@fenerlicihan –
ma illa kavga çıxarax?
Ekranda bu
iletiyi gören İlo bu adamı tanıyordu. Diyarbakır’da avukatlık yapıyordu. KCK
olarak bilinen Koma Civaken Kurdistan ‘ın idari yapısında gelecek vaad
ediyordu. Ama herşeyden önce İlo’nun memleketten arkadaşıydı. ‘’Xort Piron’’
olarak bilinen ‘’Dicle Gençleri’’ zaza grubunu yönetiyordu.
@pironic21 –
hayırdır Cihan?
@fenerlicihan –
abi telefonuna mesaj attım geri dönmedin?
İlo el çabukluğu
ile telefonunu çıkarıp baktı. 12 cevapsız çağrı, 4 de mesaj gördü. Elindeki
telefonu masaya bırakırken gülümsedi ‘’sadece 10 dakika bakmadım telefona ya’’
diye düşündü.
@pironic21 –
kusura bakma Cihan baba.. yoğunluk var biraz.
@fenerlicihan –
operasyon mu var?
@pironic21 –
bugün bizim haber ajansının müdüründen bir haber bekliyorum. Bişeyler olacak
ama bakalım..
@fenerlicihan – o
kari davada ben ajansın muhasebecisiyim demedi mi abi :)
İlo bölgenin en
büyük haber ajanslarından birinin yönetim kurulu başkanın kck davasında böyle
beyanat vermesine anlam verememişti. Anlamadığı çok şey vardı ama dert
etmiyordu. Onun mesleği habercilikti. Bugün kendisine bir görev verilecekti.
Kaynağı gizli tutulan bir operasyon başlıyor gibiydi. ‘’Fotoğraf makinemi
hazırlamalıyım’’ diye düşündü.
@pironic21 – çok
konuştuk Cihan baba.. şimdi habere çıkıyorum.
@fenerlicihan –
eyvallah :)
Fotoğraf
makinesini hazırlayıp bataryaları kontrol etti. Telefonu eline alıp beklemeye
başladı. O sırada masasının üstündeki Musa Anter ödülüne gururla bakıyordu.
Ödül gecesini düşünüp gülümsedi. Televizyonda habertürk yazısını görünce tekrar
suratı asıldı. Daha birkaç ay önce ‘’örgütle bağlantıları yüzünden’’
kovulmuştu. Telefondaki halay müziği çalmaya başladı. Bilinmeyen numaradan
aranıyordu:
-Alo?
-Hazır mısın İlo?
Bugün yer yerinden oynayacak..
Telefondaki ses
Kck tutuklusu ajans yöneticisiydi.
-Hazırım başkanım,
sahaya ineyim mi?
-Tamam in ama bu
defa farklı yapacaksın. Olayları çekme! Militan grupta bir çocuğu takip edecek,
onu resmedeceksin.
-Bir çocuk mu?
Ne.. neden?
Telefondaki kadın
biraz duraksadı, kısık bir sesle devam etti:
-Çocuğun ölümünü
çekeceksin..
***
Militan gruba
karışan İlo, polis ile gruplar arasında kalıyor ve bu savaştaki her anı
fotoğraf makinesine kaydediyordu. Taşlardan ve havai fişeklerden kaçmaya
çalışırken, müthiş fotoğraflar da yakalıyordu. Aniden grup arasından yüzü gözü
kapalı bir militan koluna girip parolayı söyledi: ‘’piron’’
İlo beklediği
adamın bu olduğunu anladı. Adam İlo’yu sokağın bir köşesine çekip sordu:
-Napıyorsun ulan?
-Çekim yapıyo..
Adam sözünü
kesti:
-Lan sana demedik
mi olayları çekmeyeceksin diye?
İlo şaşkındı:
-Sen çocuğu
gösterene kadar boş durmayım dedim. Ne olmuş?
Adam caddeyi
kolaçan eder gibi başını hareket ettirip tekrar İlo’ya döndü:
-Oglim sana
söyleneni yapsana sen! Sil onları hemen! Aha şu çocuktur ha!
Oli işaret edilen
tarafa doğru baktı. Siyah elbiseli kafasına beyaz bir bez bağlamış genç bir
çocuktu. Yerden taş alıyor olanca gücüyle sokağın diğer ucundaki polis
birliklerine atıyordu.
-Ta.. tamam..
diyebildi.
Adam cebinden bir
bluetooth kulaklık bir de telefon çıkarıp İlo’ya verdi.
-Birazdan çalınca
talimatları takip et..
Adam fotoğraf
makinesindeki resimlerin silinmiş olduğundan emin olduktan sonra tekrar gruba
doğru koştu ve kalabalığa karıştı. Polis barikatı giderek yaklaşıyordu. İlo
arkasını polise doğru dönüp militan gruba doğru hareket etti. Kalabalık
arasından çocuğu seçti gözleri. Acaba örgüt bu çocuğu neden öldürmek istiyordu?
