Cumhurbaşkanlığı külliyesinde olağan dışı bir hareketlilik
vardı. Cumhurbaşkanı daha önce kullanılmayan bir odanın açılmasını
emrettiğinde, hiç kimse yeni bir dönemin başlayacağını fark etmemişti.
Cumhurbaşkanlığı özel direktörlerinden Korkut Bey, bu emre anlam verememişti.
Külliye’ye bir misafir geleceği söylenmişti ama var olan en güvenlikli katın bu
misafire ayrılması anlaşılır bir şey değildi. Az önce Cumhurbaşkanının özel
telefonunda konuştuğunu ve misafirin derhal külliyeye getirilmesi talimatını
duyduğunda, reis-i
cumhur’un bir sağlık problemi olduğunu düşündü. Gelen kişi özel bir doktor
olabilirdi. Veya memleket nükleer enerji çalışmalarına yeni başlıyordu. Belki
de çok gizli bir nükleer silah uzmanı filan gelecekti. Yaşanan hareketlilik
ancak bunun gibi olağan dışı bir şeyle açıklanabilirdi.
İşe alındığı günden itibaren kendisine özel bir görev
verilmemiş, külliyedeki
odasında boş vakitler geçirmişti. Şimdi ise
gelen misafiri karşılaması ve özel katına kadar eşlik edilmesi söylenmişti. Bu
misafirlerden kendisi sorumlu olacaktı.
‘’Tamam aylardır boştayım bir iş yaptığım yok ama bir otel
görevlisi de değilim’’ diye düşündü Korkut Bey.
Kulaklıktan koruma müdürünün sesi duyuldu: ‘’Misafirler
külliyeye giriş yaptı.’’
Korkut bey eğilip camdan külliyenin ön tarafındaki alana
baktı. İçerinin aksine dışarıda hiçbir hareketlilik yoktu. Bu misafirler her
kimse gizliliğe önem gösteriliyor, ön kapıdan girmeyecek kadar tedbirli davranıyordu. Külliyenin
altında gizlenen tünellerden birinden giriş yapacaklardı. Korkut Bey hızlı
adımlarla C3 tünelinin çıkış kapısına doğru yöneldi. Bir süre sonra koşturarak
geldiğinde koruma müdürü ve bet suratını da çıkış kapısının önünde buldu.
Koruma müdürü kafasıyla selam verince Korkut Bey de istemsiz bir kafa
hareketiyle onu onayladı.
Tünelin içinden sesler gelmeye başlayınca koruma müdürü
içeriye açılan küçük cama gözünü dayadı. Birkaç saniye sonra geri çekilip
hazırola geçti. Havalı kapı ‘’pıss’’layarak açıldı. Korkut Bey yaşanan heyecanı
artık anlayabiliyordu. Gelen Nobel ödüllü kimya profesörü Aziz Hoca’ydı.
Oldukça bitkin görüntüsünün altında, gurur dolu bir gülümsemesi vardı. Koruma müdürü elini uzatıp ‘’hoşgeldiniz’’
dedi. Aziz Hoca kendisine uzatılan eli samimiyetle sıkarak ‘’hoşbulduk’’ dedi.
Korkut Bey o sırada Aziz Hoca’nın arkasında saklanan küçük çocuğu gördü.
Yaklaşık 9-10 yaşlarındaydı. Aziz Hoca’nın torunu olmalıydı. Korkut Bey de
koruma müdürünün ardından elini uzatıp Aziz Hoca’yı selamladı. Ardından küçük
çocuğa doğru ‘’sen de hoş geldin delikanlı’’ diyerek bir hamle yaptı. Aziz Hoca
kendisinden beklenmeyecek derecede bir çeviklikle Korkut Bey’in elinin üzerine
elini koyarak kibarca çocuktan uzaklaştırdı. Korkut Bey, Aziz Hocanın yüzündeki ifadeyi asla
unutmayacaktı. Aziz Hoca torununa dokunulmasından hoşlanmadığını çok açık bir
şekilde belli etmişti. Utangaç çocuk da zaten kendisine uzatılan ele karşılık
vermeyerek Aziz Hoca’nın bacaklarının arkasına daha da gizlenmişti.
Önde koruma müdürü, arkasında Aziz Hoca ve çocuk, onların ardında da Korkut Bey ve gelirken eşlik eden korumalar
C3 koridorundan, 185 metrelik
güney koridoruna geçtiler. Yavaş adımlarla uzun süren yürüyüşün ardından
soldaki bir danışmanlık odasından Cumhurbaşkanı ve yaveri aniden çıkıverdi.
