RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

25 Aralık 2015 Cuma

Atambayev'le Kardeşlik


Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti..


Evet, 1991 'de SSCB'nin dağılmadan önceki adı buydu Kırgızların. O zamandan bu yana dek, değişen tek şey devletin resmi ismi. Örneğin halen yönetimde görev yapanların çoğunun soyadı ''-ev,-eva,-ov,-ova'' gibi slav köklerinden oluşuyor ve hiç kimse bu sözde müstakil devletin bunlar hakkında bir değişiklik yapılması gerektiğinden bahsetmiyor.

İşte anlatacağım kişi de bunlardan biri: Almazbek Atambayev


Türkiye’ye gelince Türkçü-Turancı, Rusya’ya gidince Rus Avrasyacısı kesilen Türk liderlerini çok gördük ama her defasında bu orta oyununu alkışlarken bulduk kendimizi. Türkçe konuşan, Türki devletlerin, sempatik cumhur, başbakanları olarak akıllarımıza kazındı. Mutluyduk çünkü ''bilmemek mutluluktu''

Bakın son seçimlerde batı, Atambayev'in seçim başarısını nasıl manşetlere taşımış?


Pro-Russian Partiler.. Yani ''Rus Yanlısı''

Batı biliyor çünkü Kırgızistan'ın, Özbekistan'ın geçmişini ve bugününü. Bizlerse hep ''aynı dili konuşan ayrı devletler'' temasıyla ayakta uyutulduk. 

Atambayev'e geleceğiz ama önce çoğumuzun pek de bilmediği Kırgızistan devrimine odaklanalım. 2010 yılında yaşanan Arap Baharı'nın ön provası, Mart 2005'te Kırgızistan'da denenmişti. O tarihten bu yana yaşanan seçimlerde anayasa ihlalleri, hileler veya yolsuzluklar nedeniyle Kırgızlar ayaklanmış ve ''Lale Devrimi''olarak adlandırılan -neredeyse iç savaşa dönüşebilecek- ayaklanmalar yaşandı. Olaylarda bir çok insan hayatını kaybederken, binlerce kişi de yaralandı.


Peki Lale Devrimi neden yaşandı?

Gayri safi milli hasılası 7,2 milyar dolar olan Kırgızistan'ın altın madeninden sonra ikinci büyük kaynağını Manas Askeri üssünden sağladığı kira geliri oluşturuyor. Yani 2001 yılında ABD'nin Afganistan operasyonları sırasında geçiş sahası olması için düşünülen Kırgız topraklarındaki Manas üssü, jeopolitik öneminin yanında iktisadi bir kaynaktı. Ancak üs, ABD’nin orta asyadaki askeri varlığını kendisine tehdit olarak gören Rusya için huzursuzluk kaynağı oldu.  Nihayet 2009 yılında Rusya, dönemin Kırgız yönetimine, üssü kapatması durumunda 300 milyon dolarlık düşük faizli kredi ve 150 milyon dolarlık hibe teklif etti.  Üstüne üstük Moskova, Kırgızistan'ın 180 milyon dolarlık borcunu da silmeyi taahhüt ediyordu.

Sadece 1 yıl sonra Manas üssünün kapatılması iddiaları gündeme geldi. ABD üsse ödediği kira bedelini yıllık 17.4 milyon dolardan 60 milyon dolara yükselttiğini açıkladı. Ancak Manas’a sağlanacak yakıt ile alakalı sözleşmeler halk tarafından öğrenildiğinde zaten fakirlik sınırında yaşayan halkın ayaklanmasına ve iktidarı devirmesine temel teşkil etti.  Çünkü yakıt temin eden firmalar Kırgızistan yönetiminden birilerine ait olduğu iddiaları halkı daha da öfkelendirdi.



Yıllar süren olaylar ve siyasi kaosun ardından seçilen Atambayev, ilk ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi. Bu hareket Atambayev'in Rusya güdümlü olmadığı imajı vermek içindi. Oysa durum bambaşkaydı.  Rusya, Kırgızistan topraklarındaki Kant askeri hava üssünün varlığının 2032 yılına kadar sürmesi için Atambayev'le anlaştı. Kırgızistan’a 500 milyon dolarlık düşük faizli kredi imkanı da sunan ve çoktan 1.1 milyar dolarlık askeri savunma paketini devreye sokan Rusya, ABD’den boşalan yeri de doldurmaya kararlı olduğunu gösterdi.


Peki bütün bu yaşananları duydunuz mu o tarihlerde? Hayır. Çünkü daha çok Deniz Baykal'ın donunu giyerkenki kasedinden bahsediyordunuz o sıralarda muhtemelen. Veya Kılıçdaroğlu adlı yeni siyasi aktörü tanımaya çalışıyor, Mavi Marmara ile sarsılıyor,  Anayasa referandumunda evet'e basıyor veya Manga grubunun eurovision'dan 2.dönmesini gururla seyrediyordunuz.

Oysa aynı anlarda kardeş ülke Kırgızistan'da yaşanan siyasi kaosta geçici hükümete atanan Atambayev dünya kamuoyuna ülkesinin Rusya etrafında oluşturulacak gümrük birliğine katılmayı arzu ettiğini açıklıyordu.


Atambayev: “Rusya ve Kazakistan ile ortak bir tarihi paylaşıyoruz; ortak bir ekonomik ve gümrük alanında bizim geleceğimiz açıkça onlarında yanında olacaktır” diyordu. Ancak daha şaşırtıcı olan, Kırgızistan’da meydana gelen siyasi olaylarda Rusya’nın herhangi bir sorumluluğu olmadığını açıkladığı anlardı:
“Rusya ve Kazakistan herhangi bir komploya karışmamışlardır. Onlar yalnızca Kırgızistan’a yardım sunmayı istiyorlar.''
2006 yılında Kırgızistan meclis başkanı, kendilerini ziyarete gelen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti meclis heyetine:

''İki kardeş ülke arasındaki sıcak ve tarihi bağlarımıza rağmen, KKTC'yi resmen tanıma konusunda teminat veremiyoruz ne yazıkki'' diyordu.

Daha sonraları Kırgızistan, Birleşmiş Milletler tarafından ''tarafsız ülke'' olarak tanınmak istese dahi, Rusya'nın çıkarlarına ters düşecek en ufak bir hareketten kaçındığını ve hatta bu uğurda inanılmaz tavizler verdiğini de tecrübe ediyoruz.


Kırgızlar 7 Aralık'ta ülkenin en büyük kubbeli yapısı olan Osmanlı Camii'sini açarken Türklere göz kırparken, Türkiye-Rusya arasındaki jet krizinin ardından ''Türkiye Rusya'dan özür dilemelidir'' çıkışıyla da gönül bağını alenen ifade etmiş oluyor.

İktidarını Rusya'nın sayesinde kazanan Kırgız cumhurbaşkanı bağlı olduğu prangaların sahibini de üzmek niyetinde değil. ''Rusya'nın Kırgızistan'daki enerji yatırımları dondurulabilir'' diyerek de, Putin'e ''bak biz senden yanayız, ona vur, bize vurma'' endişesini taşıdığını beyan ediyor.

