- Yahu bu nasıl rapor? sen hangi hakla...? yahu anlamıyorum bu işler bu kadar basit mi kardeşim?’’
Telefon kulağında, müsteşar sesini çıkarmıyordu. ‘’mecburdum efendim’’ diyebildi. Telefondaki ses ciddileşti:
- Yahu kes! Mecburmuş! sen benim bilgim olmadan nasıl böyle bi infaz gerçekleştirebiliyorsun? 20 tane şahitin önünde!’’
Müsteşar kravatını gevşetip yalancı bir gülümseme takındı:
- Efendim raporumda da yazdığım gibi mürettebat hariç deniz otobüsündekilerin hepsi bizim dokunduğumuz kişilerdi..
- Tamam bu konuyu daha sonra yüz yüze görüşeceğiz.. deyip kapattı.
Müsteşar masasından kalkıp odayı turladı. Masanın üzerindeki bilgisayardan ‘’Roberto’’ kod isimli bir mail geldi. İtalya’daki Türk görevlilerinden geliyordu. Mesajı okuduğunda müsteşarın gözleri açıldı:
- Bi bu eksikti! 14 yıldır uykudaydın. Şimdi ne diye İtalya’ yı terkediyorsun be adam!
Müsteşar çantasını toplayıp çıktığında masanın üzerindeki bilgisayarın ekranında şöyle yazıyordu:
‘’Aslan kafesi kıracak’’
***
- Mi scusi! (afedersiniz) Turco? (Türk müsünüz?)
50’ li yaşlarını aşmış adam dönüp kendisine seslenen adama baktı:
- Si.. Türküm. Siz de Türksünüz galiba?
Gözleri çakmak çakmak bakan bu adam her ne kadar iyi giyimli görünse de, tavırları yabaniydi. Seslenen adam cevap vermekle vermemek arasında kaldı. Biraz ürkmüş gibiydi. Muhattabı söze girdi:
- Memleket nere hemşerim?
Adam biraz daha güvenli sözleri hemen sindirdi. Konuşmayı başlatan kendisiydi, cevap vermek zorundaydı:
- İzmir’ liyim.. Siz?
Adam gülümsedi..
- İsmim Ahmet. Bingöl’ lüyüm.. Ama uzun süredir görmedim oraları.. Türkiye’ ye gideceğim ama... önce Kıbrıs’ ta bir iki işim var.
Adam yanına yaklaşıp cebinden altın kaplı bir çakmak çıkardı ve yaktı. Ateş o kadar hızlı ve güçlüydü ki bu çakmak fırtına da bile yanabilirdi. Çakmağı uzatınca adam elindeki sigarasını yaktı. Bu korkunç bakışlı adamdan ilk başta korktuğu için kendinden utandı. Çakmağı uzatırken:
- Ben de Demir. İzmir’ de ineceğim. Sizi yolcu edene kadar yol arkadaşıyız demek ki.. Ben gazeteciyim. La Spezia ‘daki akrabalarımı ziyarete gelmiştim.. dedi.
Sigarasını yakan adam bir nefes çektikten sonra elindeki dalı denize bıraktı. Bir anda gitmeye hazırlanır gibi hareketlendi. Adam ‘’gazeteci olduğumu söylediğimde herkes bu tepkiyi veriyor’’ diye düşündü. Konuşmanın devam etmesi gerekiyordu:
- Eee? Siz ne işle meşgulsünüz?
Sigarasını atan adamın suratı asılmıştı. Paltosunu toparlayıp parmağıyla çakmağı gösterdi:
- Çakmağın güzelmiş. Altın kaplı filan.. Çok para eder.. İzmir’de kapkaççı çok olur dikkat et.. dedi
Adam konuşmanın yön değiştirmiş olsa da devam ettiğine sevindi.
- Böyle bi çakmak için 1000 amerikan dolarını gözden çıkarmalısınız dostum.
Adam bu kez eğlenmiş gibiydi.
- 1000 amerikan doları ha? Diyip gülümsedi.
- Evet dostum. Sadece altın değil, aynı zamanda nadide bir parça.. bak üzerindeki işlemeleri görüyor musun?
