"Sıcak bişey değil de nem çok nem.." |
Bütün birikimlerini yeraltı şehirlerinde bir ev almaya harcayanlar, nesilleri değiştirecek bir adım attıklarını fark etmeden kas ve kemik erimesinden hayatını kaybettiler. Güneşin yokluğu başta D vitamini olmak üzere, temiz hava ve ışık eksikliği bir çok rahatsızlığı da beraberinde getirmişti. Takviyelerle sağlıklı kalabileceklerine uzun süre inandılar. Çünkü dünyada olmayan bir refah düzeyine sahiptiler. Her istediklerini alabiliyor, her teknolojiye sahip olabiliyorlardı. Ancak insanoğlu, fareler gibi yaratmamıştı. Güneşten kaçan insanoğlu, bir süre sonra ona muhtaç olduğunu da anladı. Artan hastalıkların sebebinin yeraltı şartları olduğu kabulü, bu hastalıklardan on binlerce insan hayatını kaybettikten sonra oldu.
Yeniden yüzeye çıkmak, yüksek refah düzeyine sahip bu şehirleri terketmek, yıllarca verilen mücadelede geri adım atmak anlamına geliyordu. Yeraltı konfederasyonu, "daha mutlu bir yaşam" sözünün arkasında durulacağını taahhüt etti. Bilim adamları, ispanyolca "yumurta" anlamına gelen, "huevo" adında kapsüllere, bu hastalıklara yakalanan hastaları yerleştirme kararı aldılar. Hareket edemeyen bu hastalar, ömürlerinin son demlerinde matrix benzeri bir sanal dünyada mutlu bir hayat sürdüler. Huevo'nun içindeki hastaya enjekte edilen nano reseptörler sayesinde; hasta gelmiş geçmiş en gerçekçi sanal deneyimi yaşıyor, dış dünya ile bağlantısını tamamen koparabiliyordu. Bir kaç yıl mutlu yaşayan ve ağrılarını hissetmeyen bu hastalar, zamanla hasta olabileceklere de umut oldu.
Hastalıklara yakalanmanın sadece bir zaman meselesi olduğunu düşünen insanlar, "zaman yumurtası" adını verdikleri "HdT" adlı organizasyona dahil oluyorlar ve erkenden sanal dünyaya bağlanıyorlardı. Yeraltının refah seviyesi yüksek şehirleri, zamanla tabut gibi kapsüllerde mutlu bir şekilde yatan insanların oluşturduğu bir yaşayan mezarlığa döndü. Güneşi görenler, bu insanların hayatlarını yadırgadılar ama dünyada git gide yayılan çaresizlikten dolayı da saygı duydular.
Yeraltı şehirleri, tamamen kendilerini yumurtalara hapsettiğinde, bir grup insanın yumurta bakımı için uyanık kalması gerekiyordu. Yerel yönetimler; bu işi üzerlerine "fedakarlık" yaparak aldıklarında, zamanla hastaların mutluluklarını kıskandılar ve doğan çocuklarını hemen yumurtaya bağlamaya başladılar. Artık bebekler, gözlerini sanal ve mutlu bir dünyaya açıyorlardı. Yumurtada hapsedildiklerinin farkında dahi olmayan bu nesil, post apokaliptik bir matrix filminde gibiydiler. İlk nesiller, yumurtada yattıklarını biliyorlardı. Ancak bunu gelen nesillere anlatamayınca, sistemin içinde gerçeklik algısı da değişti. Yüzyıllar sonra bile Platon'un Mağara Alegorisi gerçeğe dönüşmüştü.
Dünyanın, artık yaşanmayacak bir yer olduğu fikri bu senelerde ortaya çıktı. Transhümanizmin geldiği nokta insanoğlunu korkuttu ve Ay'a yerleşme fikri böyle doğdu. Sadece 5 yıl sonra, bir grup insan Ay'daki kolonilerini kuracak ve başka bir geleceğin tohumlarını atacaklardı.