RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

29 Kasım 2013 Cuma

Mensur

"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu."
                                                            Yakup Kadri Karaosmanoğlu (mensur şiir)


Yer: Diyarbakır /  Kulp
Tarih: 2007

Mensur,  Diyarbakır’ ın Kulp ilçesine bağlı bir köyde büyümüştü. Kurmanç olan yerel halk, bölgenin siyasi iklimine de uyum sağlamıştı. ‘’Başkale militanları’’ adlı çocuk ve gençlerden oluşan küçük bir grupları bile vardı. Bölgedeki çoğu genç polisle çatışmayı hemen hemen bir oyun gibi algılar olmuştu. Örgütün siyasi kanadı taş diyorsa taş, molotof diyorsa molotof atacaklardı.. Ancak Mensur bu gruplara hiç dahil olmamıştı. Soranlara zayıf bünyesini gösteriyor ve çalışmak zorunda olduğunu söylüyordu. Bir şekilde olaylardan sıyrılmasını bilse de, bir kaçına katılmak zorunda kalmıştı. Onda da sadece kalabalık yapmaktan öteye gitmedi.

Genç yapılanmalardan sorumlu kişiler Başkale’ ye geldiklerinde Mensur’ un huyunu bilir ve dalga geçerlerdi. Erkek dahi olmadığı söylentileri, Mensur’ un sevdiği kızı alamamasına yol açtı.  Mensur terörizmle birşeylerin kabul ettirilemediğini küçük yaştan beri biliyordu. Askerlik kağıdı geldiğinde yaşıtları gibi dağa çıkması söylendi. Ancak Mensur, okumak istediğini gerekirse şehir yapılanmasında görev alabileceğini ileterek görev bölgesinde teslim oldu. Böylece hemşerilerinin baskısından kurtulmuş olacaktı. Ancak onu askerde çok daha zor günler bekliyordu.


Yer:  Ankara 4. Mekanize Tugayı
Tarih: 2008

Tuğgeneral, kürt olduğu için dışlanan ve zaman zaman eziyet gören çocuğu duymuştu. Ancak buna içten içe bir memnuniyet duyuyordu. Daha bir kaç ay önce Aktütün karakolunda verilen 15 şehidin acısı sıcaktı. Ne kadar ‘’bu memleketin evladı’’ diye düşünse de bu genci sevmeyecekti.
Kapıdan içeri kavruk bir delikanlı girdi. Burnu ve çenesinde darp izleri vardı. Makamında oturtup bir çay söyledi. Biraz konuşunca aklı başında bir genç buldu karşısında. Bu diğerlerinden farklı bir çocuktu. Diğerlerinin aksine kürt milliyetçiliği davasını gütmüyor ve birlik beraberlikten bahsediyordu. Gözlerindeki samimiyeti yakalayan general, zamanla bu çocuğa ısınmaya başladı. Makam şoförü yaptı. Yolculuklar esnasında genci dinliyor, vatan ve barış hakkında söylediklerini hayret ile karşılıyordu. Olabilir miydi? Diyarbakırlı bir kurmanç genç, böylesine vatanperver olabilir miydi?

General sordu:

-       Mensur, ismin ne manaya geliyor senin?
-       Dağılmış, parçalanmış demek komutanım. İsmimi dedem koymuş. Ama niye bunu koymuş nasıl koymuş bilmiyorum komutanım..

General Tugaya geri döndüğünde ‘’çok gizli’’ bir emir aldı. Bu emir doğrudan Mensur ile ilgiliydi. Mensur’ u çağırtıp verilen emri ona açıkladı.

-       Tugaydan kaçacaksın Mensur.. Ankaradan çıkacak, Diyarbakır’ a.. Oradan da sınırın öte tarafına gideceksin. Hemşerilerinin yanına, dağa çıkacak ve özgürlük mücadelesi vereceksin!
Mensur için herşey tepetaklak olmuştu. Komutanın söylediklerinin tek kelimesine dahi anlam veremedi. Ama mantık aramaktan çok zihnini kemiren o soruyu sordu:

-       Neden?

Komutan terör örgütüne katılmasını ve faaliyetlerini uygun görülecek bir kişiye rapor etmesini istediğini açıkladı. Bir nevi köstebek olacaktı.. Mensur kökeni itibariyle ve hayatıyla bu göreve verilecek en uygun isimdi. Kimse ondan şüphelenmezdi. Askerde dayak yediğini köyünde herkes duymuştu. Örgüt Mensur’ un dağ yolunu seçmek zorunda kaldığını zannedecekti. Onlardan biriydi, onların içerisinde görünmez olurdu.

Mensur akıllı biriydi. Tek bir şart koştu: ‘’aileme bakılacak!’’ Komutan kendinden emin ‘’elbette’’ diyebildi. Mensur:

-       Kabul ediyorum komutanım ama ya dağda yapamazsam? Başaramazsam? Açığa çıkarsam?
-       Mensur arabada bana adının manasını söylemiştin hatırlıyor musun?
-       Evet komutanım
-       Adının bir anlamı daha var.. Mensur  aynı zamanda ‘’Allah yardımıyla galip getirilen’’ demek..
             