Muhattabı göz ucuyla çakmağa baktı. Adam devam etti:
- Sigarayı neden attın? Bi nefeslik miydi? Zaten bırak dostum sigara adamı öldürür ya..
Gözleri çakmak çakmak bakan adam gazetecinin gözlerine yaklaştı ve şöyle söyledi:
- 1000 ‘’amerikan’’ doları ha? Asıl Yeşillik seni öldürür dostum..
***
Kıbrıs havalimanından direkt olarak belirlenen yere geçti. Yanında sadece 3 adamı vardı. Kendisini koruyacak 3 adam..
Oysa bekledikleri kişi bir efsaneydi. 14 yıl önce Türkiye’ yi terk ettiğinde arkasından ağlayan istihbarat ajanları artık görevde değillerdi ama yerine gelenlerin kendisine karşı aynı saygıyı duyup duymadıklarını merak ediyordu. En önemlisi bu adam şimdi neden kalkıp Türkiye’ ye geleceğim diye tutturmuştu? Acaba şimdi adı neydi? Ahmet mi? Mehmet mi? Mahmut mu? Sakallı mı? Susurluk davasında adından sayfalarca söz edilen, yurt içi ve dışında bir çok faili meçhul cinayetin azmettiricisi veya faili bu adamdı.. Mafya ve devlet kademelerinde saygıdeğer birisiydi. Görevi lağvedilince İtalya’ da uykuya alınmıştı.
Havalimanında karşılamayacaktı. Böylece kendisinden yaşça büyük olmasına rağmen emir komutanın kimde olduğunu bilmesini istedi Müsteşar. Hala makama saygısı var mı yok mu görecekti.. Elindeki kalemi sallarken, yıllar önce bu adamın neden kaleminin kırılmadığına anlam veremedi.
Bir kaç saat sonra bir taksi durup içerisinden 50’ li yaşlarında bir adam indi. 3 adamı onu görünce çok şaşırdılar. Zira gazete ve televizyonlarda resmi konan Mahmut Yıldırım’ a hiç benzemiyordu. Bu adamın kır düşmeyen saçları sarı, heybetli ve sakalsızdı. Müsteşar adamlarının şaşırmasını normal karşıladı. Onun gerçek yüzünü bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Adam direkt olarak kendisine yaklaşan korumalara yardımcı olmak için paltosunu çıkarıp ellerini iki yana açtı. Üstünkörü bir aramadan sonra Müsteşar’ ın bulunduğu odaya getirildi.
Müsteşar masasında oturuyordu. Adam içeri girdiğinde ayağa kalkmadı.
- 14 yıldır hiç sesin soluğun çıkmadı, şimdi kim sana Türkiye’ ye dön diyor?
Adam yüz ifadesini bozmadı.
- Selamun aleyküm sayın müsteşar.. kimse demedi kendim geldim.
Müsteşar ayağa kalkıp daha hiddetli bir ses tonuyla:
- Bak sen! Söyle söyle.. sen bi yerlere sırtını dayamasan böyle gelmezdin!
Adam avuçlarını sıktığı belli olmasın diye elini paltosunun cebine soktu:
- Ahir ömrümde memleketime döneyim dedim.
Müsteşar kızmıştı ama daha çok kızgın rolü yapıyordu. Amirin kim olduğunu gösterme çabasıydı daha çok..
- Hayır efendim. Öyle canın isteyince gelemezsin! İzin vermiyorum!
Adam öfkelenip sesini yükseltti:
- Senden izin almaya mı geldim buraya?!
Müsteşarın adamları eli silahlı içeri daldılar. Müsteşar çıkmalarını emretti.
- Bak.. Türkiye ‘ye gelmen bizim açımızdan sıkıntı yaratır. Sahte bir kimlik, plastik cerrahi filan olabilir en fazla..
Adam ellerini bu kez masaya koyup yeşil gözlerini müsteşara dikti:
- Benimle görüşmek istemişsin, makama saygıdan geldim! Türkiyeye döneceğim dedim o kadar. Kılıfını sen uydur! Ama bi daha cerrahi filan istemem! Benimle böyle dik dik de konuşma, İsrail’ le çevirdiğin her dolaptan haberim var. Neyin sıkıntı olup olmayacağını bu yaştan sonra senden mi öğreneceğim?
