"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (mensur şiir)
Yer: Diyarbakır / Kulp
Tarih: 2007
Mensur, Diyarbakır’ ın Kulp ilçesine bağlı bir köyde büyümüştü. Kurmanç olan yerel halk, bölgenin siyasi iklimine de uyum sağlamıştı. ‘’Başkale militanları’’ adlı çocuk ve gençlerden oluşan küçük bir grupları bile vardı. Bölgedeki çoğu genç polisle çatışmayı hemen hemen bir oyun gibi algılar olmuştu. Örgütün siyasi kanadı taş diyorsa taş, molotof diyorsa molotof atacaklardı.. Ancak Mensur bu gruplara hiç dahil olmamıştı. Soranlara zayıf bünyesini gösteriyor ve çalışmak zorunda olduğunu söylüyordu. Bir şekilde olaylardan sıyrılmasını bilse de, bir kaçına katılmak zorunda kalmıştı. Onda da sadece kalabalık yapmaktan öteye gitmedi.
Genç yapılanmalardan sorumlu kişiler Başkale’ ye geldiklerinde Mensur’ un huyunu bilir ve dalga geçerlerdi. Erkek dahi olmadığı söylentileri, Mensur’ un sevdiği kızı alamamasına yol açtı. Mensur terörizmle birşeylerin kabul ettirilemediğini küçük yaştan beri biliyordu. Askerlik kağıdı geldiğinde yaşıtları gibi dağa çıkması söylendi. Ancak Mensur, okumak istediğini gerekirse şehir yapılanmasında görev alabileceğini ileterek görev bölgesinde teslim oldu. Böylece hemşerilerinin baskısından kurtulmuş olacaktı. Ancak onu askerde çok daha zor günler bekliyordu.
Yer: Ankara 4. Mekanize Tugayı
Tarih: 2008
Tuğgeneral, kürt olduğu için dışlanan ve zaman zaman eziyet gören çocuğu duymuştu. Ancak buna içten içe bir memnuniyet duyuyordu. Daha bir kaç ay önce Aktütün karakolunda verilen 15 şehidin acısı sıcaktı. Ne kadar ‘’bu memleketin evladı’’ diye düşünse de bu genci sevmeyecekti.
Kapıdan içeri kavruk bir delikanlı girdi. Burnu ve çenesinde darp izleri vardı. Makamında oturtup bir çay söyledi. Biraz konuşunca aklı başında bir genç buldu karşısında. Bu diğerlerinden farklı bir çocuktu. Diğerlerinin aksine kürt milliyetçiliği davasını gütmüyor ve birlik beraberlikten bahsediyordu. Gözlerindeki samimiyeti yakalayan general, zamanla bu çocuğa ısınmaya başladı. Makam şoförü yaptı. Yolculuklar esnasında genci dinliyor, vatan ve barış hakkında söylediklerini hayret ile karşılıyordu. Olabilir miydi? Diyarbakırlı bir kurmanç genç, böylesine vatanperver olabilir miydi?
General sordu:
- Mensur, ismin ne manaya geliyor senin?
- Dağılmış, parçalanmış demek komutanım. İsmimi dedem koymuş. Ama niye bunu koymuş nasıl koymuş bilmiyorum komutanım..
General Tugaya geri döndüğünde ‘’çok gizli’’ bir emir aldı. Bu emir doğrudan Mensur ile ilgiliydi. Mensur’ u çağırtıp verilen emri ona açıkladı.
- Tugaydan kaçacaksın Mensur.. Ankaradan çıkacak, Diyarbakır’ a.. Oradan da sınırın öte tarafına gideceksin. Hemşerilerinin yanına, dağa çıkacak ve özgürlük mücadelesi vereceksin!
Mensur için herşey tepetaklak olmuştu. Komutanın söylediklerinin tek kelimesine dahi anlam veremedi. Ama mantık aramaktan çok zihnini kemiren o soruyu sordu:
- Neden?