Yer: Tuzla’ da bir çocuk parkı
Tarih: 02.04.2011

Sıradan bir gece sıradan bir mahallede, evlerinde televizyon karşısında oturan mahalleli büyük bir gürültüyle sarsıldı.. Birşeyler patlamıştı.. Sokaklara dökülen mahalleli çocuk parkındaki yıkık bekçi klübesini gördüğünde olayın bir tüp patlaması olduğunu düşünmüştü..  Yerde yatan 2 delikanlı yaralanmış görünüyorlardı. Anlaşılan kendilerini patlamadan önce klübeden zor atmışlardı. Ambulans ışıkları mahalleyi aydınlatırken, delikanlıların yanlarındaki çuvalları bırakmadığı görüldü. Görevliler çuvallara baktıklarında 3 adet C4 tipi bombayla karşılaştılar.. Gençler hastaneye kaldırılırken, terörle mücadele timleri ambulansı takip edecekti..

Gençler sedye üzerinde sorgulanırken, Tuzla’dan yola çıkan Şeyma’ nın elleri titriyordu. Gençliğinin baharında bu genç kız, uzaktan yıkıldığını gördüğü bekçi klübesine ‘’karargah’’ diyordu. Patlamadan hemen sonra yola çıkmış ve telefonda mesajlaştığı kişiye ‘’acil görüşmemiz gerek’’ yazmıştı. Aldığı cevap ‘’evime gel’’di. Bu kişi belki beladan kurtarmayabilirdi.. Ama en azından daha güvenli bir yere kaçırarak zaman kazandırabilirdi.

Kapıyı açan esmer kısa boylu bir kadındı. Saçlarını arkadan bağlamıştı. Şeyma kapıyı açar açmaz kadının boynuna sarıldı:

- Sebahat abla kurtar beni..

Kadın merhamet dolu ellerle genç kızın saçını okşadı. Şeyma kendini güvende hissediyordu. Olanları heyecanlı bir şekilde anlattı. Kadın 2 delikanlının ölmüş olması ihtimalini düşünmüyor gibiydi.. Buz gibi gözlerle tepki vermeden dinledi ve ayağa kalkıp ceketini giymeye başladı.

- Em diçin! (gidiyoruz) derken Şeymanın yüzüne bile bakmadı.

Şeyma:

-Ferdi çoktan polise adımı vermiştir gelir beni alırlar.. diyebildi

Kadın donuk gözlerle Şeymaya baktı:

- Kimse seni alamaz! Unuttun mu? Ben bir vekilim.. Ve dokunulmazlığım var.


Yer: Kuzey Irak
Tarih: 20.10.2011

Mensur yerdeki silah techizatına bakıyordu. Neredeyse sürünerek gelinen yolda örgüt arkadaşları zafer çığlıkları atıyorlardı. 2 gün önce Hakkari/Çukurca mevkiinde askeri binalara ateş açmışlardı. Suriye ‘den ve Türkiye’ den katılan birliklerle oldukça kalabalık bir grup olmuşlar ve devlete karşı girişilen mücadelede ilk defa üstün olmanın sarhoşluğunu yaşamışlardı. Söylentilere göre TC’ nin 10 küsür askeri öldürülmüştü. Kendi gruplarından ise sadece bir kaçı hafif yaralanmıştı. Mensur içinde bulunduğu gruptan ayrılamamış ve o da binalara doğru ateş açmıştı. 

Kimbilir? Belki de o askerlerin bir katili de kendisiydi.. Yaklaşık 3 yıldır taciz ateşi dedikleri eylemlere katılmıştı ama ilk kez böylesine ölümler gerçekleşiyordu. Türkiye kanlı bir sabaha uyanırken, yoldaşları taşların üzerinde mağaralarda bekletilen etleri paylaşıyordu.

Mensur daha öncekiler gibi irtibat kurduğu kişiye ulaşmalı ve bu baskını haber vermeliydi. Ancak ne olduysa gruptan ayrılamamıştı. Gece yolculuğa başladığında haber vermek için artık çok geçti. Derhal irtibatına ulaşmalı ve hatasını anlatmalıydı. Erzak bahanesiyle 2 kişiyle beraber kamptan ayrıldı. Yakınlardaki bir köye gidince 3 terörist birbirlerinden ayrılıp ayrı ayrı evlere girdiler. Mensur karşısında onu bekleyen adama durumunu anlattı. Elinden birşey gelmediğini ifade etmeye çalıştı. Adam sakince dinledi.

-       Bak bi haber daha var.. Ablan Şeyma.. İstanbul’ da havalimanında yakalanmış!
-       Ablam?
-       Haberin yok mu? Sen dağa çıkınca o da şehirde örgüte girdi.. En sonunda da bomba patlattıktan sonra yakalandı..
-       Bomb.. Ne zaman gitmiş? Nasıl gitmiş?
-       ‘’Tamam tamam git haber bekle’’ dedi. Mansur şaşkın çıkarken arkasından seslendi:
-       24!

Mensur anlamadı:

-       Şehit.. 24 asker öldü.. 20 tane de ağır yaralı..

Kelimeler Mensur’ un boğazında takıldı. Kampa dönemezdi.

-       Beni Türkiyeye kaçır! dedi..