Müsteşar duyduklarına inanamadı.
- Ne israili? Dedi
Adam bu defa ses tonunu yumuşattı.
- İsrailli örgütle yaptığın anlaşmadan haberim var. Başbakanın biliyor mu?
Müsteşar elindeki kalemi neredeyse yere düşürecekti. Nasıl bilebilirdi? Bu adam 14 yıldır uykuda değil miydi? Yoksa 14 yıldır devleti mi kandırıyordu? Bu anlaşmadan birkaç kişi dışında kimsenin haberi yoktu! Bu istihbarat arasında köstebek olduğu anlamına geliyordu! Yoksa korktuğu başına mı gelmişti? Bu adam tüm karizmasıyla gelip makamını elinden mi alacaktı?
- Git kime istiyorsan konuş! Benim çekinecek bişeyim yok! Dedi..
Adam arkasını dönüp kapıya yöneldi. Kapıyı açmak için elini tokmağa attığında dönüp müsteşara gülümsedi:
- Ve aleyküm selam müsteşar.. Selamı vermek sünnet, almak farzdır. Diyarbakır’da olacağım.. dedi ve çıktı.
Müsteşar bu kez kalemi elinden düşürmüştü. ‘’diyarbakır mı? Hayır...’’
***
Başbakan anne babasının mezarı başındaydı. Ellerini açıp Allah’ a dua ederken “dünyada ne olursak olalım, gideceğimiz son durak..’’ diye düşündü. ‘’Amin’’ dediğinde kendisine eşlik eden 20 kadar görevli de beraberinde amin dedi. Makam otosuna doğru yürürken yanına danışmanı yaklaştı:
Başbakan ‘’çok önemli’’ sözünü siyaset hayatında milyon defa duymuştu. ‘’Yine bir iyilik isteyecekler benden herhalde’’ diye düşündü.. ‘’acaba bu kez kimin derdine derman olacağız’’
- Dert babası olduk ya.. konuşalım bakalım.. diye gülümsedi.
Danışmanın yüzü zerre değişmedi. Oysa başbakan etrafındaki yağcıları biliyordu. En kötü espri bile insanlara kahkahalar attırırdı. Danışmanın yüz ifadesi mevzunun ‘’gerçekten’’ önemli olduğunu gösteriyordu.
Zırhlı araca bindiklerinde telefon sinyallerini ve elektronik aksamı engelleyici güvenlik sistemlerini devreye soktular. Başbakan kendisine eşlik eden danışmana döndü:
- Buyur.. söyle bakalım
- Sayın başbakanım. Az önce Müsteşar bey aradı. Yeşil kod adlı görevli yurtdışından geri dönmüş!
Başbakan oturduğu yerden biraz ileriye kayıp parmağını tehdit eder gibi karşısındakine uzattı:
- Öldü demediniz mi lan?!
- Sayın başbakanım, biz de öldü biliyorduk.. diyebildi.
Başbakan parmağını çenesine koyup bi süre düşündü:
- Derhal gelsin! Müsteşarı da çağırın! Dedi
Danışman çaresiz bir ifadeyle bakıyordu:
- Efendim müsteşar beyle zaten Kıbrıs’ ta görüşmüşler.. Orada bu konuda anlaşamamışlar. Yeşil Türkiye’ ye dönmek istiyormuş. Müsteşar beye göre de ‘’onun makamında gözü var’’mış..
Başbakan:
- Tamam. Şimdi gidelim. Ofiste bir çare düşünelim, görüşelim şu adamla. Başıboş bırakılmaz böyleleri.. dedi
Danışman:
- İşimize yarayacak birisini tanıyorum efendim.. dedi
Başbakan sordu:
- Kim?
***
Öğlen vakti şekerleme yapan yaşlı adam, elinde gazete koltukta öylece kalakalmıştı. Cep telefonunun sesi ile irkildi, gözlerini ovuşturdu. Ne kadar uyuduğunu anlamak için önce saate baktı. Ardından çalan cep telefonunu açtı:
- Profesör Doktor Ayhan Bey’ le mi görüşüyorum?
- Evet?