Komutan terör örgütüne katılmasını ve faaliyetlerini uygun görülecek bir kişiye rapor etmesini istediğini açıkladı. Bir nevi köstebek olacaktı.. Mensur kökeni itibariyle ve hayatıyla bu göreve verilecek en uygun isimdi. Kimse ondan şüphelenmezdi. Askerde dayak yediğini köyünde herkes duymuştu. Örgüt Mensur’ un dağ yolunu seçmek zorunda kaldığını zannedecekti. Onlardan biriydi, onların içerisinde görünmez olurdu.
Mensur akıllı biriydi. Tek bir şart koştu: ‘’aileme bakılacak!’’ Komutan kendinden emin ‘’elbette’’ diyebildi. Mensur:
- Kabul ediyorum komutanım ama ya dağda yapamazsam? Başaramazsam? Açığa çıkarsam?
- Mensur arabada bana adının manasını söylemiştin hatırlıyor musun?
- Evet komutanım
- Adının bir anlamı daha var.. Mensur aynı zamanda ‘’Allah yardımıyla galip getirilen’’ demek..
Yer: Tuzla’ da bir çocuk parkı
Tarih: 02.04.2011
Sıradan bir gece sıradan bir mahallede, evlerinde televizyon karşısında oturan mahalleli büyük bir gürültüyle sarsıldı.. Birşeyler patlamıştı.. Sokaklara dökülen mahalleli çocuk parkındaki yıkık bekçi klübesini gördüğünde olayın bir tüp patlaması olduğunu düşünmüştü.. Yerde yatan 2 delikanlı yaralanmış görünüyorlardı. Anlaşılan kendilerini patlamadan önce klübeden zor atmışlardı. Ambulans ışıkları mahalleyi aydınlatırken, delikanlıların yanlarındaki çuvalları bırakmadığı görüldü. Görevliler çuvallara baktıklarında 3 adet C4 tipi bombayla karşılaştılar.. Gençler hastaneye kaldırılırken, terörle mücadele timleri ambulansı takip edecekti..
Gençler sedye üzerinde sorgulanırken, Tuzla’dan yola çıkan Şeyma’ nın elleri titriyordu. Gençliğinin baharında bu genç kız, uzaktan yıkıldığını gördüğü bekçi klübesine ‘’karargah’’ diyordu. Patlamadan hemen sonra yola çıkmış ve telefonda mesajlaştığı kişiye ‘’acil görüşmemiz gerek’’ yazmıştı. Aldığı cevap ‘’evime gel’’di. Bu kişi belki beladan kurtarmayabilirdi.. Ama en azından daha güvenli bir yere kaçırarak zaman kazandırabilirdi.
Kapıyı açan esmer kısa boylu bir kadındı. Saçlarını arkadan bağlamıştı. Şeyma kapıyı açar açmaz kadının boynuna sarıldı:
- Sebahat abla kurtar beni..
Kadın merhamet dolu ellerle genç kızın saçını okşadı. Şeyma kendini güvende hissediyordu. Olanları heyecanlı bir şekilde anlattı. Kadın 2 delikanlının ölmüş olması ihtimalini düşünmüyor gibiydi.. Buz gibi gözlerle tepki vermeden dinledi ve ayağa kalkıp ceketini giymeye başladı.
- Em diçin! (gidiyoruz) derken Şeymanın yüzüne bile bakmadı.
Şeyma:
-Ferdi çoktan polise adımı vermiştir gelir beni alırlar.. diyebildi
Kadın donuk gözlerle Şeymaya baktı:
- Kimse seni alamaz! Unuttun mu? Ben bir vekilim.. Ve dokunulmazlığım var.