Adam sanki çok kolay birşey istemiş gibi kabul etti. Gruba yakalanmadan bir hayvan arabasının arkasına çıkardı Mensur’ u.. 

‘’Saklan.. Araba Mardin’ e gidiyor. Orada in’’ dedi ve gözden kayboldu. 

Mensur düşünmeye başladı ‘’Allahım beni galip getirecek misin?’’



Yer: Ankara
Tarih: 25.10.2011

Haber ulaştığında Müsteşar ofisinde traş oluyordu. ‘’çok gizli’’ ibaresiyle gelen mektupta pişmanlık yasasından yararlanmak isteyen bir teröristten bahsediliyordu. Çukurca katliamından sonra devletin intikamından korkan birisi diye düşündü.. Ancak mektupta ifade alınırken emekli bir paşanın eşlik edeceği belirtilmişti. Bu tür askeri yetkililerin sorgulamayı izledikleri olmuştu ama emekli bir tuğgeneral mi? Hiç mantıklı değildi..

Hazırlanıp çıktı. Esenboğa’ dan Mardin’ e gidecek uçağa birkaç yetkiliyle beraber emekli tuğgeneral de bindi. Tanıştılar ama yolculuk boyunca sohbet etmediler. General sıkıntılı görünüyordu. Ülkenin 24 şehit verdiği haberi herkesi sarsmıştı. Gazeteler 24 ocağa ateş düştü başlığı atmışlardı. Teröristler en etkin olduğu zamanlarda bile böylesine deli cesareti göstermemiş ve bu kadar sayısal üstünlüğe ulaşmamıştı. Şimdi bir terörist itirafçı olacak ve paçayı sıyıracaktı. Emekli generalin teröristi sorgularken öldürebileceğini umut etti.

Mardin hava alanına indiklerinde doğrudan ‘’güvenli’’ olarak belirlenen mekana gittiler. İçeride kavruk ve seyrek sakallı bir genç oturuyordu. Komutanı görünce ayağa kalkıp asker selamı çaktı. Bunu gören yetkililer gencin delirdiğini düşündüler. Bu genç korkudan olsa gerek diye düşündü, emekli paşaya saygı duyuyor gibiydi. Müsteşar sorgulamayı yönetecekti. Kapılar açılmadan önce paşa dönüp elindeki mektubu Müsteşar’ a uzattı. Bu imzayı çok iyi tanıyordu! Gözlerine inanamadı! Bütün yetki bu paşadaydı.. Gerekirse oracıkta öldürecek, gerekirse salıverecekti!

-  Böyle emir olmaz! Diyerek telefona sarıldı.

Okudukları gerçekti. Müsteşar deliye döndü onca yolu bunun için mi gelmişti? Paşa birkaç dakika sonra dışarı çıktı ve ‘’benimle geliyor’’ dedi. Müsteşar kendini hiç bu kadar aşağı görmemişti. Herkese emirler dağıtan ve onbinlerce kişilik emniyet gücüne hükmeden birisi sebebini anlamadığı bir dolabın tam ortasındaydı.. Paşa ve Mensur isimli genç uçağa giderlerken Müsteşar gerçekleri video kayıttan izleyerek öğrenecekti.


Yer: Kocaeli
Tarih: 11.11.2011

Mensur derdini anlattığında Paşa onun için bütün gerekli hazırlığı yapmıştı. Sahte kimlik düzenlenmiş, bir yerde işe başlamış ve hatta her ay sigortası düzenli olarak yatırılmıştı. Kocaeli’ ne yerleşecek ve yeni bir hayata başlayacaktı.

Kocaeli’ nin havasını sevmişti. Bir atölyeye gidip işe geldiğini bildirdi. İşyeri sahibi Mensur’ u sıcakkanlılıkla kabul etti. 27 yaşındaydı ama hayata yeni başlıyordu. Mensur Açık Lise sınavlarına hazırlanırken, bu işyerinde yaklaşık 1 ay bil fiil çalıştı.

Yine bir gün atölyede çalışırken bir misafiri olduğu söylendi. Merakla koşup karşılamak için kapıya yöneldi. Kapıda Müsteşar’ ı gördüğünde şaşırdı. Onu burada hiç beklemiyordu. Çünkü artık itirafçıydı. Devletin kendisiyle ne işi olurdu? Eski kimliği gün yüzüne çıkabilirdi.

Müsteşar güler yüzlüydü. Tokalaşıp kantine geçtiler. Müsteşar:

-       Mensur..
-       Adım Halit efendim.
-       Biliyoruz! O senin yeni adın! Beni iyi dinle!
-       Dinliyorum efendim
-       Senin dahil olduğun terör örgütünden 3 kişinin Kocaeli’ nde olduğunu saptadık. Nerede ve nasıl eylem hazırlığında olduklarını biliyoruz. Muhtemelen görünce tanırsın. Bize onları gösterebilir misin?
-       Benim çalışmam lazım..
-       Çalış çalış da.. şu işi de beraber halledelim..

‘’Halledelim’’ derken Mensur’ un kolunu sıkıca kavrayan Müsteşar’ ın ses tonu emir verir gibiydi. Mensur kabul etti. Müsteşar memnun bir ifadeyle ‘’iş çıkışı deniz otobüsüne gel.. 18:00 gibi orada ol’’ diyerek ayrıldı.


