NECAŞİ ‘NİN BORCU
Somali ‘de açlıkla mücadele eden Dünya Gıda Fonu (WFP), güvenliği bahane
ederek 2009 yılında ülkeden ayrıldığını açıkladı. Zaten açlık ve sefaletle boğuşan ülke,
çaresizce dünya haber ajanslarına zayıf bebekler ve yaşlı insanlardan oluşan
fotoğraflar veriyordu.
2010 yılında
yarısı çocuk 260 bin kişi açlıktan hayatını kaybetmişti. Bazı sivil toplum
kuruluşları ve medya grupları ‘’İnsanlık
Ölmedi’’ adında bir yardım kampanyası başlattı. Cemaate yakın stk’ların
oluşturduğu projeye taraflı tarafsız herkes destek oldu. Başbakan Erdoğan’ın
da "Türkiye'nin yardım eli ne kadar
güçlü olursa insanlık ve tarih bizi hayırla yâd edecektir" diyerek destek
olduğu kampanyada, bir gecede yaklaşık 27 milyon Türk lirası toplandı. Bu bir
rekordu. Taraflı tarafsız herkesin destek olduğu kampanyada, Ferit Şahenk tek
başına 750.000 TL bağışlayarak geceye damgasını vuracaktı. Yine Koç Grubu da
geceyi 2 milyon TL taahhüt ile tamamladı.
2010 yılının
en çok konuşulan ‘’açlık’’ temalı haberleri geride bırakılırken, 21-23 Mayıs
2010 tarihleri arasında İstanbul, Somali Konferans’ına ev sahipliği yapacaktı.
Birleşmiş Milletler himayesinde organize edilen konferansa çok sayıda ülke ve
uluslarası kuruluşun üst düzey yöneticileri katıldı. Somali halkı, ortak din
vurgusu yapıyor ve Türkiye ’yi
el üstünde tutuyordu. Bu kapsamda Türkiye, Somali ile “Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Çerçeve Anlaşması”
adı altında çok kapsamlı bir sözleşme imzaladı.
1991’den bu
yana iç savaş yüzünden yönetim zaafiyeti yaşayan Somali, hayırsever Türklere
kapılarını ardına kadar açmıştı. Ümmetin, Habeşistan’da Necaşi’nin borcunu
ödeme vaktiydi.
ELDE KALAN İNCİL
Somali
açıklarında, Aden Körfezi’nde ve Hint Okyanusu’nda vuku bulan deniz
haydutluğu/korsanlık eylemleriyle mücadele ve devriye maksadıyla oluşturulan
CTF-151 (çok uluslu Birleşik Görev Gücü) komutası Türklerde idi. Somali deniz
ticaretinin üssü Sea Port Limanı’ nın işletmesini bir Türk şirketi üstlendi.
Yani Somali deniz hakimiyeti bizlere emanetti. Ülkenin en büyük havalimanı olan
başkent Mogadişu'daki Aden Abdulle Uluslararası Havaalanı'nın işletmesi ve daha
nicesini de yine Türk şirketler devraldı.
Birilerine
‘’cadı avı’’ gibi geliyor olabilir ama bu şirketlerin tamamı, (bugün
olmayanlar bile o günlerde) Gülen
Hareketi’ne yakın firmalardı. Bu devasa şirketler için, deniz ve hava
ticaretinin kontrolünü elinde bulundurmak yeterli değildi. Deniz ve havadan
sonra kara hakimiyeti de gerekiyordu. Bu düğümü de bir sır küpü çözdü:
2011 yılında
şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Milli İstihbarat Teşkilatı Dış
Operasyonlar Dairesi Başkanı Kaşif Kozinoğlu’nun, vefat ettikten sonra bir
mektubu ortaya çıktı. Mektupta Kozinoğlu,
‘’Türk İşbirliği ve Kalkınma
Ajansı (TİKA) nın Gülen Hareketinin bir ofisi gibi çalıştığı’’nı söylüyordu.
Samanyolu grubu ve Kimse Yok Mu derneğinin başlattığı ‘’İnsanlık Ölmedi’’
projesinde toplanan milyonlar, TİKA tarafından Somali’ye aktarılacaktı.
Somali,
ülkedeki en büyük binalardan birisini, ''ücretsiz olarak’’ Nil Eğitim
Organizasyonu ’nun, dolayısıyla Gülen Hareketi’nin güvenilir(!) ellerine
bıraktı. Akıllı tahtalar, bilgisayarlı derslikler sözü verilen okul,
Mogadişu’da ‘’Turkish Nile Academy’’ olarak faaliyete başladı.
Somali’nin
eski politeknik okulu, yardımlardan sonra yeniden yapılanma sürecinde stk’ya
devredilirken, halka açık ve ücretsiz olacağı taahhüt edilmişti. Ancak okul,
zamanla anlaşma maddeleri görmezden gelinerek, büyük gelirler elde eden ticari
bir kuruluşa dönüştü. Nil Akademisi, önce okulun ismini, programını değiştirdi
ve okulu kendisine yüksek gelir getiren pahalı bir okula çevirdi. 27 Mart 2014
günü Somali Adalet, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlarının diğer milletvekilleri
ile beraber Türk okulunun akıbetini kararlaştırmak üzere resmi toplantı
düzenledi ve hakkında soruşturma açılabileceği belirtildi.