- Hocam ben Başbakanlık Danışmanıyım sizi çok acil olarak başbakanlık ofisine bekliyoruz efendim.
- Neden?
- Bir konuda görüşünüze ihtiyacımız var.
- Hangi konuda?
- Görüşürsek, anlaşabileceğiz efendim.
- Tamam nerde demiştiniz?
- Aslında, kapınızın önünde bir araç sizi bekliyor efendim. 10 dakika içinde hazır olursanız sevinirim.
Profesör sorduğu hiç bir soruya cevap alamamıştı. Üstelik telefondaki ses kendisini başbakanlık danışmanı olarak tanıtmıştı. ‘’insanlar böyle böyle dolandırılıyor’’ diye düşündü.. Birisi şaka yapıyor da olabilirdi.. Uyku sersemliğini atmak için yüzünü yıkamaya gittiğinde kapısı çalmaya başladı. Yardımcı polislerin geldiğini söyleyince olayın ciddiyetini anladı. Hemen giyindi ve kendisini bekleyen araca bindi. Önde ve arkada iki polis arabası da eskortluk yapacaktı.
Profesör başbakanla ilk defa karşı karşıya geliyordu. Heyecanlı değildi ama bu adamı sevmiyordu. Aynı ideolojiyi paylaşmadıkları gibi, yaptığı bir çok iş de ters geliyordu. Ama nihayetinde başbakandı. Gerekli saygıyı eksik etmedi. Konunun Yeşil ile ilgili olduğunu söylediğinde çok şaşırdı. Yaklaşık 20 sene önce görmüştü kendisini.. Sonra da dönemin başbakanı Mesut Yılmaz öldüğünü açıklamıştı.
Başbakan:
- Sayın hocam. Yıllar önce siz bu adamı ameliyat ettiniz değil mi?
- Evet efendim. Plastik cerrahi..
- Peki bu adamla ilişkiniz nasıldı?
- Nasıl yani?
- Yani size değer verir miydi? Saygı duyar mıydı?
- Ameliyatını ben gerçekleştirdim. Sağlığına ben kavuşturdum. Ameliyattan sonra ‘’allah razı olsun senden sana bi can borcum var’’ demişti..
Başbakan ve danışman birbirlerine baktılar. Sanki aradıkları şeyi bulmuşlar gibiydi. Profesör sordu:
- Hayırdır sayın başbakanım? Ben anlamıyorum bu adam ölmedi mi?
- Yeşil kod adlı görevlinin televizyonlarda gördüğümüz adam olmadığını bilen nadir birisisin hocam. Görünce tanıyabilecek ender insanlardansın. Çünkü piyasada bir çok görevlinin ‘’yeşil’’ kod adıyla dolaştığını biliyoruz. Öncelikle bu adam ölmemiş.. Size iki sebeple ihtiyacımız var hocam. Bir, onu gerçekten tanıyabilen ve husumeti olmayan bir kişisiniz.. İki, bu adamın size saygısı var, dilerseniz dilediğiniz yere davet edebilirsiniz..
Profesör GATA’ da çalışırken patlamada ağır yaralı bir adam getirmişler ve bir çok ağır yaralı askerden önce bu adamın ameliyata sokulmasını istemişlerdi. Sebebini sonradan anlamıştı. Adam derin bir devlet görevlisiydi. Sedat Peker, Abdullah Çatlı, Mehmet Eymür gibi isimlerle çalışıyordu. Rivayetlere göre Budapeşte’ de dönemin başbakanını yumrukla dövdüren de bu kişiydi. ‘’Yıllar sonra tekrar geri mi dönüyor?’’ diye düşündü. Başbakanın teklifini kabul etti.
Tarihler 25 Kasım’ ı gösterirken başbakan ve yanındakilerin başbakanlık ofisinden hızla çıkışı gazetecilerin merakını uyandıracak, içlerinden birisinin ‘’doktor’’ olduğunu öğrendiklerinde ‘’başbakan kanser mi?’’ manşetleri atacaklardı..
***
- Laparo ne? Laparoskopi mi? Haaa.. Kansız ameliyat.. Tamam anlaşıldı. Görüşürüz.. dedi ve telefonu kapattı.