Yer: Kocaeli / İzmit
Tarih: 11.11.2011

-  Biji Kürdistaaaaan!!!

Deniz otobüsündeki bu ses korkunçtu! Ellerinde silahları olan iki üç kişi denizotobüsünü kaçırdıklarını ve yolcuları rehin aldıklarını söylüyorlardı. İzmit körfezinde bir aşağı bir yukarı giden kaptan ne yapacağını bilemedi.

Mensur 20 kadar yolcunun arasındaydı. Eli silahlı militanları gördüğünde hemen tanıdı. Ayağa kalkıp birinin yanına yaklaştı. Öteki çevik bir hamleyle Mensur’ u sırtından kucakladı. Mensur’ u daha deniz otobüsüne binerken tanımışlardı. Onlara Mensur’ un da burada olacağı ve eyleme destek vereceği söylenmişti. Elbette Mensur militanların kendisini beklediğinden haberi yoktu.

Sahil güvenlik botları deniz otobüsünün etrafını sardığında kaçırılma olayının üstünden yarım gün geçmişti. Mensur defalarca teröristlerle konuşmaya çalıştıysa da beceremedi. Çünkü birisi ‘’sen TC’ den yana mı oldun?’’ diyerek kendisini de hainlikle suçlayabilir ve oracıkta öldürebilirdi. Havada helikopterler daireler çizmeye başladı. Mensur sakinliğini koruyordu. Rehinelerin aralarına oturmak istedi ama korkudan titreyen yolcular Mensur onlara yaklaştığında hastalıklı birisiymiş gibi ondan uzaklaşmaya çalıştılar. Mensur ‘’ben onlardan değilim.. sadece tanıyorum. Korkmayın bana bi telefon verin ben polisi arayım’’ dedi. Genç bir adam elindeki telefonu Mensur’ a uzattı. Mensur Paşa’ nın veya Müsteşar’ ın telefonunu hatırlamaya çalıştı. Cebine koyduğu mini rehberi çıkarıp numaraları buldu. Paşa’ nın numarasını çevirmeye başladı. Telefon 1 defa çaldı. Açan Paşa değildi:

-       Kimi ararsan ara bu hat direkt beni arar Mensur!

Sesin sahibi Müsteşar’ dı. Alaycı bir tavrı vardı.

-       Etrafına bak! SAT komandolarını görebiliyor musun?

Mensur sabahın yeni yeni aydınlanan ufkuna doğru baktı. Hücum botlar pusuda bekliyordu.

-       Biliyor musun Mensur? Bunlar SAT komandosu değiller.. Bizzat Çukurca’ da görev yapan 24 şehidin arkadaşları..

Mensur bir aslan avının içerisinde olduğunu o zaman anlamıştı. Hücum botları harekete geçmişti. Militanlardan birisi uyukluyor, diğerleri kendi aralarında konuşuyorlardı.

-       24 tane fidanı yok edip elini kolunu sallaya sallaya gezebileceğini mi düşündün şerefsiz!!
Müsteşar son kelimeyi dişlerini sıkarak söylemişti. Diyecek bişey bulamadı.

-       Sen o fidanları yerlerinden sökersin.. başka fidanlar da gelir senin başını ezer!

Diyip telefonu kapattı. Mensur hala telefonu kulağında tutuyordu.

Hücum botlar yaklaşırken militanlar silahları güverteye atıp ellerini kaldırıp teslim oldular. Askerler ani bir hamleyle güverteye çıkıp militanları etkisiz hale getirdi. Rehineler bağırıyorlardı. Mensur aralarındaydı. 

Askerler Mensur’ u kollarından tutup güverteye çektiler. Mensur ‘’abey vallah bi günahım yok’’ dese de karşısındaki 2 asker beylik silahlarını ona doğrultmuşlardı.

Mensur ablasını düşündü.. Kimliği ifşa olmasın diye hapishanede ziyaret edememişti. ‘’Şeyma’’ diyebildi. 

Önündeki bir asker 3 el göğsüne ateş etti. Mermilerin soğuk acısını hissetti. Sırtüstü düştü. Öteki asker elineki silahı Mensur’ un başına doğrulttu.

Sabah güneşi İzmit' i aydınlatırken, güvertede 3 el silah sesi daha duyuldu.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Muhsin Yazıcıoğlu Suikasti : Surların İçinden

Muhsin Yazıcıoğlu 80 ihtilali ve 12 Eylül dönemlerinde aktif olarak rol almış bir devlet adamıydı. Ülkücü camianın sembol isimlerinden birisi olmuştu. Hakkındaki suçlamalar yüzünden hapishaneye girmişti. Yedi buçuk yıl hapis yattıktan sonra aktif siyasete dönüş yaptı. 

İşte bizim hikayemiz burada başlıyor.

Çünkü bu ülkede devlet adamlarının gelecekteki rolleri, hapishanede şekilleniyor. Bir nevi kimlik değişimi bu. Muhsin Yazıcıoğlu artık bir devlet görevlisi değil, sivil bir siyasetçiydi. BBP partisi dönemine kadar hiyerarşi içerisinde kendisine istediği yeri bulamadı. Ancak partisi beklediği halk desteğini alamayınca sönük bir parti olarak kaldı..