Kaderin bir
cilvesi mi diyelim bilmiyorum.. Ben şu satırları yazarken, Somali Federal
Parlamentosu Dış İlişkiler ve Uluslararası Yardımlar Komisyonu Başkanı
Abdulkadir Osoble Ali ’nin, ülkede vergi dahi ödemeyen Nil Akademisi'nin tekrar
devlete devredilmesi için meclis başkanı ve başbakana mektup yazdığı haberi
düştü. Neyse biz devam edelim..
Somali ’ye
aslında açlıkla mücadele için gidildi ve tüm duvarlar, insaniyet namına
yıkıldı. Ama yıkılan o duvarların altında Somali'nin halkı kaldı. Hava, deniz
ve kara ticaretini elinde bulunduran cemaate yakın firmalar, halka açlıkla
mücadelede yardım dağıtırken, kendi özel işlerini de görüyordu. Limanı ele
geçiren büyük şirketler, denizlerdeki balıkları devasa ağlarla tüketirken,
fakir halkın tek geçim kaynağı balıkçılık yok oluyor ve yeni bir fakirlik
mecrası oluşturuluyordu. Yardım kumanyalarını dağıtanların firmaları, zengin
yeraltı kaynaklarını da çıkartıyor ve ihraç ediyordu. Somali el değmemiş altın,
uranyum, elmas, doğalgaz ve petrol yataklarına sahipti. Tapelerden ‘’ananas’’ın, aslında ‘’elmas’’ olduğunu hepimiz tahmin
etmiştik. Acaba Uranyum için hangi meyve ismi kullanılmıştı?
Kenya’nın ilk
cumhurbaşkanı Jomo Kenyetta ne güzel özetliyor: “Hristiyanlık, Afrika’ya geldiğinde Afrikalıların elinde toprakları,
Hristiyanların ise incilleri vardı. Hristiyanlar bize gözlerimizi kapatarak duâ
etmemizi öğretti. Gözlerimizi açtığımızda topraklarımız onların elinde, bizim
ellerimizde ise inciller vardı…”
ZARAR MESCİDİ
‘’Afrika
boynuzu’’ Somali’de hangi taşı kaldırsanız altından Mogadişu Türk Lisesi’ni
açan Nil Organizasyonu çıkması sizi şaşırtır mıydı? Artık şaşırtmamalı.. Bunları
gördükçe Hz.Peygamber ’in hayatından bir sahne canlanıyor gözümde:
Hz. Peygamber
hicret ettiği zaman, Medine’de yerleşim merkezlerinden Kuba'ya gelir ve orada
kaldığı süre içerisinde, daha önce hicret etmiş bulunan Müslümanların namaz
kıldıkları harman yerindeki bir düzlüğü mescit olarak tahsis eder. Birkaç gün
içinde mescidin duvarları örülür, gölge olması için üstü örtülür, tabanı
düzlenip kum serilir ve böylelikle İslâm tarihinde halka açık ilk mescid inşa
edilir. Resulûllah, kendisinin imamlık yaptığı ilk cuma namazını da bu mescitte
kıldırır.
Zamanla
ihtiyaç nedeniyle Medine’deki mescitlerin sayısı artar ve 9’a ulaşır. Hazreç
kabilesinden Ebû Amir Er-Rahib, Bizans kralı Heraklius’un da vaadlerine inanir ve müslüman gibi
görünerek bir mescid daha yapılması için çalışma başlatır. Kuba mescidine yakın
inşa edilen bu yapıya mescid süsü veren münafıklar, yapının gerekçesi olarak
‘’yağışlı ve soğuk havalarda yaşlıların ıslanmaması’’nı gösterirler. Kuba
mescidinden daha yakın olduğundan, bir çok müslüman zamanla bu mescide gelmeye
başlar. Ebû Amir Er-Rahib mescidi meşrulaştırmak için Resulûllah ‘tan
kendilerine namaz kıldırmasını ister. Peygamber daveti kabul eder.
Resulûllah davete
uymak üzereyken, Tevbe Suresi’nin
ayetleri nazil olur:
‘’(müminlere)
zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha
önce Allah ve Resulüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescit
kurarak ‘(bununla) iyilikten başka bir şey istemedik' diye yemin edenler
vardır. Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder. Onun içinde
asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde
namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda arınmayı seven adamlar vardır. Allah
da çok arınanları sever.’’
Vahyolunan ayette Resulûllah 'ın davete icabeti engellendiği gibi, mescidin inşa ediliş amacı da açıklanmış olur. Bizzat talimatı ile mescid yakılıp yıkılır ve münafık girişim engellenir.
İslam tarihinde bu yapı, ‘’Mescid-i Dırâr’’ yani zararlı mescid olarak bilinir.