Bilader kullanın şunu! |
Hayatta kalmaya odaklı beyin; öyle ustaca programlanmıştır ki, çok üzüldüğünüz, etkisinden zorlukla kurtulduğunuz olaylar silsilesini hafızanızın geri dönüşüm kutusuna atarak, çokça hatırlamamanızı ve yaşama yönelik faaliyetlerinize engel olmamasını sağlar. Örneğin çok mutlu olduğunuz anların detayları, çok üzüldüğünüz bir olaydakinden çok daha net piksellere sahiptir. Bu optimist işletim sistemi bir anlamda beynin de otonom antivirüs yazılımıdır. Çıkar amaçlı ahlaki çöküntülerimiz de, yataktan düşmek üzereyken seni uyandıran dürtü de aynı "hayatta kal" sisteminin birer doğal sonucudur.
Bir meyve ağacı bile, yeşerip meyvesini verir. Meyveyi insan yese de yemese de bir zaman sonra çekirdeği yere düşüp yeni bir meyve ağacı olmaya adaydır.
Peki alemdeki her nesne; hayatta kalmak üzerine programlanmışken, neden "ölmeden ölünüz" denilmiştir?
Aslında ölmek fiilinin ilk kelimesindeki anlamı, bildiğimiz hayatı kast ederken, ikincisi insanın nefsani duygularını köreltmesini temsil eder.
Bakara suresinde Hazreti İbrahim ile Cenab-ı Hak arasında mealen şöyle bir konuşma geçmektedir:
“İbrahim Rabbine;
«–Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster.» demişti.
Rabbi ona;
«–Yoksa inanmadın mı?» dedi.
İbrahim;
«–Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)» dedi.
Bunun üzerine Allah;
«–Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.» buyurdu"
Hikayeye göre Hz.Ibrahim yüce Allah'ın iddiasına inanmamış değildir. O "kalbini mutmain etmek" istemektedir. İşte bu "ölmeden ölmek" tamlamasının ikinci ölüm fiilini temsil ediyor. Kuşların akibeti malum ama Hz.Mevlana bu ayetleri şöyle de tefsir ediyor:
"Bu kuşlar; kaz, tavus, karga ve horozdur. Bunlar insanlardaki dört huyu gösterir.
Kaz, hırstır. Onun boğazı bir an için olsun durup dinlenmez. «Yiyiniz!» emrinden başka hiç bir ilâhî emre kulak vermez.
Horoz, şehvettir.
Mevkî, makam ve şöhret de tavus kuşuna benzer.
Karga ise; insanlardaki bitmez, tükenmez istekler, dileklerdir. Karganın emeli, sonsuz olmak yahut uzun bir ömür sürmektir. Bunu umar durur.”
Demek ki insan, her zerresinin ona emrettiği halin zıttına yönelmek ile mükelleftir. Hayatta kalmaya programlı beynin, nefsani heveslere evrilip tüm ruhu ele geçirmesine engel olunmalı ve bu yanlışa düşmemelidir.
Örneğin insan yemek yemelidir çünkü hayatta kalmalıdır. Peki ne kadar yemelidir? İşte burada sınırlar flu.. Çünkü metabolizmanın sana verdiği tek komut "Ye!" İşte burada irade devreye girecek; nefsin emirlerini elden geldiğince törpüleyecek, mutmain olmak için dört kuşun ayaklarını kesecektir.
İşte bu dört temsili kuşun, hapsolunduğu mübarek Ramazan ayını geride bıraktık. Rabbim tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadet ve taatları kabul eylesin.
Gonya |
Kuş, ölüm ve Mevlana deyince şu meselden bahsetmemek de olmaz.
Vaktiyle bir tüccarın, konuşkan bir papağanı vardır. Kafesteki papağanı gören herkes onun kabiliyeti karşısında hayran kalır. Tüccar durumdan hoşnuttur ama papağan kafeste mahkum olmanın sancılarını da çekmektedir.
Günlerden bir gün, tüccar Hindistan'a yolu düşecektir. Hal lisanı ile kafesteki papağanına bir isteği olup olmayacağını sorar. Papağan derin bir "Aaah.." çeker ve söylenir:
- Hindistana gidince o hür papağanlara de ki "eey hür papağanlar! Bu zavallı mahkum bir tuzağa düştü de ömür boyu hapse düştü. Siz güneşin doğuşunu, seher yelini kanatlarınızın altında hissederken ben burada parmaklıkların ardında çürümeye mahkumum. Bu Allah'tan reva mıdır? Sizlere selam ederim ve bir çare isterim. Bana rehberlik ediniz ki bu zilletten kurtulayım"
Tüccar papağanın haline üzülür ama onu serbest bırakmayı da kabul etmez. Papağanın selamını ileterek vicdanını hafifletmeyi amaçlar.
Nitekim Hindistana gidince, yine aynı hal ile ağaç dallarına konmuş rengarenk papağanlara, kafesteki papağanının acı feryadını iletir. Hikaye bu ya, bunu dinleyen papağanlardan biri o kadar üzülür ki, titrer ve yere düşer. Tüccar bir papağanın ölümüne sebebiyet vermenin korkusuyla hızla evine döner. Kafesteki papağana selamını ilettiğini ve bir papağanın dinlediklerine dayanamayıp, titreyip can verdiğini söyler. Bunu dinleyen kafesteki papağan, titrer ve hareketsiz bir şekilde kafesin dibine düşer..
Tüccar ne büyük bir günaha girdiğini düşünür. İki canlının istemeyerek de olsa ölümüne sebep olmuştur. Vicdan azabıyla kafesteki kuşunu gömmek üzere çukurun yanına koyar. Bir anda canlanan kuş, kanatlarını çırpıp havalanır
Babacım! Cicikuş! |
Tüccar kuşuna dönüp:
-Ey benim yoldaşım, ey güzel kuşum. Sen hindistandaki papağandan ne telakki ettin ki bana bu oyunu oynadın? Allah aşkına söyle! der..
Papağan eski sahibine dönüş şöyle der:
- Haberini getirdiğin hind papağanı bana çare oldu. Sessizliği ile bana rehber oldu. Demiş oldu ki "seni kafese koyan dilin! Aklını başına topla, sen de benim gibi öl!" dedi.. Ben de onu yaptım, der.
Hz.Mevlana, papağanın diliyle tüccar'ın nezdinde hepimize nasihat eder:
-Ey efendi! Ben esirlikten ölmeden önce ölerek kurtuldum; şimdi asıl geldiğim yere, vatanıma dönüyorum. Sen de benim gibi yaparsan, ten kafesinden selametle kurtulur, hürriyete kavuşarak asli vatanına, yani baban Hazret-i Adem’in geldiği yer olan cennete dönersin!.. Bu çamur bedenden sıyrılıp ulviyete kavuşursun; çok yücelirsin!..”