Başbakan görüşmek için bir hastaneyi seçmişti. Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki bir doktor, Yeşil’ in tanıdığı bir isimdi. Hem Yeşil’ e güven aşılanıyor hem de ‘’neden geldiği’’ tetkik ediliyordu. Güzel plandı. Ancak kendisi davet edilmemişti. Kıbrıs’ ta yapılan gergin görüşme bunun sebebiydi ama Yeşil’ in tehdidi de önemli bir rol oynuyordu. ‘’İsrailli örgütle yaptığın anlaşmadan haberim var. Başbakanın biliyor mu?’’
Bilmiyordu. Bilmesi de gerekmezdi. İsrail ile yapılan bir silah anlaşması, ‘’One Minute’’ çıkışından sonra toplumsal düzeyde oluşturulan yahudi antisemitizmini olumsuz etkilerdi. Muhalefetin eline koz vermek demek olurdu. Zaten bunu hiçkimsenin bilmemesi gerekiyorken, İtalya’daki eski bir kontrgerillanın bilmesi çok garipti. Bu Yeşil’ in nerelere nüfuz edebileceğinin ispatı gibiydi.
Tarihler 26 Kasım 2011’ i gösteriyordu. Bu tarih ya Yeşil’ in, ya da kendisinin sonu olabilirdi. Hastanenin 6.katı güvenlik nedeniyle tamamen kapatılmıştı. İçeriye 1-2 kişi dışında sinek sokulmuyordu. İçeriden haber almak hemen hemen imkansızdı. ‘’Planın eksik noktası var! 6.katı kapattığını neden basına açıkladın ey danışman? Küçük bir araştırma yapan birisi orada ameliyathane olmadığını bilir! Ayrıca adamın şekeri düşse fotoğraflanıp haber yapılıyor! Hiçkimse sormaz mı başbakan ameliyat oldu da hastanede tek bi fotosu çıkmadı diye?’’ Başbakanın yanında yanlış kişiler olduğunu düşünüyordu. Belki şu anda hastanede birisi onun alehine konuşuyor bile olabilirdi. ‘’Yeşil’ i haklı gösterip, müsteşarı yedirelim!’’
Ofisinde bir oraya bir buraya volta atmaya başladı. Başbakan zaten 15 gün önce gerçekleştirilen pkk’ lı operasyonu yüzünden kendisiyle gergindi.. Şimdi bu Yeşil’ in iddiaları herşeyin üstüne tuz biber ekecekti.. Karşı hamle yapmalıydı. Ama bunun için bir fire vermesi gerekiyordu. İsrail pazarlığı gün yüzüne çıkmadan kendisini aklayamazdı. Bir kaç gün sonra Suriye ilgili gelişmeler yüzünden ABD başkan yardımcısı Joe Biden’ in Türkiye’ ye gelmesi bekleniyordu. İsrail tarafının bu ziyaretten önce ikna edilmesi gerekiyordu. Müsteşar , hemen Amerika’daki bağlantıda olduğu elemanını aradı.
- Adem! Bana çok okunan bi gazetede bi köşe yazarı bul!
- Tamam. Washington Post’ta birisi var. Ne yazdıracağız?
- İsrail’ e kemik atacağız.. ki fazla sesleri çıkmasın.
***
Başbakan Yeşil’ i karşısında gördüğünde şaşırdı. Böyle bir tip beklemiyordu. Bu adam karadenizli gibiydi.. Bingöl’ ün yaylalarında bu sarışınlığı garipsedi. Ama saçları kırlaşmış, artık neredeyse yaşlı bir adam gibi olmuştu. Yaşına rağmen dinç ve kuvvetli görünüyordu.
- İtalya sana yaramış.. Hoşgeldin dedi.
Yeşil kendisine uzatılan eli hürmetle sıktı:
- Hoşbulduk efendim. Niye geldiğimi soracaksınız.. Ahir ömrümde memleketimde yaşamak istiyorum. İtalya’ dan, Tunus’ tan sıkıldım.. Memleketime dönüp hemşerilerimle birlikte olmak istiyorum.
Başbakan bir anda açılan bu adamı anlamaya çalıştı.