O gün Yazıcıoğlu ‘nun ofisine Sivaslı bir dostu geldi. Bu konuşmanın içeriği sadece bu ikisi arasında saklıdır. Ne var ki muhattaplarının birisini mezara, diğerini hapise götürmüştür. Ne olduysa bu konuşmadan sonra oldu. Türkiyenin çeşitli bölgelerinde planlanan mitingler için helikopter kiralanabileceği fikri ortaya atıldı. Daha önce 17 defa trafik kazasını yara almadan geçiren birisi için mantıklı bir teklifti. Yazıcıoğlu kabul etmedi. Ne parti ekonomik olarak buna hazırdı, ne de böylesine bir gövde gösterisine ihtiyacı vardı.. Ancak bu helikopterin bir ayrıcalığı vardı. 10’ da 1 fiyatınaydı ve partinin yok olmadığını göstermek için böyle bir gösterişe ihtiyacı olduğunu düşünen kurmayları vardı. Yazıcıoğlu tüm ısrarlara rağmen Kahramanmaraş  mitingine kara yoluyla gelmişti. Uzun yoldan yorulan lider, Mart soğuğunun da etkisiyle Yozgat’ a gitmek üzere helikoptere binmeyi kabul etti. Helikopter havalanıp miting alanına yaklaştığında Yazıcıoğlu mikrofondaydı: ‘’Hazineden para almadan miting yapan tek partiyiz..  İlk defa helikopter kiraladık’’ derken seçmenlerinden icazet alır gibiydi.. ‘’Hakkınızı helal edin’’ dedi ve ayrıldı..

Yazıcıoğlu ‘nun o anda ne düşündüğü, yanındakilere neler söylediğini bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz birşey var ki, mecbur kalmasa ‘’ayağı yerden kesilmeyecekti’’..

Yazıcıoğlu ve kaptan pilot dışında 4 kişi daha helikoptere bindi. BBP Sivas İl Başkanı ve yardımcısı, Belediye Meclis Üyesi adayı ve ses kayıtlarından tanıdığımız rahmetli İHA muhabiri İsmail Güneş.. 

Yurt genelinde  mitingler düzenliyorsunuz, helikopter ile seyahat ediyorsunuz ve parti liderinin yanında hiç yardımcısı yok mu? Bu kişilerden en az 3’ ü ‘’gereksiz’’ değil mi? İsmail Güneş ‘in yetkilileri çelişkilere düşüren ses kayıtlarını ve iddiaları defalarca ibretle izledik. Ama olayın aslını; yani Yazıcıoğlu suikastinin kimlerin neden yaptığına dair bir cevap alamadık. 

Burada bir parantez açmak istiyorum.. Çocukluğumuzdan beri İstanbul’ un fethini surların dışından dinledik.. Top yapımından, Ulubatlı Hasan ‘a.. Lağımcılardan, gemilerin karadan yürütülüşüne dair herşey surların dışından anlatıldı.. Hiç düşündünüz mü? Bir hikaye de aynı anda içeriden, yani bizans surlarının içerisinden yazılmış olsaydı.. Kimbilir Fatih’ e nasıl dehşet verici bir katillik layık görülecekti.. Ancak bu aynı zamanda bize anlatılan kahramanlık dolu hikayenin yanlış taraflarını da görmemizi sağlardı. Fetih sırasında devasa topların dövdüğü surların arkasında masumların ölmediğine inanmak peygamber övgüsüne layık olmuş bir komutana yakıştırılamayan birşey  midir? Ne var ki surların içerisinden anlatılacak herhangi bir  hikaye  farklı bakış açıları görmemizi sağlayacak olsa da, Fetih’ in o kutsal havasına gölge bırakırdı.. Bu yüzden anlatılmadı.
İşte ben bu teorimizde, kimsenin yapmaya cesaret edemediği taraftan; Yazıcıoğlu Suikastini surların içinden, yani hikayeyi madalyonun öteki yüzünden anlatacağım:


***

Tarih 25 Mart 2009.. Malatya askeri hava üssünde garip bir hareketlilik vardı. Kimsenin neler olduğu hakkında bir fikri yoktu. Bu tür operasyonlarda detay verilmezdi. Kürecik ‘teki NATO’ ya bağlı Amerikan radar üssüne inen bir helikopter, 6 özel harekat elemanını aldı. Bu ekibe ‘’sır katipleri’’ deniliyordu. Sadece özel operasyonlar için yetiştirilmişlerdi. 2 ‘şerli gruplar olarak Keş Dağındaki Kanlıçukur mevkiine iniş yapan Sır Katipleri,yarısı karla kaplı enkaz yığınının etrafında konumlandılar. Aldıkları emir: ‘’kazadan kimse canlı çıkmayacaktı’’  Hipotermi süresi 25 dakika olarak öngörülmüştü. 15 dakikadır yoldaydılar. Yapmaları gereken sadece helikopterden bazı teknik parçaları çıkarmak, delilleri yok etmek ve 10 dakika daha beklemekti. Teknik ekip helikopterin mekanik aksamından birşeyler sökerken, 2 kişi keşif yürüyüşüne çıktılar. Kalanlar ekiplere yardımcı olmak amacıyla hareketsiz kalacaklardı.