Yer: Kuzey Irak
Tarih: 20.10.2011
Mensur yerdeki silah techizatına bakıyordu. Neredeyse sürünerek gelinen yolda örgüt arkadaşları zafer çığlıkları atıyorlardı. 2 gün önce Hakkari/Çukurca mevkiinde askeri binalara ateş açmışlardı. Suriye ‘den ve Türkiye’ den katılan birliklerle oldukça kalabalık bir grup olmuşlar ve devlete karşı girişilen mücadelede ilk defa üstün olmanın sarhoşluğunu yaşamışlardı. Söylentilere göre TC’ nin 10 küsür askeri öldürülmüştü. Kendi gruplarından ise sadece bir kaçı hafif yaralanmıştı. Mensur içinde bulunduğu gruptan ayrılamamış ve o da binalara doğru ateş açmıştı.
Kimbilir? Belki de o askerlerin bir katili de kendisiydi.. Yaklaşık 3 yıldır taciz ateşi dedikleri eylemlere katılmıştı ama ilk kez böylesine ölümler gerçekleşiyordu. Türkiye kanlı bir sabaha uyanırken, yoldaşları taşların üzerinde mağaralarda bekletilen etleri paylaşıyordu.
Mensur daha öncekiler gibi irtibat kurduğu kişiye ulaşmalı ve bu baskını haber vermeliydi. Ancak ne olduysa gruptan ayrılamamıştı. Gece yolculuğa başladığında haber vermek için artık çok geçti. Derhal irtibatına ulaşmalı ve hatasını anlatmalıydı. Erzak bahanesiyle 2 kişiyle beraber kamptan ayrıldı. Yakınlardaki bir köye gidince 3 terörist birbirlerinden ayrılıp ayrı ayrı evlere girdiler. Mensur karşısında onu bekleyen adama durumunu anlattı. Elinden birşey gelmediğini ifade etmeye çalıştı. Adam sakince dinledi.
- Bak bi haber daha var.. Ablan Şeyma.. İstanbul’ da havalimanında yakalanmış!
- Ablam?
- Haberin yok mu? Sen dağa çıkınca o da şehirde örgüte girdi.. En sonunda da bomba patlattıktan sonra yakalandı..
- Bomb.. Ne zaman gitmiş? Nasıl gitmiş?
- ‘’Tamam tamam git haber bekle’’ dedi. Mansur şaşkın çıkarken arkasından seslendi:
- 24!
Mensur anlamadı:
- Şehit.. 24 asker öldü.. 20 tane de ağır yaralı..
Kelimeler Mensur’ un boğazında takıldı. Kampa dönemezdi.
- Beni Türkiyeye kaçır! dedi..
Adam sanki çok kolay birşey istemiş gibi kabul etti. Gruba yakalanmadan bir hayvan arabasının arkasına çıkardı Mensur’ u..
‘’Saklan.. Araba Mardin’ e gidiyor. Orada in’’ dedi ve gözden kayboldu.
Mensur düşünmeye başladı ‘’Allahım beni galip getirecek misin?’’
Yer: Ankara
Tarih: 25.10.2011
Haber ulaştığında Müsteşar ofisinde traş oluyordu. ‘’çok gizli’’ ibaresiyle gelen mektupta pişmanlık yasasından yararlanmak isteyen bir teröristten bahsediliyordu. Çukurca katliamından sonra devletin intikamından korkan birisi diye düşündü.. Ancak mektupta ifade alınırken emekli bir paşanın eşlik edeceği belirtilmişti. Bu tür askeri yetkililerin sorgulamayı izledikleri olmuştu ama emekli bir tuğgeneral mi? Hiç mantıklı değildi..
Hazırlanıp çıktı. Esenboğa’ dan Mardin’ e gidecek uçağa birkaç yetkiliyle beraber emekli tuğgeneral de bindi. Tanıştılar ama yolculuk boyunca sohbet etmediler. General sıkıntılı görünüyordu. Ülkenin 24 şehit verdiği haberi herkesi sarsmıştı. Gazeteler 24 ocağa ateş düştü başlığı atmışlardı. Teröristler en etkin olduğu zamanlarda bile böylesine deli cesareti göstermemiş ve bu kadar sayısal üstünlüğe ulaşmamıştı. Şimdi bir terörist itirafçı olacak ve paçayı sıyıracaktı. Emekli generalin teröristi sorgularken öldürebileceğini umut etti.