Son zamanlarda
örgütü anlamak imkansız hale gelmişti. Bir süre önce Ulusal Kanal’da yayınlanan
Öcalan’ın sorgu görüntüleri, KCK’da infial yaratmıştı. Öcalan, kürt halkının
lideri gibi değil, bir devlet görevlisi gibi konuşuyordu. Bu durum kandilin
hoşuna gitmemiş, siyasi kanatta ayrışmaya sebep olmuştu. Kürt halkını siyasi
arenada temsil eden iki parti vardı. Biri çözüm sürecinde siyasi aktör olmak
isteyen Öcalan tarafında, diğeri Öcalan’ı etkisiz eleman haline getirmeye
çalışan Kandil tarafında.. KCK bu ayrışmada taraf olmak yerine, her iki
harekete de elinden geldiğince destek olma kararı almıştı. Şuan içinde
bulunduğu durumun sebebi de buydu. Acaba hangi irade bu çocuğun ölmesini
istiyordu? O sırada telefonu çaldı, bluetooth kulaklık devreye girip telefonu
açtı:
-Alo?
Telefondaki ses
neredeyse fısıldıyordu:
-Çocuğu takip et..
Fotoğraf makinen hazır olsun. Netbook’un da yanında değil mi?
-E.. evet.. siz
kimsi?
-Senden sadece
bir fotoğraf istiyorum. Ama tam yerinde, tam zamanında.. Ödüllü bir muhabirsin
yapabilirsin değil mi?
İlo küçümsenmeye
alışkın değildi:
-Ne sandın?
Nerede ve ne zaman istersen..
Telefondaki ses
memnun olmuşa benziyordu:
-Güzel, Diyarbakır 2.Hava Kuvvetleri garnizonunun arka
kapısına git ve bayrağı görebileceğin güzel bir açı bul kendine..
***
Polisle çatışan
militanlar ayrı ayrı gruplara ayrılarak hedef şaşırtma yoluna girmişti. Ahmed
ve Aziz garnizon tarafına doğru ilerleyen grupta kalmışlardı. Aziz sokaklar
arasında kaybolabileceklerini söylediyse de Ahmet inat etmiş, askeriyeye doğru
hareketlenmişti. Yaklaştıkça Ahmet kontrolünü kaybetmeye başlamıştı. Aziz arada
seslenmeye çalışsa da Ahmet hem bağırıyor hem de arada kahkahalar atıyordu.
-Heval askere
gitmeyek ha!
Ahmet delirmiş
gibiydi. Yerde bulduğu taşları askerlerin olduğu tarafa doğru atmaya başladı.
Kalabalık Ahmet’e uydu ve bahçeden içeri taşlar yağmaya başladı. Birkaç asker
tel örgünün ardından bağırarak tepki verdiyse de kalabalık daha da ateşlendi.
Aziz, kardeşi bildiği Ahmet’in çıldırışını seyretti. Neden sonra doğruca yanına
koşup kolundan yakaladı:
-Heval durumun
nasıl?
Ahmet taşlar ve
sopalar havada uçuşurken haykırarak konuşuyordu:
-Aziiiiiiiiiiizzz..
Guçik aziiiiiiiiiiiiz... Ben de şehit olam mı?
Aziz’in gözleri
açıldı. Arkadaşının taş atmaya çalışan öteki kolunu da tutup sarstı:
-Heval sen nasıl
konuşuyorsun? Kendine gel hele!
Ahmet’in
yüzündeki bezlerden sadece gözleri görünebiliyordu. Aziz, Ahmet’in gözlerine
baktığında şaşkınlığı daha da arttı. Kahkaha atıp bağıran Ahmet, bir yandan
ağlıyordu. Gözyaşlarının sebebini düşündü: Pkk’nın kaçırdığı kardeşine mi
ağlıyordu? Yoksa belediye önünde onu bekleyen annesine mi? Aziz elindeki
sopayla arkadaşına hafifçe vurdu:
-Heval gardaşın
gelir deli olma!
Bahçeden bir iki
el uyarı ateşi duyuldu. Ahmet durup arkadaşına döndü:
-Heval sen
biliyorsun gardaşım niye gitti? Örgüt gelip dedi senin oğullarından birini
Avrupaya, Almanyaya götüreceğiz.. Ben büyüktüm ben gidecektim dedim ‘’eşek! Git
sen avrupa gör!’’ Onlar da aldi götürdi dağa! Ben şimdi napacağım biliyorsun?
TC’nin bayrağını indireceğim ha..
Aziz bayrağa ve
tel örgünün arkasındaki göndere bakıp şaşkın bir ifadeyle arkadaşına baktı.
Ahmet çevik bir hareketle dikenli tellere tırmanmaya başladı.
***
İlo, talimatları tek tek takip ediyordu. Birisi onu
yönlendiriyor, kalabalık arasında durması gereken yeri söylüyordu. Göstericilerin
büyük bir çoğunluğu farklı mahallelere kaçarken, takip ettiği çocuk küçük bir
grubun içinde ilerliyordu. 2.Hava Kuvvetleri’nin arka kapısına varan
göstericiler, içeriye taş yağdırmaya başlamışlardı.
-Takip ediyor
musun?
Telefondaki ses
bunu bugün defalarca sormuştu:
-Elbette.
Yerimdeyim.
-Biliyorum.
Anlaşılan konuşan
kişi onu oturduğu yerden görebiliyordu. Kalabalık içerisinde telefon tutan
birisini aradı önce ama kulağındaki bluetooth kulaklığı hatırladı. ‘’Telefonda
talimat veren adamın da kulağında böyle bir kulaklık olabilir ve kafasına
sardığı şeyin altında onu göremem’’ diye düşündü.
Objektifini
çocuğa odakladı. Bir arkadaşı onu kolundan tutup sarsıyordu. Acaba göstericiler
arasından birisi mi öldürecekti çocuğu? Daha önce ‘’ölümden önceki 5 saniye’’
temalı resmi ile kazandığı ödülü hatırladı. Bu görüntü ona yeniden bir ödül
kazandırabilir, belki kovulduğu kapıdan daha prestijli kapılar açabilirdi. Ama
KCK hep bir problem olacaktı. Neredeyse terör örgütünün kadrolu muhabiri gibi
haberler yapmaya başlamıştı. Kariyeri boyunca yaptığı haberler, cv’sinde
belirgin bir siyasi imaj yaratmaya yetiyordu. Oysa İlo, sadece haberci olmak
istiyordu.. Zazaydı ama bölgenin ikliminde taraf, kürt davasının bir destekçisi
olmak genellikle lehine sonuçlanıyordu. Nitekim devlet, habercilerin Lice’de
çalışmasını engelliyordu ama KCK sayesinde gizlenme ve yakın görüntüler alma
imkanı doğuyordu.
Yeniden çocuğa
odaklandı. Çocuk hala arkadaşına birşeyler anlatıyordu. Telefondaki ses ilk
defa yüksek sesle konuşmuştu:
-Hazır mısın?
Birazdan..
İlo hazırdı, cevap
verme ihtiyacı duymadı. Objektif çocuğa odaklanmıştı. Askeriyenin içinden bir
kaç el ateş sesi duyuldu. Belli ki bu uyarı ateşiydi. Çocuk ani bir hamleyle
arkadaşından kurtulup dikenli tellere tırmanmaya başladı. Netlik bozulmuştu..
İlo makinenin arkasından kafasını kaldırıp kalabalığa doğru baktı:
-Ne yapıyor bu
çocuk?
Telefondaki ses
azarlar gibi konuştu:
-Sok kafanı
makinaya! Çek şunu çek!
İlo kulağında
açık kalan telefondaki sesi unuttuğu için sesten irkilmişti. Hızla objektifi
tekrar odakladığında gördüğüne inanamadı. Telleri aşan çocuk bayrağı indirmek
için göndere tırmanıyordu! ‘’bu bir intihar!’’ diye düşündü İlo.. ‘’peki neden
direğin iplerini aşağıdan çözmüyorsun be çocuk?!’’
O anda şimşekler
çaktı. İlo başından beri katilin kalabalığın arasından çıkacağını umuyordu.
Oysa çocuğu askerin öldürmesi amaçlanıyordu! Çocuğun tırmanıp kendini açık
hedef yapması da bu yüzdendi! Çocuk sadece piyondu! Art arda fotoğraflar çekmeye başladı. Her an
askerin sabrı taşabilir ve Kıbrıs’ta yaşanan olayın bir benzeri yaşanabilirdi.
Çocuk gönderin tepesindeki bayrağı söktü. Her an vurulabilirdi. İlo göz ucuyla
askeri alana bakıp kendisine doğrultulan bir silah olup olmadığını merak etti.
-Bir makinam daha
olcaktı vuranı da çekerdim! dedi istemsizce..
Telefondaki ses
heyecanlıydı:
-Merak etme..
Kalabalığın arasında Cihan Ajansından da senin gibi birisi var..
İlo oyunun
büyüklüğünün farkına varmaya başlıyordu. Bu sırada çocuk bayrakla birlikte
kendini aşağı bıraktı. Asker ateş etmemişti. Çocuk aşağı iner inmez bir
arkadaşı ona tellerden kurtulması için yardım etti. Bu sırada al bayrak
yerlerde sürükleniyordu. Beklenen infaz gerçekleşmemişti. Örgüt bu çocuğun
ölmesini istemiş, bir şekilde asker öldürmeyerek ‘’sancağı indirilen garnizon
olarak’’ tarihe geçmişti. ‘’Memleket yine karışacak..’’ diye düşünüp parmağını
kulağına götürdü:
-Çocuk hayatta..
Telefondaki ses
daha sakindi:
-Tamam. Bunu da
öngörmüştük. Sen şimdi çektiğin resimlerden bir kaçını sms attığım adrese
yolla.
İlo hemen cep
telefonunu çıkardı. Cevapsız çağrılar ve mesajlar arasından tanımadığı bir
numaradan atılmış bir e-posta adresi gördü.
‘’AFP mi? Agence
France-Presse? Anlaşılan sadece memleket karışmayacak...’’