***

O sıralarda civar köy sakinleri düşen helikopteri duymuş ve yukarı doğru harekete geçmişlerdi. Bölgenin topografik yapısı araç kullanımına engel olduğundan yaya olarak dağa tırmanmaya başladılar. Bu sırada bölge yolunun hemen üstüne konuşlanan bir Skorsky helikopterinden 4 asker indi. Birisi yüzbaşıydı. Kendini tanıttı. Malatya Hava Üssünden kaza için geldiğini söyledi. Halka geri dönmeleri gerektiğini, çünkü bu işle profesyonellerin ilgilendiğini, can güvenliklerinin sağlanamayacağını söyledi. Köylüler ‘’çekil yolumuzdan’’ dediyse de yüzbaşı izin vermedi. ‘’Geri dönün bizler ilgileneceğiz’’ diyordu.. Birkaç sözlü tartışmadan sonra köylülerin bir kısmı dağıldı. Kalan kısmı yüzbaşının helikopterinin etrafında beklemeye başladı. 


***

Öngörülen süre aşıldığında  ekip lideri, helikopterin kapısını açtı. İçeride 6 kişi vardı ve beklenildiği gibi ölmüş gibi görünüyorlardı. Karın gittikçe örttüğü enkazın içine sızan ekip üyesi, önce Muhsin Yazıcıoğlu’ nun nabzını yokladı. Önündeki dosyaları alıp enkazdan uzaklaştı. Diğer ekip üyesi kendini içeri sarkıtarak enkaza girdi. Pilotun önündeki not defterlerini alırken, miting için helikopterdekilere ayrılan kumanyaları da kucakladı. O sırada İHA muhabiri İsmail Güneş’ in bilinci yerine geldi ve ‘’siz kimsiniz?’’ diye bağırdı. Ekip o zamana kadar herkes gibi muhabirin de öldüğünü düşünmüştü. Ekip üyesi istemsiz bir tekme savurdu. Dağda hareket edebilmek ve ağır iklim şartlarına dayanıklı postal İsmail Güneş ‘in çenesinde patladı. Zaten zor durumdaki adam tekrar bayıldı. Öldüğünden emin olmak isteyen ekip üyesi nabzına dokundu. İsmail Güneş halen hayattaydı. Dışarı çıkıp ekip liderine İsmail Güneş’ in hipotermi ve yaralarına rağmen halen hayatta olduğunu bildirdi. Ekip hazırlıksız değildi. B planına geçildi..


*** 

Yüzbaşı helikoptere dönüp emri veren komutanıyla iletişime geçti. Köylülerin ısrarından bahsetti. Bir şekilde köylüleri uzak tutmak mantıksız geliyordu ama emir demiri keserdi. Telsizin ucundaki ses “tamam emrimi bekle’’ deyip kapadı.. Aynı ses aylar önce Muhsin Yazıcıoğlu’ nu telefonla aramış bir ricada bulunmuştu:

Ergenekon davasının iki kanadı vardı: Askeri kanat ve siyasi kanat.. Askeri kanat emekli genel kurmay başkanı Yaşar Büyükanıt sayesinde ifşa olmuştu. Başbakan özel görüşme sonrası ‘’konuşulanlar benimle beraber mezara gider’’ diyecekti. Büyükanıt ‘’can güvenliği’’ karşılığında devlete karşı yapılanan müslüman-türk olmayan, yıllardır gerçek kimliklerini gizli tutan askerlerin listesini ayrıntılarıyla bir asker nizam içerisinde başbakana iletmişti. Ergenekon askeri kanadını tamamen yitirmişti.. Bir de siyasi kanat vardı. Savcı Zekeriya Öz, Muhsin Yazıcıoğlu’ nu bildiklerini anlatması için davet etmişti. Yazıcıoğlu ‘’inşallah’’ deyip telefonu kapadığında, askeri kanadın kalıntıları bu bilgiye ulaşmışlardı. Yazıcıoğlu’ nu arayan general ‘’sen kimsin? Dağlarda parçaların toplanmaz dikkat et!’’ diye tehdit etmişti. ‘’Yüzyüze konuşalım senin apoletlerini sökeyim’’ diye cevap alan ve Bilvanis davasında Yazıcıoğlu yüzünden zarar gören komutan, planını uygulamaya bu yüzden koyacaktı.. yıllar önce Maraş Katliamı yüzünden yargılanmasına sebep olan şehir, Yazıcıoğlu’ nu son kez görmüştü.. Şimdi televizyonlar helikopter kazasından bahsediyordu. Bir kamuoyu yaratılırsa enkaz derhal bulunabilirdi. Oysa haber alamadığına göre Sır Katipleri işlerini bitirmemişlerdi.. Yapması gereken tek şey, hedef şaşırtmaktı..