Atambayev'i daha iyi tanımak için size doğrulamamızın mümkün olmadığı ama gerçekliğine inandığımız/bildiğimiz bir hikaye anlatalım:

Çin zulmünün Doğu Türkistan'da yoğunlaştığı zamanlarda, Ocak 2014'te Kırgızistan-Çin sınırındaki gümrük bölgesine yakın bır kasabada katliam yaşandı.  Kasabada çok sayıda Uygur ve Kırgız Türkü yaşıyordu. Atambayev başbakanken yaşanan katliamın ardından bu kasaba, Çinlilere 1 milyar dolar karşılığında satıldı.
Çoğunluğu birbirini tanıyan Doğu Türkistan’dan kaçmakta olan 11 kişilik grup Kırgızistan’ın köylerinden birine kadar ulaşmışlardır. Köyde tek silahlı olan Rus bir avcı onları teslim almak ister.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu anlayan Uygurlar, kendilerini teslim almak isteyen tek Rus'u bıçakla ağır yaralayarak kurtulurlar. Ancak Rus'un bıçaklanması hadisesi çabuk yayılır.  Rus sevici kırgızların ihbarı üzerine 10 kişilik Kırgızistan askeri gelir ve Uygurların saklandığı evi kuşatır. Önce teslim ol çağrısı yaparlar. Kırgızlara teslim olanların, Çine geri iade edildiğini defalarca tecrübe etmiş olan Doğu Türkistanlılar teslim olmazlar. Olayın büyümesini istemeyen Kırgız askerler, uzun namlulu silahlarla Uygurların saklandığı eve girer ve sadece bıçak taşıdığı bilinen 11 soy kardeşini katleder. 
Bu tam bir katliamdır ama Rusya ve Çin, toplumsal algıyı rahatlıkla yönetebilecek maddi imkan ve beceriye sahiptir. Olay televizyonlara ''kimliği belirsiz silahlı teröristler'' olarak yansır. Atambayev olayı öyle bir kahramanlıkla anlatır ki hiç kimse 10 askere karşı 11 ''silahlı terörist''in neden tek kurşun atmadan katledildiğini sorgulamaz. 
Özgür basın olayı biraz deştiğinde ölenlerin ''uygur türkleri'' olduğu ortaya çıkar. Kırgız güvenlik güçleri köşeye sıkıştığında ''onlar bölücü uygurlardı'' deme gafletine düşer. Bu kişilerin naaşları Kırgızistan tarafından Çin'e iade edildiğinden olaydaki gerçek perdesi asla aralanamamıştır.
Tacikistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Rusya'nın da dahil olduğu ''Şangay İşbirliği Örgütü'' sayesinde Doğu Türkistan bağımsızlık hareketini kontrol altında tutan Çin, Doğu Türkistan'daki zulmü garanti altına alıyor. Çünkü bölgeden kaçan ve komşu ülkelere sığınmaya çalışan uygurlar da böylece Çin'e iade ediliyor ve aynı gün idam ediliyorlar.

İşte hani Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'a 

''Tayyip abim..Bizim senden başka kimimiz var?'' diyen Atambayev'in, aslında kimleri olduğunu hepimiz bilelim istiyorum.

14 Aralık 2015 Pazartesi

Üç Evrende Amerikan İngiliz Savaşı

İki süper güç aynı hedef için farklı mecralarda mücadele eder. Her birinin mücadelesi kendine özgü yöntem ve çeşitlilikte olsa da, perde arkasında bir fikir birliği olduğu açıktır. Bunlardan en çok tahmin edileni Amerika ve İngiltere 'nin, aynı dili konuşan iki ayrı süper güç devlet olmalarına rağmen, ortadoğu siyasetinde müstakil hareket ediyor gibi görünmeleridir. Oysa her iki emperyal de, aynı kirli sistemin iki büyük çarkını oluşturur. 


Yüzlerinden nur akan mücahitler..
Amerika El-kaide 'yi oluştururken, İngiltere Deaş 'ı semirtip ortadoğu coğrafyasını ellerini kirletmeden kana bulamayı başarırlar. Tıpkı aynı dili konuşan bu ülkeler gibi, bu iki terör örgütünün de kullandıkları terminoloji, savaş stratejisi ve yöntemleri ile birbirinden farkları yoktur. Ve tıpkı Amerika ve İngiltere gibi birbirlerinden ayrı, birlikteliği reddeden, müstakil bir tavır içerisindelerdir.

Hal böyleyken, Amerika ‘nın Deaş’ı vurma söylemleri, İngiltere’nin (sözde) İslami terör eylemlerinin tamamını El-Kaide diye tanımlaması garip değil midir? İngiltere Daeş’le mücadelede neden aktif değildir? Veya süper güç Amerika, El-Kaide gibi toplamda en fazla 3000 kişilik bir örgütü toprakları bilfiil işgal ettiği halde on yıllardır bitiremez? Çünkü ağaca balta vururlar ama balta: ‘’sapı benden’’ der..

Bu iki devletin kafamda canlandırdığı imgeler de birbirinden tamamen farklı:

Amerika ‘da ‘’özgürlük’’ kelimesi üzerinde yoğunlaşılırken, İngiltere ‘de sınırlandırmalar hakimdir. En basiti, Amerika’da başkana küfür ederseniz, başkan da size küfreder, olay kapanır. Ancak İngiltere’de kraliçenin saç modelini bile kimse eleştiremez.

Amerika renklidir. Mavi ve kırmızılı bayrağını yıldızlar süsler. Tarihi kısa olduğundan, sahte kahramanlık hikayeleri pompalayarak, halkına ve askerine milliyetçilik pompalamak zorunda hisseder kendini. Ancak İngiltere gotik gridir. Tekdüze bayrak stili gibi, hayat da tekdüze ilerler İngiltere’de. Tarihinden aldığı güçle, Yahudilerden sonra kendilerini seçkin ırk olarak gören ikinci millettir. Dolayısıyla milliyetçilik gazına ihtiyaçları yoktur.

Amerika sanatta görselliğe önem verir. Sinemada en civcivli görsel efektler, fantastik öğelerle süslü bilim kurgu ve komedi filmleri ağırlıktadır. Müzik piyasasında da en hareketli rol model pop şarkıcıları üretir. (Britney Spears, Justin Timberlake vs.) İngiltere için sanat içeriktir. Sinema yöntemleri daha çok dram, psikoloji ve tarih üzerinedir. Müzikte Eric Clapton, Sting, Adele gibi İngiliz müzisyenleri ön plana çıkarır.

70 ‘lerin başında hayatımıza giren punkçılık, yani umursamazlık, sonrasızlık; ingiltere’de doğmasına rağmen Amerikan alt halk tabakasının bugününü yansıtır. İngiltere’de durum tersidir.

Amerika’da trafik sağdan, İngiltere’de soldan akar.

Amerika nikah masasında ‘’evlenmeyi kabul ediyor musunuz?’’ sorusuna ‘’hayır’’ diyerek gülümserken, İngiltere nikah defterini kapatıp ‘’espri yaptım’’ diyen damat adayına ‘’espriyi başkasına yaparsın’’ ciddiyetindeki nikah memurudur.


Yazık lan adama :)

Peki aynı dili konuşan bu iki emperyali bu kadar farklı kılan nedir? Cevap 17.yy’ın başlarında yatıyor:

İngiltere’den Amerika topraklarına göçler baş göstermeye başladığında, iki tip İngiliz Amerikan topraklarında koloni kurmaya başladı. Birincisi yoksullardı. Emperyalizm ve aristokrasi altında ezilmiş, fakirlikten göç etmek zorunda kalmış İngilizlerdi. İkincisi nispeten daha iyi durumda olsalar bile, kilisenin dini baskıları altında kendini dinen özgür hissetmeyen püritenlerdi. Dolayısıyla göç edenler, kurdukları yeni ülkede alabildiğine zengin, alabildiğine özgür (Protestan) olmak için mücadele ettiler.

İşte bu mücadeleye ‘’Amerikan iç (bağımsızlık) savaşı’’ diyoruz.