Mardin hava alanına indiklerinde doğrudan ‘’güvenli’’ olarak belirlenen mekana gittiler. İçeride kavruk ve seyrek sakallı bir genç oturuyordu. Komutanı görünce ayağa kalkıp asker selamı çaktı. Bunu gören yetkililer gencin delirdiğini düşündüler. Bu genç korkudan olsa gerek diye düşündü, emekli paşaya saygı duyuyor gibiydi. Müsteşar sorgulamayı yönetecekti. Kapılar açılmadan önce paşa dönüp elindeki mektubu Müsteşar’ a uzattı. Bu imzayı çok iyi tanıyordu! Gözlerine inanamadı! Bütün yetki bu paşadaydı.. Gerekirse oracıkta öldürecek, gerekirse salıverecekti!
- Böyle emir olmaz! Diyerek telefona sarıldı.
Okudukları gerçekti. Müsteşar deliye döndü onca yolu bunun için mi gelmişti? Paşa birkaç dakika sonra dışarı çıktı ve ‘’benimle geliyor’’ dedi. Müsteşar kendini hiç bu kadar aşağı görmemişti. Herkese emirler dağıtan ve onbinlerce kişilik emniyet gücüne hükmeden birisi sebebini anlamadığı bir dolabın tam ortasındaydı.. Paşa ve Mensur isimli genç uçağa giderlerken Müsteşar gerçekleri video kayıttan izleyerek öğrenecekti.
Yer: Kocaeli
Tarih: 11.11.2011
Mensur derdini anlattığında Paşa onun için bütün gerekli hazırlığı yapmıştı. Sahte kimlik düzenlenmiş, bir yerde işe başlamış ve hatta her ay sigortası düzenli olarak yatırılmıştı. Kocaeli’ ne yerleşecek ve yeni bir hayata başlayacaktı.
Kocaeli’ nin havasını sevmişti. Bir atölyeye gidip işe geldiğini bildirdi. İşyeri sahibi Mensur’ u sıcakkanlılıkla kabul etti. 27 yaşındaydı ama hayata yeni başlıyordu. Mensur Açık Lise sınavlarına hazırlanırken, bu işyerinde yaklaşık 1 ay bil fiil çalıştı.
Yine bir gün atölyede çalışırken bir misafiri olduğu söylendi. Merakla koşup karşılamak için kapıya yöneldi. Kapıda Müsteşar’ ı gördüğünde şaşırdı. Onu burada hiç beklemiyordu. Çünkü artık itirafçıydı. Devletin kendisiyle ne işi olurdu? Eski kimliği gün yüzüne çıkabilirdi.
Müsteşar güler yüzlüydü. Tokalaşıp kantine geçtiler. Müsteşar:
- Mensur..
- Adım Halit efendim.
- Biliyoruz! O senin yeni adın! Beni iyi dinle!
- Dinliyorum efendim
- Senin dahil olduğun terör örgütünden 3 kişinin Kocaeli’ nde olduğunu saptadık. Nerede ve nasıl eylem hazırlığında olduklarını biliyoruz. Muhtemelen görünce tanırsın. Bize onları gösterebilir misin?
- Benim çalışmam lazım..
- Çalış çalış da.. şu işi de beraber halledelim..
‘’Halledelim’’ derken Mensur’ un kolunu sıkıca kavrayan Müsteşar’ ın ses tonu emir verir gibiydi. Mensur kabul etti. Müsteşar memnun bir ifadeyle ‘’iş çıkışı deniz otobüsüne gel.. 18:00 gibi orada ol’’ diyerek ayrıldı.
Yer: Kocaeli / İzmit
Tarih: 11.11.2011
- Biji Kürdistaaaaan!!!
Deniz otobüsündeki bu ses korkunçtu! Ellerinde silahları olan iki üç kişi denizotobüsünü kaçırdıklarını ve yolcuları rehin aldıklarını söylüyorlardı. İzmit körfezinde bir aşağı bir yukarı giden kaptan ne yapacağını bilemedi.