Cumhurbaşkanının misafirlerini her zamanki karşıladığı yerde karşılamaması
gizliliği bir kat daha arttırdığının kanıtıydı. Cumhurbaşkanı gelen
misafirlerine gülümseyerek içeriye buyur etti. İçeri giren misafirlerden sonra
koruma müdürü yaverin yanına dikildi. Ne yapacağını bilemeyen Korkut Bey
kapının önünde beklerken Cumhurbaşkanı
- Sen de gel bakalım Korkut.. deyiverdi.
Korkut Bey bu kadar gizli bir buluşmanın bir parçası olduğu
için şaşkındı. Koruma müdürü ve yaver bile odanın dışında kalmışlardı.
Cumhurbaşkanı da içeriye girince Korkut Bey arkasından içeriye girdi.
Kapı kendiliğinden arkasından kapandı. Oda oldukça
karanlıktı. Ortada duran bir masayı aydınlatan bir üst lamba ve sandalyeler
dışında gözle görülür pek bişey yoktu. Misafirler ve reis-i cumhur masanın
etrafında oturarak sohbet etmeye başladılar. Korkut Bey’in gözleri halen
karanlığa alışamamıştı. Cumhurbaşkanının kafa hareketiyle o da bir sandalyeye
kıvrıldı. Cumhurbaşkanı ve Aziz Hoca göz göze, karşılıklı oturuyorlardı. Korkut Bey’in karşısında da çocuk.
Çocuk beyaz tenli, siyah
saçlı ve zayıf bir çocuktu. Gözleri de saçları gibi simsiyahtı. Hatta
gözlerindeki iris haddinden fazla büyük denilebilirdi. Zayıflığı onu şirin
gösterse de gözbebekleri korku filmlerinden fırlamış gibi görünüyordu. Çocuk
ona gülümsüyordu ama Korkut Bey ciddiyeti bozmamak için karşılık vermedi. Hem
az önce Aziz Hoca da torunuyla ilgili tavrını ortaya koymuştu.
Cumhurbaşkanı Korkut Beyi eli ile göstererek:
- Buyrun Aziz Hocam, istediğiniz adamı da bulduk. Artık
başlayabilir miyiz?
Aziz Hoca koca gözlüklerinin ardından Korkut Bey’e baktı.
Ardından çocuğa doğru döndü ve bir süre bekledi.
‘’Neye başlayacaklar?’’ diye düşündü Korkut Bey.. Ortam git
gide garipleşiyordu. Külliyeye geleli 2 hafta olmuştu ama daha önce
Cumhurbaşkanı ile birebir konuşma şansı bile yakalayamamıştı. Şimdi gizliliğin
hat safhada tutulduğu bir toplantıda Nobel ödüllü bir profesöre kendisi
gösterilerek ‘’başlayalım mı?’’ diyordu reis-i cumhur.. Korkut Bey’in
gözlerinin önüne laboratuvar faresi gibi üzerinde deney yaptığı hayaller
oluşmaya başladı. Şakaklarından akan teri ceketinin kolu ile sildi. Aziz Hoca
Korkut Bey’e döndü ama cumhurbaşkanına hitap etti:
- Sanırım önce bu kardeşimize bir brifing vermem
gerekiyor. Neden burda olduğunu bilmediğine eminim.
Cumhurbaşkanı ve Aziz Hoca Korkut Bey’e gülümseyerek
bakıyordu. Ve o çocuk.. O gözleri.. Çok rahatsız ediciydi. Kısık sesiyle
konuşabildi:
- E.. evet.. sayın cumhurbaşkanım.. bilmiyorum..
Cumhurbaşkanı ayağa kalkıp ‘’hadi öyleyse’’ diyerek odadan
ayrıldı. Aziz Hoca bu defa Korkut Bey’e döndü:
- Korkut Bey, şimdi size anlatacaklarımın her ne kadar olağanüstü görünürse
görünsün gerçek olduğunu ve büyük bir gizlilik içerdiğini bilmenizi isterim.
Korkut Bey,
‘’olağanüstü mü?’’ diye şaşırdı ‘’gizlilik mi?’’
Aziz Hoca devam etti:
- Dünyanın yaratılışından beri özel yetenekleri
olan insanlar vardı. Bu insanlar DNA kodlarına gizlenen bu yetenekler sayesinde
henüz bilimin bunu açıklayamadığı şekilde olağandışı şeyler başardılar. Tarih
bunun sayısız örnekleri ile dolu..