Bu savaşta her ne kadar çeşitli ırktan savaşanlar olduysa da, genel itibariyle bu savaş Amerikan-İngiliz savaşı olarak kabul edilir. 


***

Gerçek evrendeki zıtlığı biraz ortaya koyduktan sonra diğer iki evrene bir bakalım:

Marvel ve DC evrenlerini bilir misiniz? Marvel renkli, DC karanlık temalarla çıkarlar genelde. Örneğin, örümcek adam güneşli havada binadan binaya ‘’wuhuuuu’’ diyerek atlarken, Batman yağmurlu havada binada tüner. Örümcek adam en zor durumda bile espri yapabiliyorken, kara şovalye ketumluğunu korur. 



Dikkat edin, Marvel ve DC evrenleri tam da bu şekildedir. Ben bu iki fantastik dünyayı, gerçek dünyadaki bu iki emperyal devlete benzetiyorum. Marvel = Amerika iken DC = İngiltere oluyor benim için..
Not: ABD’nin başkenti Washington ‘un sonunda DC yazar. Benzetmeye ters gibi görünse de anlamı itibariyle aslında destekler. Çünkü DC’nin açılımı ‘’District of Capital’’ olarak bilinir ve Birleşik Devletleri oluşturan hiçbir eyalet bölgesine bağlı değil, başlı başına bir şehirdir –ki şehre adını veren George Washington da bir ingilizdir.
Amerikan film endüstrisi Hollywood, her ne kadar ticari kuruluşlar birliği olsa da, tüm dünya insanlığı için bazı şeylerin bilinçaltı ön hazırlığı yaptığı bilinir. Bunlardan en bilinen örneği, ikiz kuleler saldırısıdır. Hollywood, Amerikan tarihinin en kanlı terör eylemi olarak kabul edilen 9/11 saldırısını –daha saldırı gerçekleşmeden- yıllar içinde defalarca filmlerinde işlemiş ve Afganistan, Irak işgallerine meşruiyet sağlamak için algı mühendisliği yapmıştır. 


En bariz örneği Fight Club'takiydi benim için..
Bilinçaltımızda Amerika’yı, gelişmiş ekonomisi veya Marshall yardımlarından ötürü değil, ufoların daima Amerika’yı hedef alması ve süper kahramanların Amerika’yı kurtarmasından sonra süper güç kabul etmişizdir.


Iron Man vs Captain America
Superman vs Batman
Marvel ve DC evrenleri de –tesadüfen- aynı tema ile yeni bir macera arayışına girdiler bu sene. Hem Marvel hem DC fantastik evreninde, kahramanlar bu yıl birbirleri ile savaşacak. Marvel ‘de Kaptan Amerika Demir Adam’la, Batman ise Superman ‘le kapışacak. Aynı tarafta olmalarına rağmen, yöntemleri ters düştüğünde birbirine giren süper kahramanlar, her iki filmin sonunda da ‘’aslında hedefin bir başkası olduğu’’ temasıyla tekrar bir araya gelecekler. Yani göstermelik bir mücadeleden sonra ‘’biz neden savaşıyoruz kardeşim? Aslında aynı tarafta değil miyiz? Asıl düşman falanca’’ diyip, kaostan düzen yaratacaklar.

Yukarıda anlatılanlar ışığında, biraz da siyaseti takip ediyorsanız; Amerika ve İngiltere arasındaki restleşmeleri farklı analiz edebilirsiniz. Marvel ve DC evrenlerinin bizi hazırladığı yalan rekabet, asıl düşmanın aslında başkası olduğu fikri altında birleşen emperyallerle son bulacak. Aynı hedef için çarpışan hristiyan kardeşler, ‘’asıl düşmanımız İslam’’ fikri altında birleşmek için bu ön provayı yapmak zorundalar yani..

Marvel evrenindeki savaş Türkiye’de ‘’kahramanların savaşı’’ olarak gelse de, gerçek adı ‘’Civil War’’. İroniye bakar mısınız Amerikan İç Savaşı yani.. 

İnandırıcı gelmediyse şuna da bakın:



Amerikan iç savaşında İngilizler ‘’the red coats’’ adı verilen bir üniforma giyerlerdi. 




Amerikan halk kahramanı Paul Revere’ e atfedilen, Amerikan kurtuluş savaşını anlatan ‘’The Midnight Ride’’ olarak bilinen bir şiir vardır. Revere, geceyarısı İngilizler saldırdığına Amerikan askerine ‘’The British are coming!’’ diye bağırarak sokakları arşınlamasıyla biliniyor. ‘’The British are coming!’’ iç savaşı simgeleyen bir slogan olarak tarihe geçiyor. Pelerin gibi görünen uzun ‘’the red coats’’ giyen İngilizler saldırdığında asker ‘’The British are coming!’’ diye uyarıldığından gece zaferle neticeleniyor. Revere’in at üstündeki heykeli halen Boston’da bağırır halde durmaktadır. 



Lex Luthor ‘un ‘’Red Capes are coming!’’ dediği sahne, aslında Amerikalılar için hiç de yabancı olmayan iç savaş tarihini anlatan bir kültürden alıntıdır.





Ne dersiniz? Yakında bir Amerikan – İngiliz savaş şovuyla karşılaşır mıyız?


BONUS: CREED filminden bir sahne..


                             

24 Kasım 2015 Salı

United States of Turks

Bugün genel kurmay başkanlığı ''sınır ihlali yaptığı gerekçesi''yle bir Rus savaş uçağını düşürdüğünü açıkladı. Bu herkes için savaş anlamına geliyor olsa da, Rusya'nın bu vurdumduymazlığı bazılarımız için köşeye sıkışan hayvanın tehditvari içgüdüsünden başka bişey değil.



Önce şunu dikkatle izleyelim:



''Diktatör'' olmakla suçlanan Erdoğan'ın Rahmi Koç'u karşısına alıp medya önünde bu şekilde fırça attığını düşünün. Mümkün mü? Belki.. Ama Rusya'da kesinlikle mümkün görünüyor.


Vladimir Putin her ne kadar dış dünyadan demokratik bir lider gibi görünüyor olsa da Rusya'da kelimenin tam anlamıyla diktatörlük sistemi var. Biz BankAsya, Koza İpek gibi devlete apaçık ihanet ettiği halde bunu kanuna uydurduğu için kapatamadığımız şirketlere sadece vergi müfettişleri yollayabiliyorken, Putin dilediği iş adamını dilediği anda donsuz bırakabiliyor. Bu da zaten kötüye giden ekonomiyle birlikte, ülkedeki muhaliflerin eline koz veriyor. Düşürülen askeri uçakla beraber yerle bir edilen devlet otoritesi de tuz biberi.. Tıpkı İran'da olduğu gibi, önümüzdeki dönemde Rusya'da Putin'in ölümü/devrilmesi ile büyük bir değişiklik yaşanması muhtemel ülkede. 



Nasıl mı? Rusya 'da Parnas adlı cumhuriyetçi bir parti vardır. Parti, ABD yanlısı politikalarıyla biliniyor. 2014 yılının başlarında eş başkanının bir suikasta kurban gitmesinin ardından Rus kamuoyunun desteğini yavaş yavaş kazanmaya başladı. 2015 'te eş başkanın öldürüldüğü yerde parti potansiyelinin çok üstünde kalabalıklar toplanarak bir anma töreni yapılmıştı hatta. Kalabalıkların sloganı Putin'in suikaste uğrayan ve cesedi sokakta kalan genel başkanları ile aynı sonu paylaşacağı idi..