***

Sır Katibi enkazdan çıkıp ölmeyen birisi olduğunu söylediğinde lider dönüp siyanür tüplerine baktı. Birisinin çenesini kırdığını söylediğinde duyduklarına inanamadı. Bu bir acemilikti! Delil bırakmak demekti! Az önce iki ekip üyesi pilotun not defterleri dahil, elektronik aksamı enkazdan bikaçyüz metre ileride bir oyukta yakmışlardı. Ancak bu darbe normal görülmeyebilirdi. Ekip telsizle lojistik destek istedi. Olay yerine havadan enkazı parçalamada kullanılan aletler indirildi ve bazı deliller yeni gelen helikopterle gönderildi. Düşen helikopterden sonra olay yerine gelen 2. Hava aracı idi ama radar kayıtları kontrol altındaydı. Her zaman böyle olmuştu. Ekip görevlerini bırakıp ölmek üzere olan muhabiri zarar vermeden helikopterden çıkardılar. İsmail Güneş halen yaşıyordu. Helikopterin kaza açısı hesaplandı ve kapı kırılıp fırlayan bir ceset süsü verilmek üzere İsmail Güneş’ i Kanlıçukur’ un dik kayalarından aşağı bıraktılar. Yaklaşık 600 metre karlı yamaçta yuvarlanan adam cansız bir şekilde durdu. Ekip üyesi bu hatası yüzünden görevinden alınırken, kendisini garanti altına almak için göğüs kamerasındaki görüntüleri Başkomutan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ e ulaştıracaktı..


***

Yüzbaşı olanlardan habersiz köylüler ve gazetecileri sahte enkaza doğru yönlendirdiler. Bu sırada jandarma özel harekat da kalabalığın yanlış yönde akması için ellerinden geleni yapıyorlardı. 48 saat sonunda arama kurtarmadaki herkes, gerçek enkazdan 115 km uzakta olduklarını farkedeceklerdi. Sivil Savunmaya ait ‘’Kaza Kırım Ekibi’’ kaza ile ilgili hiç bir detaya ulaşamayacak, sadece belli belirsiz ayak izleri, bikaç yüz metre ileride  imha edilmiş  elektronik aksam ve bazı kimyasal zehir izleri saptayacaklardı..


***

Sır Katipleri detaya inmeden görevin başarıyla tamamlandığını rapor ettiğinde general, bölgeye doğru harekete geçen Hava Kuvvetlerine bağlı ekiplere katıldı. Canlı yayında köylülerin ifadesini kaynak gösterip ‘’enkazı bulduk’’ açıklaması yapan Vali sıkıntı yaratabilirdi. Telefonda beyanat vermemesini söylemişti ama yüz yüze görüşmek en mantıklısıydı. Çözülemeyen siyasi kanat, haber merkezlerinde bilgi kirliliği yaratılmasına yardımcı olmuşlardı


***

Yüzbaşı, enkaza ilk ulaşmaya çalışan köylüleri de yanına alarak valilikte toplanılması emrini almıştı. Emrindeki askerleri de alarak valiliğe doğru yola çıktı. Valinin yanında bir takım devlet görevlileri ve komutanlar vardı. Askeri kıyafetler arasında emir aldığı generali gözü hemen seçti ama renk veremezdi. Yöre halkına sağladıkları katkı için devletin müteşekkir olduğundan bahsedildi. Gençlerin elindeki kameralı cep telefonlarına el koyulması gerekiyordu. Üstelik bu telefonlar karşılığında hatırı sayılır kalitede telefonlar dağıtılacaktı. Operasyonun gizliliği ve bilgi paylaşımının zararları hakkında yöre halkı uyarıldı ve bir takım kağıtlar imzalatıldı. Telefonlar toplanıp yerlerine sıfır, kaliteli cep telefonları dağıtıldı.


***

Son Hikaye

Şeref 19 yaşındaydı. Olayı gördüğünde youtube’da yayınlamak üzere yüzbaşının ve askeri helikopterlerin kaydını yapmıştı. Yeni telefonları duyduğunda teknolojiye hiç de yabancı olmayan bu genç çok sevindi. Bir nevi ödül kazanmış gibi hissetti kendini. Ancak bu yeni telefonların hafıza kartı girişleri yoktu. Kendi telefonundaki hafıza kartını çıkardıktan sonra teslim etti ve kaliteli telefonu cebine attı. Resmi işlemler bittiğinde yeni telefonuna simkartını takıp çalıştırdı. Hafıza kartını cüzdanına yerleştirdi. Bu telefonu aylarca kullandı. 

Olayın üstünden 3 ay kadar geçtikten sonra Şeref paraya ihtiyacı olduğundan bu yeni telefonu satıp ikinci el bir telefon almayı düşündü. Böylece aradaki fark ile kendisine kontör alabilecekti. Dediği gibi yaptı. Telefonu sattı ve ikinci el bir telefon aldı. Bu kez hafıza kartı girişi de vardı. Cüzdanında aylardır bekleyen kartı hatırladığında youtube’ a atması gereken ama unuttuğu görüntüleri hatırladı. Müthiş bir etki yaratabilirdi.. Haber kanallarına da satabilirdi. Açıp görüntüleri seyretmek ve ne yapması gerektiğine karar verecekti. Hafıza kartını takıp görüntüleri izledi. Stabil, net görüntülerdi.. 