Korkut Bey kendini bir bilim kurgu filminde gibi
hissediyordu:
- Özel yetenekler derken?.. diye sordu
Aziz Hoca devam etti:
- Şimdi tam olaran açıklayamadığım, bilimin çoğu zaman
açıklamakta zorlandığı şeyler.. Zamanla daha iyi anlayacaksınız. Sadece biz değil, bütün dünya istihbarat teşkilatları bu insanları daima kendi
lehine hareket edecek şekilde kullandılar. Kimi zaman bu insanlar istihbaratta, kontrespiyonajda aktif
şekilde kullanılarak savaşların,
krizlerin kaderlerini değiştirdiler.
Korkut Bey anlam veremiyordu:
- Kusura bakmayın Aziz Hocam ama ben bilim adamı
filan değilim. Sadece üst düzey yöneticiyim. Bir şey anlayamıyorum. Hem nedir
bu yetenekler? Uçan veya görünmez olan adamlar var mı gerçekten?
Aziz Hoca gülümsedi:
- Uçan veya görünmez olanını duymadım ama çok daha
inanılmaz yeteneklere tüm dünya tarihi kayıtları şahittir emin ol.. Ve
inanılmaz olanı neydi biliyor musun? Bu yeteneklerin her biri aslında bizim
köklerimizden doğuyordu.
- Nasıl köklerimizden?
- Köklerimiz.. Yani bizden.. Bir Amerikalının soyunda
böyle yetenekli insanlar yok. Veya bir fransızın, ingilizin, almanın.. Hatırla: ''Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!''
- Ama az önce tüm dünya istihbarat teşkilatlarının
onları kullandığından filan bahsettiniz?
Aziz Hoca söylediklerinin anlaşılıyor olmasına sevindi:
- Evet Korkut, kullanıldılar. Bu kimseler öyle basit bir şekilde tespit
edilemiyorlar. DNA’larına gizlenen kodlar onları eşsiz kılıyor ama hiçbir zaman
bu yetenekleri harekete geçirmeden ölüp gitmiş bile olabiliyorlar. Veya
tesadüfen ortaya çıktığında, zorla
veya ikna edilerek yetenekleri kullanılıyor. Ruslar bir defasında birisini
canlı canlı keserek üzerinde genetik deneyler bile yaptılar..
Korkut Bey duyduklarına inanamıyordu:
- Hocam kusura bakmayın da bu söyledikleriniz gerçek dışı.. Beni bir teste filan mı tabi tutuyorsunuz burda? Hayal gücümü mü
test edeceksiniz? Külliye’ye çok zor şartlar altında geldim bunu bilmenizi
isterim.
Aziz Hoca gülümsemesini kesti. Artık yüzünde daha ciddi bir
ifade vardı:
- Korkut Bey başta da söylediğim gibi ne kadar
şaşırtıcı gelse de bunlar gerçekler. Bilim adamları yüzyıllar boyunca bu
insanları arayıp bulmaya ve kullanmaya çalıştılar. Kimse sizi test etmek
niyetinde değil. Sıradan bir üst yöneticinin nasıl oluyor da hiçbir referans
göstermeden külliye’de üst düzey bir görev alabildiğini merak ettiniz mi?
Korkut Bey ‘in avuçları terlemeye başlamıştı:
- Be.. Ben.. CV’mi gönder.. gönderdim..
- Ve ‘’şak!’’ diye kabul ettiler sizi öyle mi?
Korkut Bey çocuğa doğru baktı gözleri hala onu seyrediyor ve
gülümsüyordu. Aziz Hoca devam etti:
- Lütfen bitirmeme müsaade et.. Cumhurbaşkanlığı
forsundaki 16 yıldız nedir biliyor musun?
- Sanıyorum 16 Türk devletini temsil ediyor..
- Peki bu forsu kim çizdi? Kim üretti?
Korkut Bey fors hakkında okumuştu ama çizerinin kim olduğunu
bilmiyordu. Aziz Hoca devam etti:
- Ben söyleyeyim. Bu forsun ilk görüldüğü yer
Atatürk’ün bir fotoğrafıdır. Ama onu Atatürk’ün çalışma masasına kim koydu?
Neden Cumhurbaşkanlığı için kullanıldı biliyor musun? Kurucu atalarımız, 16 defa yıkılan devletin 17.si
kurulduğunda, bu devletin köklerindeki 16 tılsımı da gelecek nesillere
anlatmak istediler. İşte bu 16 yıldız, bahsettiğim 16 özel yeteneği temsil etmekte..
Korkut Bey alnında biriken teri sildi ve önüne baktı:
- Söylediklerinize inanmakta güçlük çekiyorum.