Rusya ''ortadoğu bataklığı''na girmeden önceki uyarısını zaten vermişti. -Boğazlar sözleşmeleri sağolsun- Rusya'nın Marmara'dan ağır silah donanımının geçirişini hep beraber seyreyledik. Tüm dünyanın gözü önünde Lazkiye limanına koca bir donanma indirdi ruslar. Ülkeler resmi açıklamalar yapmadı ama amerikan Strafor araştırma merkezi uydu fotoğraflarıyla bunu teyit etti.




Parnas'ın bordo bayraklarını önümüzdeki senelerde Kremlin önünde görebilecek miyiz bunu zamana bırakalım. Biz yine bizi konuşalım:

Peki Rusya'daki değişim ne anlama geliyor?

Tıpkı İran'daki gibi, Parnas iktidarındaki daha liberal bir rusya, daha özgürlükçü olacağından, baskı altında tuttuğu bölgeler üzerindeki hakimiyetinden de kısmen vazgeçecektir. Bu da Türki cumhuriyetlerin Türkiye ile daha içli dışlı olmasına imkan tanır. (Bakınız Türk Konseyi'ne ''tarafsızlık ilkesi'' yüzünden katılamayan ülkeler) 



Rusya'nın boyunduruğundan kurtulacak Türki cumhuriyetlerin oyun sahası daha geniş olacaktır. Bu da rahmetli Özal'ın hayali olan ''Birleşik Türk Devletleri''nin ilk adımı olabilir. 



Türkiye'nin 2023 hedeflerinin gizli ajandası, BOP eş başkanlığının da istediği gibi ''ortadoğuya hükmeden bir Türkiye''. Karşılığı ise bölgedeki su başta olmak üzere, yer altı kaynaklarını liberal ekonomiye devredilmesi. Birleşik Türk Devletleri ideali, yeniden şekillenen ortadoğunun da lider ülkesi konumuna getirir.

BOP deyince konuyu dağıtmadan bazı şeylerden de bahsedelim:

Ak Parti'nin batının desteğini almadan iktidar olması imkansızdı. Refah hükümetinde Erbakan'ın iktidar olmasını isteyen güçler kim idiyse, AKP'nin iktidar olmasını isteyenler de aynı kişilerdi. Amaçları ortadoğunun saygı duyacağı, imrenilecek ılımlı islam modelini benimsemiş bir Türkiye yaratmaktı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin özünde bu vardı. Çünkü daha önce mikro ölçekte İran'da bu devrim başarılmıştı. 2002 yılından bu yana batının istekleri doğrultusunda Türkiye'yi yukarıya taşıyan hükümet, ''one minute'' çıkışıyla beraber, kendisini destekleyen güçlere rest çekti. Yetmedi, ağır sanayi hamleleri ve çılgın projeleriyle batıyı adeta deli etti. Yetmedi 2023 hedefini koyarak Lozan'a atıfta bulundu ve Türkiye'nin tam bağımsız bir devlet olma yolunda olduğunu ilan etti. 

Yani evet, AKP bir amerikan projesiydi ama Tayyip Erdoğan'ın da kendi idealleri vardı. (Hatta bu ideallere inanmayanlar, bugün hükümet partisi çatısı altından çıkmışlardır) 

Düşmanı alt edebilmek için bir süre onlardan yanaymış gibi görünerek, yazarkasa fırlatılıp hastane kuyruklarında ölen Türkiye'den, değer kazanan parasıyla dünyanın en büyük projelerine imza atan bir Türkiye inşa edildi.

Şimdi o Türkiye, 2023 hedefleriyle köklerine daha bağlı, daha güçlü ve daha inançlı. İçimizden bazıları hariç, tüm dünya bunun farkında.

Konuşmayı yaptığı sırada başbakan, şuan Kırgızistan cumhurbaşkanı olan Almazbek Atambayev bakın birkaç yıl önce ne demişti?


Atambayev'in konuşmasının şifrelerini iyi okuyanlar, Türkler karşısında endişelenmeye başladılar bile. 
Avrupa Birliği'nin dağılmamak için uğraşları sürerken, Birleşmiş Milletlerin yapısı tartışılırken, Türkiye'nin yükselişi karşısında bir ümit olarak ortodoks-katolik birliği bile denendi desem inanır mıydınız? 

Ne dersiniz?  Bi de üstüne 2023'te hiç hesapta yokken Atatürk'ün vasiyeti açılsın da babadan oğula geçen hilafetin kaldırıldığı ama meclisten meclise geçen hilafetin devam ettiği açıklansın da (uluslararası) ''Hilafet Meclisi'' kurulmasın mı?

6 Kasım 2015 Cuma

Fis Ovası


Bilinen ilk sahipleri Asurlularmış. Urartular onlardan devraldıktan sonra, sırasıyla İskitlere, Medlere, Perslere, Makedonyalı Büyük İskendere, Partlara, Romalılara, Sasanilere Akkoyunlulara, Bizanslılara ve Müslüman Araplara (Emeviler, Abbasiler) ev sahipliği yapmış. Her yanından bereket fışkıran topraklar, her dönem gözde bir yerleşim merkezi olmuş. Diyar-ı Bekir'in kuzeydoğusunda yer alan merkez, yüzyıllar boyunca yolsuz, kendi halinde bir ilçeyken kaderinin ona çizdiği yolla tüm Türkiye tarafından bilinir hale gelmiş. Diyarbakır'a bağlı Lice'den bahsediyorum. 


Hani haber bültenlerinde kötü şöhretleriyle yer alan mütevazi belde. Oysa kötü şöhreti olmasa Lice dendiğinde görkemli Birkleyn Mağaraları, Çepe, Mele ve Atak kaleleri akla gelebilirdi bugün. Dakyanus Harabeleri, Eshab-ı Kehf Mağarası, Artuklu Valisi Melik Adil'e ait Minare, Çeper Köyü'ndeki 4. Murat Kervansarayı, efsanevi Geyik Çobanı Şeyh Bilal Türbesi, sıtmalılara iyi gelen (Kani Atan) Çeşmesi ve diğer pek çok yeriyle turistik bir şehirdi belkide bugün. Ama onun kaderi 40 yıl önce kırılma noktasına gelmişti.

1978 Kasım ayında, Lice ilçesine bağlı Fis köyünde marksist-leninist temele dayalı bir kürdistan devleti iddiası doğdu. Abdullah Öcalan önderliğindeki silahlı mücadele yolu ile de bölgenin makus kaderi şekillenmiş oldu. Fis Ovası'ndaki toplantıya 20 kişi katıldı. Bugün siyasi ve terör uzantıları, halen örgütün kuruluş yıl dönümünü burada kutlamaya devam ediyor. Kanlı örgüt PKK'nın çekirdeğini oluşturan 20 kişinin bir çoğu bugün yaşamıyor ama kötü şöhreti en yaşlı ağacından daha derinlere kök salmış o topraklarda.



Ağaç dedik, bugün bana bunları yazdıran ana sebep de buydu aslında. Anlatacağım ama biraz öncesine gidelim hep beraber.

Özel aracım bozulduğunda ve Bingöl'de servisi olmadığını öğrendiğimde alternatiflere bakmaya başladım. Önce Erzurum'a yöneldim. Erzurum'daki servis numarası telefonda işi bıraktığını söyleyince haritayı bir kez daha gözden geçirdim. Bir diğer adres Kahramanmaraş veya Trabzon'du ve her birinin Bingöl'e uzaklığı en az 400 km idi. Aslında sadece 150 km uzaklıkta duran Diyarbakır bir başka alternatifti ama batıda büyüyen bizler için Diyarbakır'ın kafada oluşturduğu imgeler hiç de hoş sayılmazdı. Çevremde kime sorduysam ''git, yol temiz'' diyor ama arkasından ''dikkatli ol'' demeyi eksik etmiyordu. Memleketimin bir şehrine orta doğu muamelesi yapılması bir yana, git diyenlerden çok dikkatli ol diyenlere takılan duyularımdan utandım. Öyle ya? Çok değil bir gece önce aynı yol üzerinde bir çatışma çıktığı haberi ben çantamı hazırlarken televizyonlardaydı. Canımdan yana korkum yoktur evelallah ama yılların birikimi olan aracın bir çırpıda alev alarak yok edilmesi zoruma giderdi. ''Bismillah her hayrın başıdır'' diyerek beni almaya gelen kurtarma aracıyla beraber, sırtımızda araba yola koyulduk.

Batıda nefes alabilmek için iki karış yeşil alan arayan apartman sakinleri, uçsuz bucaksız yeşil vadileri, üzerinden buz gibi kar suyu veren yüce dağları, Murat suyunu, sadece birkaç hane kalan ama yine de yaşama tutunmak için ağaç damında sebze kurutan köylüleri, toprak altında güvenceye alınan sıralı buğday tepelerini, yük hayvanı olarak kullanılmayan doğal hayatın parçası eşek ve onu takip eden sıpaları görseler; şehrin keşmekeşinde F tipi hücrede yaşadığını düşünürler miydi acaba?

İrili ufaklı köyleri geçerken, manzaranın tadı güzel bir sohbetle çıkardı elbet. Kurtarıcı arabanın şoförü Nihat abi de bu sohbette bana eşlik ediyordu. Kâh memleketin güzelliklerinden, kâh tarihinden bahsederken konu dönüp dolaşıp siyasete geldi. Nihat abi apolitik cümleler kurdu ise de, satır aralarında hükumet partisine oy verdiğinden hemen hemen emindim. Ama taraf değil, yapılan yanlışları da tek tek söylüyordu. ''Söyleyince muhalefet olma diyorlar'' diye de ekliyordu. Meğer ne de doluymuş Nihat abi, o anlattı ben dinledim, bir sordum, iki söyledi ama hiç sıkılmadım. Belki yüzlerce sefer geçtiği yollarda ilgisini çeken tek şey bozuk satıh.. Yeni yol çalışmasına giren kara yolları, terör faaliyetleri dolayısıyla yarım bırakmış, eskisini de yapmaya gerek duymamış. Böylece 1 saatlik yol olmuş sana 2-2,5 saat. Ben demiyorum, Nihat abi diyor..



Yolda birkaç askeri karakol görürsünüz. Sürekli tehdit altında yaşadıkları 1 km öteden belli oluyor. Diğer doğu illerindeki tedbirlere nazaran, daha fazla kontrollü geçiş alanları mevcut. Hatta bazı yolları tamamen engellerle kapatarak, sürücülerin alternatif yollarla kendilerinden daha güvenli uzaklıktaki yollardan geçmeleri sağlanmış. Yerdeki her deliğin üzeri demir parmaklıklarla kapatılırken, her tepenin ardına bir mevzi kurulmuş. Bazı tepelerde kalekol adı verilen yapılar varken, bazılarının üzerinde tuğlaları seçebiliyorsunuz. Bir saldırıya ne kadar açık olduklarını düşündüm bu derme çatma yapıların. Sonra üzerindeki dipçik gibi duran askere takıldı gözüm. Göz kırpmıyordu belkide. Uzaktan bakan onu maket veya karton bir asker silüeti zannedebilirdi kolaylıkla. ''Boş yere değil, bazı yaşanmışlıklar var'' diyor Nihat abi.

Nihayet meşhur Fis Ovası'ndan geçerken, kendinizi hayalet şehirden geçiyor gibi hissediyorsunuz. Birkaç eski yapı dışında ovada yaşayan tek canlı, çevre köylerden otlanmaya gelen sığırlar gibi duruyor. Her yer yemyeşilken, Fis Ovası sararmış, yanmış, çöp atılmış, terk edilmiş.. Lice 'nin verimli toprakları, çıkan doğal kaynak sularıyla beslenirken, 78 'den bu yana kanla beslenen Fis Ovası toprakları kendi talihine küsmüş, üzgün, hatta melankolik.. Birkaç tabela var sağda solda, ''bir zamanlar hayat vardı''yı hatırlatan bize. ''Meşhur Fis Ovası Sofrası'' okunuyor silik tabeladan. Meşhur mu? Bir zamanlar iyi kahvaltı çıkarıyor olabilirsin ustam ama burası kurtlar sofrasına ev sahipliği yapmış, kaldır sen o tabelayı..

Alabildiğine bereket fışkıran topraklarda her şey yetişiyor. Toprağın 10 metre aşağısında su var ama Akif'in dizelerinden korkuyor insan: ''şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!''

Yerli halk bahçesinde ne üretiyorsa onu yiyor, küçük-büyük hayvancıklarıyla da kendi yağında kavruluyor. Zaman zaman yol kenarına serilen meyve-sebzeler, gelen yabancıları cezbetmesi için kurulmuş ama güvensizlikten mi, acelecilikten mi, her an önüm kesilecek kaygısından mıdır tek şeritli gidiş-geliş yolda hız ortalaması saatte 70-80 kmh.. Sağdan soldan delinmiş, sökülmüş, patlatılmış yola rağmen üstelik..


Asıl anlatmak istediğim beni de derinden etkileyen bir durum. Ağaçlar dedik.. Çevreye baktığınızda yolun hem sağında hem solunda, gözle görebileceğiniz her ağacın alt tarafları sarıyken üstü yemyeşil. Nedenini sorduğumda duyduklarıma inanamadım. Askerimiz, ''otların arasına terörist saklanıyor'' diyerek ormanı bir çok farklı yerden ateşe vermiş. Yemyeşil ağaçların dibindeki otlar küle dönerken, alt tarafındaki dallar sararıp yok olmuş.20 km'lik yol boyunca, sağdan ve soldan gözünüzün alabildiğince alanın tamamının böyle olduğunu düşünün. Tam bir katliam! 


Alevler o kadar büyümüş ki, yerli halk kendi imkanlarıyla söndüremeyince itfaiyeyi aramış ama sonuç alamamış. Orman Müdürlüğü'ne başvurmuş, emri veren komutanları işaret etmişler. Kimileri kendi evlerini korumak için büyük çabalar verirken yaralanmış, zarar görmüş. (Fis ovasının hint kenevirinin Türkiye'deki üretim ambarı olduğunu düşünürsek, yerli halkın neden cansiparane mücadele ettiğini daha iyi anlarsınız) Valilik emri ile kamu kaynakları yangını söndürmeyi reddetmiş.Yerel medya çıkan yangınlardan bahsederken, ulusal medyada ''piknikçiler''i suçlu gösterilmiş. 


Oysa yerel halk gerçeği çok net biliyor çünkü bu durum her yıl mutlaka tekrar ediyor. Dedik ya ''bereket fışkıran topraklar'', her yıl yanan ağaçları gören Nihat abi ''mübarekler ölmek de bilmiyor.. her seferinde 'aha bu defa bitti' derken bi bakıyoruz öteki sene yine yeşiller'' diyor. Lice topraklarında barış belki yok ama bereket onları terk edecek gibi durmuyor.


Üzülüyoruz ama bu tek taraflı bir ikilem. Ya bırakacağız toprak bereketini gösterip otlar teröristlere hain pusular düzenleyebileceği yüksekliklere ulaşacak ya da her yıl öldü denilen ağaçlara kıyıp onların tekrar canlanışına şahit olacağız. Bana sorarsanız, bir askerimin değil hayatı, bir parmağı bile 100 km2 'lik alanın küle dönmesine bedel. O ağaçları tekrar dikeriz ama yok edilen hayatları geri getirmemiz mümkün değil.