- Anlıyorum. Müsteşar beyle konuşmuşsunuz, bir anlaşmazlık olmuş.. Olur.. Hepimiz insanız.. Bana onun sözünden çıkmamaya söz verirsen gel memleketinde kal..
Yeşil bu teklifin yarısını kabul edebilirdi:
- Efendim artık emekli olmak istiyorum. Kendi adımla memleketimde yaşayacağım. Yeşil olduğumu bilen yok zaten.. Zavallı bi garibanın resmini yaymadınız mı zaten?
Başbakan babacan konuştu:
- Ahmet bak ben senden büyüğüm. Başbakanlığı bi kenara bırak.. Ağabeyin sayılırım. Ben şimdi kalkıp müsteşarımı görevden mi alacağım? Biz onunla ne kadar yatırım yaptık haberin var mı? İstihbarat ağı kurduk, gelecek planlarımızı yaptık.. Şimdi sen geldin diye adamı görevden mi alayım?
Yeşil sıkılmıştı:
- Tamam başbakanım. Ben bi gideyim köyüme.. Gezeyim dolaşayım.. 1 ay müsade edin. Baktım olmuyor kendim dönerim. Yok seversem de, senin hatrına bak, söz hiçkimse burda olduğumu bilmeyecek..
Başbakan anlaşmayı beğendi:
- Bana bak sen şu Kurtlar Vadisi’ ndeki ‘’Kara’’ yı gördün mü de böyle memleket sevdalısı oldun? Diye gülümsedi..
Yeşil televizyon izlemiyordu ama dizi karakterinden haberi vardı.
- Ben bilmiyorum onu sayın başbakanım.. diyebildi.
Başbakan Yeşil’ i uğurladıktan sonra basına söylenecek hastalığın detaylarını, semptomları, tedavi aşamalarını dinledi.. Bir ay sonra bu üçlü tekrar buluşacaktı.
Son Hikaye:
Müsteşar’ ın ‘’israil anlaşmasını örtbas planı’’ için Mossad’ a ihbar ettiği 10 iranlı ajan, Washington Post tarafından haber yapıldı. Uluslararası kriz çıktı ama anlaşma hasır altı edildi. İsrail tarafı bu şekilde susturuldu.
Başbakan ise Müsteşarın kendisinden ayrı hareket etmesine çok kızmıştı.
Ancak Müsteşar bunun için de planını hazırlamıştı.
Başbakana cemaatin parti içinde milletvekili olarak aday gösterdiği kişilerin partiye değil, Pensilvanya 'ya itaat içerisinde olacağını bildirdi. 150 küsür milletvekili gerekirse partiden toplu bir şekilde ayrılarak Halk Partisi saflarına katılacaktı.
MGK toplantısına katılan Müsteşar, adayların tam listesini ve bağlantılarını sundu. Başbakan bütün olumsuzluklara rağmen Müsteşar 'a sahip çıkma kararı aldı. Çünkü bu bilgi paha biçilmezdi. Başbakan, ‘’Müsteşarı Yedirmeyiz!’’ şeklinde ulusal gazetelere manşet attırarak, güven tazeledi.
Ancak anlaşmadan haberdar bir kişi daha vardı: Yeşil..
Başbakanla Yeşil yine hastane ortamında ikinci defa görüştü. Bu görüşmede Yeşil' in emekliye ayrılması konuşuldu ancak bir karara bağlanamadı. Olay gazetelere sağlık kontrolü olarak yansıdı.
Görüşmenin ardından Müsteşar, orada yaşadığı istihbaratını aldığı Diyarbakır Kayapınar ilçesi, Huzurevi Mahallesinde bir evi basarak Yeşil' i yok etmek istedi.
Ancak Yeşil, eve örgüt yetkililerinden yakaladığı iki ismi bağlamıştı. Terörle mücadele timleri baskın yapıp bu ikisi öldürülünce, bölgede karışıklık çıktı. Bölgede başlayan protesto yürüyüşlerine binlerce kişi katıldı. Olaylar 2 gün sürdü.
Yeşil parmağını dahi kıpırdatmadan ülke gündemine etki ediyordu. Halen yok edilmediyse, şu sıralar Elazığ’ ın Palu ilçesinde hayvancılık işiyle uğraştığı söyleniyor.