Aziz Hoca elini Korkut Bey’in omzuna koydu:
- Dediğim gibi yüzyıllar boyunca bütün dünya gizli
teşkilatları, bu 16
yetenekli DNA kodunu taşıyan insanları arayıp durdular. Bu konuda her zaman
dünyanın gerisinde kaldık ama artık bir fark yaratabiliriz.
Korkut Bey:
- Nasıl?
- Bundan 16 ay önce Kathy Niakan adındaki bir
bilim kadını bir genetik bir
hastalığın çözümü için bir deney yaptı. Aradığı şey kısırlık tedavisiydi ama
bambaşka bir şey buldu. Bilim,
artık insanlardaki DNA kodlarını çözümleyebiliyor. Bu sayede hastalıklar, genetik arızalar önceden
kestirilip tedavi edilebiliyor. Bu bir devrim niteliğindeydi. Ancak ben ve
arkadaşlarım Kuzey Karolina’da bu çalışmayı bu özel yetenekli insanları
bulabileceğimizi düşünerek kullandık. Sonuç başarılı oldu. Yüzyıllardır
aradığımız insanlar gözümüzün dibindeymiş. Artık bu insanları bulabiliriz. Hem
de bütün dünyadan önce!
Korkut Bey o ana kadar fark etmediği bir şey farketti. Bu
kadar gizli bir toplantıya Aziz Hoca torunuyla mı gelmişti? Kızgın bir ifade
ile sordu:
- Peki Hocam! Diyelim ki dediklerinizin hepsi
doğru ve bunu kabul ettim. Bu kadar gizli bir toplantıya torununuzu getirerek
turistik bir gezi mi yaptırdınız? Kusura bakmayın ama sizi ciddiye alamıyorum..
Aziz Hoca çocuğa doğru bakıp Korkut’un kulağına eğildi:
- O benim torunum değil. Kathy Niakan ‘ın genetik
bir kanser hastalığı ortaya çıkmıştı. Bütün ailesini bu sebeple kaybetti.
Kendisi de bu yüzden öldü. Bu çocuk onun biyolojik, benim manevi çocuğum. Üstelik annesinden
kalan mirası taşıyor, bir
de işitme engelli.. Ayrıca…
Korkut Bey:
- Ayrıca ne?
Aziz Hoca derin bir nefes aldı:
- Ayrıca bu çocuk aradığımız 16 Türk devletindeki
yeteneklerden birisi!
Korkut Bey çocuğa daha dikkatli baktı. ‘’Hem bütün ailesini
kaybetmiş, hem kanser, hem de işitme engelli 9
yaşında bir çocuk!’’ diye düşündü. İçinden ‘’Bu özel yetenek ne olursa olsun
bedeli çok fazlaymış’’ diyebildi.
Korkut Bey:
- Beni duyabiliyor mu?
- Sizi duyamaz ama dudaklarınızı okuyabilir. Tabi İngilizce
konuşursanız..
- Yeteneği ne?
- Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey, bir gece rüyasında ulu bir
çınar gördü..
- Hikayeyi biliyorum hocam.. Göğsünden büyüyen
çınar dünyayı kuşatır.
- Osman Bey o gün rüyasında geleceği gördü Korkut
Bey.
Korkut Bey şaşırdı.
- Yo.. Yoksa.. Yoksa bu çocuk!?
Aziz Hoca gülümsedi:
- Nobel ödülü aldığımda beni ayakta alkışlayanlar
arasında annesini gördüm. Hastalığın vücudunda verdiği hasar yüzünden ayağa
kalkamamıştı. O gün bana bu çocuğu emanet etti. Kaderin cilvesine bak ki rüyayı
yorumlayan Şeyh Edebali kızı Bala Hatun’u Osman Bey’e emanet etti. ‘’Bala’’
küçük çocuk demektir. Annesinin deneylerini devam ettirdim. Bu 16 yetenekli
kişiyi ararken, yanıbaşımda
birini buldum.
Korkut Bey sordu:
- Ona deney mi yaptınız?
- Elbette hayır. Annesi öldüğünden beri yalnız
yatamıyordu. Benimle hanımım arasına sıkışıp uyurdu. Bir gece kalkıp yarı
uyanık bana rüyasını anlattı. Rüyasında gördüğü şeyler sadece DNA uzmanlarının
anlayacağı türdendi. Not alıp yarın çalışmalara giriştim. Ve buldum.. Artık bu
kişileri bulmamız için gerekli tek anahtar elimizde!
Çocuğa bakarak devam etti:
- Osman Bey’in görü yeteneği 9 yaşında bir çocukta
hayat buldu!