17 Ekim 2015 Cumartesi

Türkiye ve Azerbaycan'da Ermeni Hareketleri

İnsanoğlunun gerçeklik algısı 5 duyusundan fazla bir şey değil. Bunların dışında kalanlar ise duygusal güvenimizle alakalı. Kimi seviyorsak ona güveniyor ve sadece onun gerçekliğine inanabiliyoruz.

Haber kaynaklarının belli bir amaç uğruna yönlendirilip, haber alıcılarının manipüle edilmeye çalışıldığı dünyada, haber alanın haber verene güveni de kalmıyor doğal olarak. Biraz haberler arasında gezinince görüp, duyup şahit olmadığımız sürece haber kaynaklarının, sizi manipüle etmeye çalıştığını açıkça hissedebiliyorsunuz. Subjektifliğin sınırlarını zorlayan haberler, kendisi de subjektif olduğu halde objektif habercilik bekleyen okuyucu ve izleyicilerin canını sıkmıyor değil.


Facebook’ta ‘’Ben hepsini okuyorum’’ diye kendinin tarafsız olduğunu söyleyen o araştırmacı arkadaşların bile, birini ötekinden fazla okuyor, inanıyor ve paylaşıyor aslında. Bu yüzden sanal dünyadaki bilgi kirliliği, kaostan beslenenler için fırsat olurken, entelektüel kesimin gerçek bilgiye olan ihtiyacını biraz daha körüklüyor.

Şimdi size haber bültenlerimize 30 saniye bile yansımayan bir bilgi sunacağım. Elbette görüp şahit olmadığınız için, bu bilginin gerçekliği hakkında şüphe duyacaksınız. Beni sevenler, sevdiği ölçüde inanmaya çalışsa da, anlatacaklarım anlatamayacaklarımın ancak zekatı kadarı olabilir. Bu yüzden affınıza sığınıyorum.

Bizler şahit olmasak da, haberlerde görmesek de, internet haberlerinde bir iki satır yazı veya bir dernek toplantısında bir iki cümle olarak geçse de, on yıllardır kardeş Azerbaycan ve kalleş Ermenistan arasında bir savaş hüküm sürüyor. 80’lerde göçe zorlanan Azerilerin acıları, Ermeni saldırıları, toprak işgali ve dahi asrımızın utanç abidesi Hocalı katliamının izleri bugün halen taze. Siz bu satırları okurken bile, Azeri mevzilerimizden bir kardeşimiz ya şehit düştü veyahut düşmek üzere olabilir. Ortadoğu’da bitmeyen savaş algısını yönetenler, Azerbaycan sınır hattında nelerin döndüğü hakkında bilgi vermekten çekinirler. Bu yüzden ne televizyonda ne gazetede ne de internette ayrıntılı bilgiye ulaşmak, hemen hemen imkansızdır. Bu yüzden bu yazıda çok gerilere gidip vaktinizi almayacağım, sadece birkaç ay öncesine dönmemiz bile yeterli. Sınır hattı meselesine geleceğiz ama ondan önce açıklamamız gereken başka bir mevzu var:

1963 senesinde Türkiye ‘’Ortak Pazar’’a dahil olduğunda, Ermeniler bir hevese kapıldılar. Çünkü bu anlaşmaya dahil olan ülkeler, birbirlerinden toprak alma hakkına sahip oluyorlardı. Örneğin bugün Avrupa Birliği’ne girsek, bir alman gaziantep’e gelip pekala bir toprak satın alabilirdi. Tıpkı bunun gibi Ermeni siyaseti, aynen Yahudilerin Filistin’de yaptığı gibi para karşılığı satın alabileceklerini öngördüler. Bunu gerçekleştirebilmek için bir alt propaganda metni oluşturmak istediler. ‘’Ermeni Soykırımı’’ adı altındaki sahte hikayeyi uydurdular. Diaspora o kadar iyi çalıştı ki, dünya yavaş yavaş aslında Ermenilerin yaptığı soykırımı, Türklerin yaptığını düşünmeye başladı. Ne diyordu Hitlerin propaganda bakanı Goebels?

‘’Eğer muhatabınız olan kitlenin psikolojik durumunu biliyorsanız ve yeterli sayıda tekrar ederseniz insanları karenin aslında bir daire olduğuna ikna edebilirsiniz; sadece sözlerle... Sözler gerçeğin üstünü örtüp dikkatleri başka yöne çekmek için istenildiği gibi eğilip bükülebilir.’’


Tekrar ve tekrar, gerçeğin üstünü kapatıp dünyanın bir yalana inanmaya başlamasına sebep oldular. Öyle ki Ermenilerin ‘’işte Türkler bizi böyle öldürdü!’’ diye yayınladıkları çocuk cesetlerinin sünnetli olmalarını bile kimse görmüyordu. Bolşevik ihtilalinden sonra kurulan Ermenistan nüfusunun büyük bir bölümü, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelere yerleşmişti. Propaganda reklamlarında zulüm görmüş hristiyan kavmi adı altında, Ortak Pazar’a girecek olan Türkiye’den, tıpkı Filistin’de Yahudilerin yaptığı gibi toprak satın alma işinde yardımcı olunması isteniyordu. Haksız davalarına meşruiyet kazandırmak ve dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla elçilik cinayetleri işlenmeye başlandı. Dünyanın çeşitli yerlerinde Türk sefareti cinayetlere kurban gidiyordu. Dünyanın aktüalitesi Ermenilere ve dolayısıyla sözde soykırıma doğru kaydı.


Şiddetin ses getirdiği dünyada, Ermeni istihbaratının en önemli aktörlerinden Irak doğumlu Agop Agopyan ASALA adını duyururken, Urfa/Halfeti doğumlu bir başka Agopyan, yeni dönemin aktörü olmaya hazırlanıyordu. (Herhangi bir akrabalık bağı olmadığı bilinmesine rağmen yakın coğrafyalarda doğmuş olmaları, fiziksel olarak benzerlikleri, aynı genetik kodlara sahip olduğu şüphesini güçlendirmektedir. Kimilerine göre aynı babadan, farklı anneden kardeş olma ihtimali vardır) O dönemde Türk istihbaratı için çalışan Artin Agopyan, ermeni köklerine geri dönecekti. Ermeni diasporası, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuyan Artin’e değince, Marksist-leninist akımı da arkasına alarak silahlı propaganda devrini başlattı.


Böylece Ermenilerin hayalinin gerçekleşmesi için ilk adım atılmış oldu. Bölgede ermeni nüfusu istenilen düzeyde olmamasına rağmen kürt nüfusu oldukça fazlaydı. Şiddet veya maddiyat ile manipüle edilebilir kürt gençlerini, belli bir ideal etrafında dağa toplamaya başladı. PKK adıyla kurulan terör örgütünde kürtler, farkında bile olmadan Ermenilerin derin yapılarına hizmet etmeye başladı.

Agopyan’ın adı Öc-alan olarak değiştirildi. Çünkü Ermenilerin birincil amacı, katliam yaptığı söylenen (bknz: Hamidiye Alayları) ‘’kürtlerden Ermenilerin intikamının alınması’’ idi. Kürt nüfusunun yavaş yavaş azalması, kürt görünümlü silahlı terör örgütünün gizli ajandasının ifşa olması anlamına gelebilirdi. Bu yüzden Ermeniler, bölgede kürtlerina arasına karışıp kürt gibi yaşamaya başladılar. Böylece Ortak Pazar sayesinde alınabilecek topraklarda, ermeni nüfusunun yoğunlukta olması sağlanabilecekti. Ancak büyük Ermenistan ideali için, Yahudi örneğinde olduğu gibi arazi alımı da gerçekleşmeliydi. Bu yüzden bölgesel terör eylemleri başladıkça, bölgeden batıya göçler hızlanmaya başladı. Bu aşamada toprak fiyatları da alabildiğine aşağı çekilebilecekti. Böylece sözlüklerimize kürt, alevi adları altında ‘’kripto ermeniler’’ sızmaya başladı.


Kürt hareketi zannedilen PKK’nın kurulduğu tarihten bu yana yaptığı eylemleri oturup bir istatistik çıkardığınızda, sivil katliamlarının tamamının, yine kürtlere yapılmış olduğunu görürsünüz. ‘’Kürt kürdü vurur mu?’’ diye sorulan soruların cevabını daha net anlayabiliyor musunuz?

Terör örgütünün, haince bombalama eylemleri yaptığı yerlerin kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgeler olduğunu da görürsünüz. Yakın zamanda yapılan iki katliamda ölenlerin tamamı ya kürt, ya sempatizanıdır. 


Bugün kürt siyasal hareketinin 80 milletvekili vardır ve ilginçtir, bunlardan bazıları seçildiği ülkenin resmi dilini bilmezken, yaklaşık 60 tanesi temsil ettiği zannedilen kürtlerin dilini dahi konuşamamaktadır. Yine sözde ‘’ermeni soykırımı’’nı kabul eden türk siyasal arenasındaki tek partidir.

Son zamanlarda ortadoğuda faaliyet gösteren IŞİD, nasıl tek bir milletten değil, çok uluslu bir şirket gibi çalışıyorsa; PKK da yine çoğunluğu ermeni kökenli çok uluslu bir terör örgütü gibi çalışmaktadır. Bu yüzden ‘’kim aslında kimdir?’’ sorularını havada bırakan bir at izi/it izi mevzu hakim bu konuya.. Bu yüzden biz daha çok rahmetli Mahir Kaynak’ın dediği gibi ‘’bu olay kimin işine yarar?’’ sorusunu yöneltelim. Suruç’tan sonra artan oylar baz alındığında, bombalı eylemlerin kimlerin işine yaradığını görmek için çok akıllı olmaya bile gerek yok. 10 Ekim 2015 Ankara’daki bombalı eylemin failleri ve azmettiricileri gayet ortada.

Bombalı eylemin kürt siyasal hareketinin aktörlerinin bilgisi dahilinde yapıldığını düşünenlerden değilim. Ancak onların siyasi arenada önlerinin açılması için PKK tarafından infial eylemleri yapılacağından habersiz olduklarını da düşünmüyorum. Onlar için tek soru işareti yeri ve zamanıydı bence.

Başlangıçta bahsettiğim Azerbaycan sınır hattındaki gerginlik de, bu denklemin bir parçası. PKK’yı kürt kimliği altında kullanmaktan çekinmeyen Ermeni diasporası, planlarına set çekildiğinde ne kadar ileri gidebileceğini gösterme gayretinde. Ankara patlamasının, seçimlerden birkaç gün önce değil, neredeyse seçim zamanı unutulacak bir zamanda, alelacele yapılmasının sebebi de bu aslında. Bunun için sadece bir ay geriye gideceğiz:

Zaten aylardır gergin olan ve taciz ateşleri ile daha da alevlenen sınırda, 15 Eylül 2015 ‘te Azerbaycan Savunma Bakanlığı, mevzileri üzerinde keşif uçuşu yapan ‘’Krunk-25’’ tipi insansız hava aracını, askerlerce açılan ateş sonucu düşürdüğünü duyurdu. İHA Azerbaycan mevzilerini gözetleyecekti.


Yaşanan çatışmalar ülkemizde pek hissedilmese de, zaman zaman dünya kamuoyunun dikkatini çekti. 25 Eylül 2015 ‘te Ermenistan haber siteleri, sınır hattında yaşanan gerginlikte Azerbaycan askerlerinin açtığı ateş sonucu 3 sivilin hayatını kaybettiğini duyurdu. Azerbaycan tarafından yapılan açıklamada ise olayda 1 sivilin, Ermenistan askerlerinin açtığı ateş sonucunda hayatını kaybettiği söylendi. Gelişmeler üzerine AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) Minsk Grubu eşbaşkanları tarafından yayımlanan ortak bildiride, sivillerin yaşadığı bölgeler ve bu bölgelerin yakınlarında havan topu ve diğer ağır silahların kullanılmasından ciddi endişe duyulduğu belirtildi. Ermenistan'ın her zaman önemli gün ve bayramlarda benzer provokasyonlar yaptığı biliniyordu. Olay yine bir provokasyondu:  Kurban bayramı arife günü Ermenistan tarafından açılan ateş sonucu Gazah ilinin Kemerli köyünde bir sivil vatandaş hayatını kaybetmişti.

Çok değil, sadece 3 gün sonra Ermenistan ateşkesi 152.defa bozdu. İşgal mevzilerini sivil unsurların arasına alan Ermenistan askerleri, canlı kalkanlarla Azerbaycan’a saldırmaya devam etti.

Yaşanan olaylar Türkiye’deki Azerbaycanlı kardeşlerimizi de rahatsız etmişti. 30 Eylül 2015 ‘te Iğdır’ın çeşitli ilçelerinde Azerbaycan Evi Derneği’nin öncülüğünde Ermenice ‘’hoşgeldiniz’’ veya ‘’güle güle’’ gibi tabelalar sökülmesi için imza kampanyası başlattı. Kampanyaya Türkiye’den birkaç milletvekili düzeyinde destek de bulundu.

Hava gittikçe ısınıyordu. Bahara planlanan sıcak savaş için gerekli tedbirler alınmalıydı. 5 Ekim 2015 ‘te Sarkisyan, başbakanlık yetkilerini arttıran ve yarı başkanlık olarak tanımlanabilecek anayasa değişikliğini parlamentoda oylamaya sundu. Yeni anayasa düzenlemesi için referandum vizesi alındı. Böylece Azerbaycan sınır hattı daha da kızışacaktı.

‘’İki devlet tek millet’’ ideali olan Türkiye, Azerbaycanlı kardeşleri için uluslar arası hukuk çerçevesinde yardım etmeye çalışıyordu. Rusya’dan bariz destek alan Ermenistan için, Türkiye’nin Azerbaycan’a askeri yardımı kabul edilebilir bir şey değildi. 7 Ekim 2015 ‘te Ermenistan Sivil Havacılık Dairesi bir açıklama yaptı. Buna göre Türkiye askeri helikopterleri, Ermenistan hava sahasını 2 kere ihlal etmişti. Yetkiliye göre, Türk askerî kargo helikopterleri Iğdır-Kars güzergâhında Ermenistan hava sahasını yaklaşık 5 dakikalık zaman dilimi içinde ihlal etti. Türkiye’den ‘’kötü hava koşulları gerekçe gösterildiyse de Ermenistan ve Rusya olayın derinlemesine inceleneceğini duyurdu.

Devletler düzeyine restleşmeler devam ederken, içerdeki yerleşik yapılar da boş durmuyordu. Azerbaycan aleyhine çalışan sözde yerliler, kampanyalarla el altından Ermenistan propagandasına girişti. Bu destek öyle gelişti ki 9 Ekim 2015’ te Surp Agop Hastanesi Vakfı’na ait olan Mecidiyeköy’deki Ermeni Katolik Mezarlığı’na ait bir bölümün usulsüz kamulaştırılması nedeniyle açılan davada, mahkeme bir karar aldı. 11. Asliye Hukuk Mahkemesi, Surp Agop Hastanesi Vakfı’na ödenmeyen kamulaştırma bedeliyle ilgili olarak 111 milyon 850 bin TL tazminat ödenmesine karar verdi.

Türkiye hem içeriden, hem dışarıdan onlarca farklı şekilde vurulmaya çalışılıyordu. Türk ordusu, 9 Ekim 2015’te Ermenistan’a balans ayarı niteliğinde bir açıklama yaptı. Buna göre Mehmetçik Ermenistan’a gidiyordu. Açıklama aynen şu şekilde yayınlandı:

‘’Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması (AKKA) kapsamında, Türkiye liderliğinde 11-14 Ekim 2015 tarihleri arasında Ermenistan’da AKKA Denetimi icra edilecektir.’’
‘’Türk Denetim Timi tarafından icra edilecek denetim esnasında, Türk denetimcilerin yanı sıra Slovakya’dan bir misafir denetimci de hazır bulunacaktır.’’ 
‘’AKKA Denetim Timimiz, denetim ve görev sonu çalışmalarının tamamlanmasından sonra 14 Ekim 2015 günü yurda dönecektir. Saygı ile duyurulur.’’

TSK legal görünümde AKKA ve teşkilatını kullanırken, Azerbaycanlı kardeşlerimiz için de bir umut doğmuştu. Ermenistan, Azerbaycan’ın istediği şeyi vermek zorundaydı. Silah, techizat ve mühimmat bilgisi gibi her türlü askeri faaliyeti denetime açılıyordu.

Derken sabah 10:00 sularında Ankara’da Cumhuriyet tarihinin en kanlı katliamı yaşandı. Kürt ve kürt sempatizanları Ankara Gar’ının karşısında hain bir bombaya hedef olmuştu.

Türkiye devleti, bütün dikkatini başkentin göbeğinde meydana gelen terör eylemine çekmek zorundaydı. Öyle ki 12 Ekim 2015’te Türkmenistan'ın Avaza şehrinde düzenlenecek olan, devrim niteliğinde Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan Devlet Başkanları Üçlü Zirve Toplantısı'na Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılacağı önceden belliydi ancak Ankara’daki bombalı eylemden sonra Erdoğan bu zirveye katılamayacağını duyurdu.

Dün (16 Ekim 2015) Türk savaş uçakları, Suriye sınırımızda dolaşan ve hangi ülkeye ait olduğu henüz belirlenemeyen İHA'yı angajman kuralları gereği ateş açarak düşürdü. Olayın dünyada duyulmasının ardından ABD: ‘’Rusya’ya ait olabilir’’ derken, Rusya: ‘’Bize ait değil’’ açıklaması yaptı. Geçtiği bölgenin 3D topografik haritasını çıkarıp anında gönderebilme özelliğine sahip İHA’lar, istihbarat ve savaş stratejileri için kullanılıyor. Bir iki gün sonra dünyanın en büyük global haber kaynakları düşürülen İHA’nın ‘’Orlan-10’’ tipi yani Rus yapımı olduğunu ileri sürdü. Oysa düşürülen tam bir ay önce Azerbaycan askerlerince düşürülen, Ermeni yapımı bir ‘’Krunk-25’’ten başkası değildi.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Kanlı Meydan'ın Müneccimleri


* PKK eylemleri sebebiyle hapiste bulunan Erhan Ö. 2014 yılında ''Tabibler Odası''nın girişimiyle ''Alerjijk Astım'' teşhisi ile tahliye edildi.



* DİSK, KESK, TMMOB, TTB gibi örgütler, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Ankara Tren garının karşısında ''Emek, barış, demokrasi'' adı altında ortak bir miting çağrısı yaptı.




* 10 Ekim 2015 günü saat 00:58'de (patlamadan 10 saat önce) @Dr.Bereday nickname'i ile ''Bomba Ankara'da patlayacak!'' twiti atıldı.




* Aynı anlarda patlamadan önce haber veren bir diğer twitter kullanıcısı olan Mehmet S.P. 'nin (1980 Şanlıurfa/Suruç nüfusuna kayıtlı) PKK/KCK operasyonları kapsamında (8 adet 21 kg TNT görünümlü patlayıcı madde, anti tank mayını gövdesi, 3 adet plastik kutu içerisinde yaklaşık 4 kg TNT, 14 adet F1 Model el bombası gövdesi ve 14 adet fünye grubu, 30 adet elektrikli fünye, 7 adet alıcı verici uzaktan kumanda elektronik sistemi bulunan 3 adet çuval ele geçirildi) tutuklu kaldığı ortaya çıktı. Ayrıca Mehmet S.P. adlı kişi HDP 'den milletvekili aday adayı olarak başvuruda bulunmuştu.



* Miting alanında saat 10:00 sularında birden fazla patlama meydana geldi, olay yerinde 100'e yakın vatandaş hayatını kaybederken yüzlerce yaralı oldu.


* Patlamanın üzerinden 10 dakika geçmişti ki çevredeki polis araçları ''katil devlet'' sloganları ile parçalandı. Patlama alanına girmek isteyen ambulans, kızılay kan aracı, itfaiye ve emniyet güçlerine engel olunarak, olay yeri inceleme ekibinin sıcağı sıcağı araştırma yapmasının önüne geçildi. Bir diğer deyişle ''deliller karartılmaya çalışıldı''



* HDP Eşbaşkanı Demirtaş ''katil devlet'' temasına katıldığını beyan eden açıklamalar yaptı.




* Twitter 'da ‪#‎KatilDevletHesapVerecek‬ tabelası TT listesinde zirveye anında yerleşti.

* Erhan Ö. 'nün hapisten çıkışını sağlayan Tabipler Odası, yanına Mimarlar Odası gibi çeşitli STK'ları da alarak, tam da terörün istediği gibi ''hayatı durdurun'' çağrısı yaptı.





* Memleketimin araştırmacı gazetecileri, bu ilişkileri görmezden gelerek anayasal zorunluluktan dolayı 18 günlüğüne bakan kalacak olan, partili olmayan birisini istifaya çağırıyordu. Hedef saptırma kontrollü veya spontan yapılmış bir mimikle başarılı oldu.


* ''Bakan güldü!'' dediler. Geçici bir bakanın istifasının saçmalığı karşısında kendini tutamayan bakanın gülümsemesini görenler, sırf siyasi kâr sağlamadığı için olay yerine gidip kahkahalar atan HDP'li vekilleri görmezden geldiler.


* Patlamanın sebebinin hükümet partisi olduğunu düşünen HDP, ''Akape kandan besleniyor! Oy için vatandaşını bombalatıyor!'' diye açıklamalar yaptı. Bu sırada hükümet partisi lideri önümüzdeki günler için bütün mitingleri iptal etmişti. HDP eşbaşkanı Demirtaş ise daha cenazeler toprağa girmeden, meydandaki kan kurumadan mikrofonu eline alıp 1 Kasım seçimlerinden bahsetmeye başladı.


* Türkiye Cumhuriyeti Amerikalı twitter şirketinden gizemli twitter kullanıcılarının IP adreslerini talep etti. Zor da olsa alındı. Birinin HDP aday adayı, diğerinin PKK üyesi olduğu tescillendi.

* An itibari ile muhalefet liderleri susuyor.. gazeteler habersizmiş gibi.. görsel medya görmüyor.. sosyal medya sessiz..



Bonus:
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan