseniz -ki bu kullandığınız kelimelerle mümkün- o kadar iyi şiir yazabilirsiniz. Babam kimi zaman bir Galata inşa etti ise de, yeri gelmiş San Francisco da yazmış.
21 yaşındayım.. 21 yazdığımda kırmızı beyaz ama söylendiğinde bayat ekmek gibi kokuyor.
Müzik dinliyorum. Gözlerim açıken gözlerimin ardında beliren bir sinema perdesinden, silindir üzerinde dans eden grafikler algılıyorum. Gözlerimi kapatırsam grafikteki renkler bile görülebilir. "Matematik evreni kapsar" diyorlar. Ķısmen doğru bir çıkarım. Şimdiye kadar dinlediğiniz tüm pop şarkıların bir elin parmaklarını geçmeyen farklı şablonların üzerine inşa edilen farklı kelimler ve renkler olduğunu söylesem çok mu iddialı olurdu? İnanın öyle.. İşin matematiği basit. Tek yapılması gereken mimari plana uygun inşa yapmak. Bir bakmışsınız "yazın kasıp kavuran hit parçası" her sene boyanıp önünüze getirilen, farklı taşlarla aynı köprü modeli imiş..
34 yaşındayım.. 34 yazıldığında yeşil ve sarı ama söylendiğinde portakal kokuyor.
Kendimi anlatmaya çalışıyorum ama çoğunuz anlamadınız. Çünkü sahip olduğumu, siz yıllar önce kaybettiniz. Doğduğunuzda beynin duyu algıları arasındaki nöron bağlantıları eşsizdir. Ancak bunu kontrol edebilecek iradeye henüz sahip değilsinizdir. Görmek için gözü, duymak için kulağı, koklamak için burnu, tatmak için dili ve hissetmek için ten'inizi kullanma ihtiyacınız; bu kabiliyetlerinizin zamanla birbirinden ayrılarak çok daha güçlü bir şekilde çalışmasını sağlar. Duyu organlarının her biri, beyin sinapsları arasında çok güçlü bağlar oluştururken, birbirleri arasındaki var olan ilişkiyi de zamanla köreltir.
Benim durumumda durum yeni doğmuş bir bebeğin nöronik ağlarına benziyor. "Kaybettiniz" deyince bunun bende bir üstünlük algısı yaratacağını düşünmüş olabilirsiniz ama yanıldınız. Bunun zeka ile pek alakası yok. Hatta duyu organlarımızın beyin iletişiminin, herhangi birinizden daha az olduğunu söyleyebilirim.
"Eş zamanlı" ve "algılamak" kelimelerinin yunanca karşılığı olan "sinestezi", duyular arası karmaşıklık olduğu gibi genel bir yaygın kanıya göre de bir rahatsızlık aslında. Kimileri bunun özel bir yetenek olduğunu söylüyorlarsa da pek inandırıcılığı yok. "Yetenek" kelimesinden yağ kokusu almıyorsa tabi..
Daha anlaşılır olması için şöyle düşünün:
Sesli olarak tekrarlayın: Yeşil erik, yeşil erik, yeşil erik..
Ağzınız kamaştı mı? Eriğin tadını alır gibi oldunuz, hayal edebiliyorsunuz en azından..
İşte biz o eriğin tadını alıyor ve tuz olsun diye "demir" diyoruz mesela..