Mensur 20 kadar yolcunun arasındaydı. Eli silahlı militanları gördüğünde hemen tanıdı. Ayağa kalkıp birinin yanına yaklaştı. Öteki çevik bir hamleyle Mensur’ u sırtından kucakladı. Mensur’ u daha deniz otobüsüne binerken tanımışlardı. Onlara Mensur’ un da burada olacağı ve eyleme destek vereceği söylenmişti. Elbette Mensur militanların kendisini beklediğinden haberi yoktu.
Sahil güvenlik botları deniz otobüsünün etrafını sardığında kaçırılma olayının üstünden yarım gün geçmişti. Mensur defalarca teröristlerle konuşmaya çalıştıysa da beceremedi. Çünkü birisi ‘’sen TC’ den yana mı oldun?’’ diyerek kendisini de hainlikle suçlayabilir ve oracıkta öldürebilirdi. Havada helikopterler daireler çizmeye başladı. Mensur sakinliğini koruyordu. Rehinelerin aralarına oturmak istedi ama korkudan titreyen yolcular Mensur onlara yaklaştığında hastalıklı birisiymiş gibi ondan uzaklaşmaya çalıştılar. Mensur ‘’ben onlardan değilim.. sadece tanıyorum. Korkmayın bana bi telefon verin ben polisi arayım’’ dedi. Genç bir adam elindeki telefonu Mensur’ a uzattı. Mensur Paşa’ nın veya Müsteşar’ ın telefonunu hatırlamaya çalıştı. Cebine koyduğu mini rehberi çıkarıp numaraları buldu. Paşa’ nın numarasını çevirmeye başladı. Telefon 1 defa çaldı. Açan Paşa değildi:
- Kimi ararsan ara bu hat direkt beni arar Mensur!
Sesin sahibi Müsteşar’ dı. Alaycı bir tavrı vardı.
- Etrafına bak! SAT komandolarını görebiliyor musun?
Mensur sabahın yeni yeni aydınlanan ufkuna doğru baktı. Hücum botlar pusuda bekliyordu.
- Biliyor musun Mensur? Bunlar SAT komandosu değiller.. Bizzat Çukurca’ da görev yapan 24 şehidin arkadaşları..
Mensur bir aslan avının içerisinde olduğunu o zaman anlamıştı. Hücum botları harekete geçmişti. Militanlardan birisi uyukluyor, diğerleri kendi aralarında konuşuyorlardı.
- 24 tane fidanı yok edip elini kolunu sallaya sallaya gezebileceğini mi düşündün şerefsiz!!
Müsteşar son kelimeyi dişlerini sıkarak söylemişti. Diyecek bişey bulamadı.
- Sen o fidanları yerlerinden sökersin.. başka fidanlar da gelir senin başını ezer!
Diyip telefonu kapattı. Mensur hala telefonu kulağında tutuyordu.
Hücum botlar yaklaşırken militanlar silahları güverteye atıp ellerini kaldırıp teslim oldular. Askerler ani bir hamleyle güverteye çıkıp militanları etkisiz hale getirdi. Rehineler bağırıyorlardı. Mensur aralarındaydı.
Askerler Mensur’ u kollarından tutup güverteye çektiler. Mensur ‘’abey vallah bi günahım yok’’ dese de karşısındaki 2 asker beylik silahlarını ona doğrultmuşlardı.
Mensur ablasını düşündü.. Kimliği ifşa olmasın diye hapishanede ziyaret edememişti. ‘’Şeyma’’ diyebildi.
Önündeki bir asker 3 el göğsüne ateş etti. Mermilerin soğuk acısını hissetti. Sırtüstü düştü. Öteki asker elineki silahı Mensur’ un başına doğrulttu.
Sabah güneşi İzmit' i aydınlatırken, güvertede 3 el silah sesi daha duyuldu.