Bir internet kafeye girip görüntüyü satabileceği haber kanalının telefon numarasını aradı. O sırada internet kafeye polisler girdi. Çocuklar alışkındı bu görüntüye hemen kimlikleriniçıkardılar.. Şeref de onlar gibi yaptı. Ancak bu polisler doğrudan Şeref’ e yaklaşıp çalıntı telefon ihbarıyla sinyali takip ettiklerini söylediler. Şeref’ i de alıp karakola gittiler. Şeref telefonun çalıntı olmadığını değiş tokuş yaptığını anlattıktan sonra komiser Şeref’ in kulağına küpe sözlerini iletip salıverdi. Şeref telefonunu tekrar aldığı için memnundu. Ancak bir aksilik vardı. Hafıza kartı yoktu! İstemeyerek de olsa tekrar karakola doğru yöneldi. Kapıdaki görevliye yaklaşırken içeriden kendisini götüren polis memuru çıkıp, ‘’haaa sen uslanmıyacan demekki gel gel!’’ diyerek tehditvari konuştu. 

Şeref 19 yaşındaydı.. Arkasını dönüp evin yolunu tuttu..


Yorumsuz:


20 Kasım 2013 Çarşamba

Aytunç Altındal : Komplo Teorisi


Rahmetli Aytunç Altındal 'ı bir komplo teorisiyle analım:

Aytunç Altındal uzun süredir Atatürk 'ün gizlenen vasiyeti üzerinde çalışıyordu. Hilafet konusunda bir mesaj içerdiğine ve bu sayede ittihad-ı islam 'ın gerçekleşeceğine inanıyordu. 

Vasiyet daha önce ertelenmiş, darbe sonrası bu süreye +25 yıl daha eklenmişti.

İçinde bulunduğumuz Kasım ayında bu vasiyetin gizlilik süresi dolacak ve artık açıklanacaktı. Altındal da vasiyetin tekrar ertelenmesi ihtimaline karşı global düzeyde bir farkındalık yaratma peşindeydi. Müslüman ve hristiyan yetkililerle sürekli bağlantıdaydı. Altındal yalnız değildi; amerika, ingiltere, almanya, rusya ve japonya gibi güçlü ülkelerde bağlantıları vardı ve bu kişiler kendilerine ''Felah-ı Vatan'' diyorlardı.. 

Halife Abdülmecid Efendi 3 Mart 1924 tarihinde ailesiyle birlikte İsviçre'de Territet diye bilinen bir kasabaya yerleşmek zorunda kalmıştı. Halife Territet’ye geldikten bir hafta sonra, Halife unvanının Ankara Hükümeti tarafından geri alınışını protesto etmek için ilk kez siyasi bir bildiri yayınladı ve İslam alemini Hilafet konusunda bir konferans düzenlemeye çağırmıştı. 

Altındal bu yerin tarihine atıfta bulunurcasına ölmeden önce orada inzivaya çekildi ve o da 11 Mart 2014 tarihinde gerçekleştirilmesi planlanan, tıpkı Abdülmecid gibi uluslararası ''daha önce eşi görülmemiş'' bir konferansın peşindeydi..

Ancak Altındal' ın ömür çizgisi, projesini kovalayacak kadar uzun değildi. Önceki ramazan ayında Bulgar Ortodoks Patriğine verdiği iftar davetinden sonra, patrikten iadei ziyaret önerisi geldi. Konferans için gerekli sıcak ilişkiler soğutulmamalıydıı. Patriğin efkaristiya davetini geri çevirmedi.
Yeni patrik hakkında rus ajanı olduğu iddiası dolanıyordu. Patrik ve avanesi bu iddialar karşısında soğukkanlılığını koruyamayacaktı. Ekim ayında gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde Fener Rum Patriği ile düşünülen iyi ilişkiler, KGB konusu gündeme getirildiğinde tekrar bozuldu. Bulgar patrik bu iddialardan epey sıkılmıştı.

Altındal davete icabet etti ve Patrikanenin tarihi salonunda yemeğe oturdu. Yanında Türkiye' den tanıdık bir gazeteci, bir holding onursal başkanı ve emekli din adamları bulunuyordu. Yuvarlak masa yemeğinde dünyadaki hristiyanlık ve müslümanlık hakkında konular konuşuldu. Konu patriğin Rus ajanı olduğu iddiasına geldiğinde ev sahibinin yüzü asıldı. Konuşma devam etmedi. Ancak ne var ki yemekten sonra Altındal, bazı misafirlere Patriğe atfedilen iddiaların gerçeklik oranları hakkında beyanatlarda bulunacaktı...

Çünkü Altındal uzun yıllar boyunca Rusya ile iyi ilişkileri olan eski bir devlet görevlisiydi. Çift yönlü bir çalışma sistemi vardı. Rusya bağlantıları sayesinde öğrendiği bilgiler, davette zehirlenmesine yol açtı. Ekümenik irade, Altındal 'ın İsviçre' ye sağlıklı dönmesine izin vermedi. Rusya 'da üretilen bir kimyasal mendiline ve atkısına zerk edildi. Soğuk Bulgaristan akşamında boynuna attığı atkı ve kullandığı mendil, 12 saat içerisinde etkisini gösterdi. Kırgınlık olarak başgösteren bu zehir, dünyada en hızlı ilerleyen kanser türü olarak da tarihe geçmiş bile olabilir.

Netice olarak Felah-ı Vatan büyük bir kayıp verdi ve Türkiye kanadı kırıldı..

Allah rahmet eylesin.
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan