RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Süleyman ve Biz'e Dair


"Suriyeli" bir çocuk Süleyman. Babasını Esed katillerine şehit verdikten sonra, rejim güçlerinin göç baskısıyla annesi ve iki kız kardeşiyle Halep'e gelmişler. Çünkü bu noktada bir çok uluslararası yardım örgütü var imiş. Annesi Minel, "en azından çocukların karnı tok olsun" diyerek baba yurdunu terk etmiş. Nitekim haftalar sonra, evlerinin varil bombalarıyla dümdüz edildiğini de öğrenmişler zaten. Halep'teki bu sığınma noktası, yardım örgütlerinin kapasitelerinin önüne geçince, barınma yardımları sıraya alınmış. Sıra gelinceye dek aileler, sokaklarda başlarının çaresine bakacak ve gıda konvoylarının yardım saatlerinde hazır bulunacaklarmış. 15-16 yaşındaki kız kardeşleri güvende olsun diye, Süleyman bu konvoylardaki istikakını almak için görevlendirilmiş. Her gün gider yardım paketini alırmış ama, kalabalık arasında kendinden büyük olanlara da çoğunu kaptırırmış. Elinde kalanla ailesine dönen Süleyman, evinin de kahramanı olurmuş. Çadırda kalanlar kadar, açıkta kalmamak için harabe binaları mesken tutanlardanmış Süleyman'ın ailesi. Abdullah adında yaşlı bir adam, Minel'i buraya yerleştirmiş ama kısa zamanda sebebi bilinmeyen bir hastalıktan da hayatını kaybetmiş. Ölüsü ile 1 gün beraber kalmış Süleyman ve ailesi. Ertesi gün mahallenin görevlilerine bir örtüye sarılarak verilince, 3 duvarlı, tavansız harabe de Süleyman ve ailesine kalmış. Git gide daha düzenli bir hayat için, aile üyeleri birbiriyle yarışırmış. Bu harabeyi "ev"e benzetecek her detay, o günün en mutlu haberi oluyormuş.

Öyle bir zaman gelmiş ki, harabeler arasında hiç tanımadıkları askerler ve araçları gezer olmuş. Gıda konvoyları daha seyrek gelir olmuş. Gelenler de eskisi kadar çeşit getiremez olmuş. Harabeler arasında gezen askerler, mahallenin bazı kişilerine "bu bölge senin, şu bölge senin sorumluluğun altında" gibi soyut görevler ve sorumluluklar verince, bu kişiler kendi insanlarına karşı askerler gibi duygusuz olmaya başlamışlar. Bazen bir ailenin bulabildiği fazla gıda, bu gettoların mafyatik adamlarıyla paylaşılmak zorunda kalınmış. Et artık unutulan bir gıda olmaya başladığı anda Süleyman, üzerinde et resmi olan, "analı kızlı" diye bir hazır çorba bulmuş konvoylardan. Koşa koşa getirmiş ama annesi Minel, hem dünden kalanların bitmesi gerektiği hem de gettodaki mafyatik kişilerin uyuduğu saati beklemeleri gerektiğini düşündüğü için çorbayı hemen yapmamış. Gecenin ilerleyen saatlerini beklemeye koyulmuşlar. Geceyarısı annesi çorbayı pişirmek için ateşi yakmış. Kızkardeşleri uyku ile uyanıklık arası ara sıra bişeyler söylüyorlarmış annelerine. Anneleri de gülerek cevap veriyormuş. Süleyman, evin direği pozisyonunu o kadar sahiplenmiş ki, çorbanın ateşi yandığından itibaren duvarın üstüne çıkıp gözetleme yapmaya başlamış. Hava soğuk olduğundan, battaniyeyi de üstüne örtünce görünmez oluyor, kendini asker zannediyormuş. Ateş harlandığında karanlıkta iyice parlayacağından, komşuların merakını cezbetmemek gerekiyormuş. Bu yüzden kısık ateş üstünde yavaş yavaş pişmeye başlıyormuş çorba. Süleyman heyecandan hiç uyumamış. Ara sıra duvarın üstünden annesine "pişti mi?" diye soruyormuş. Annesi "az kaldı" diyince daha da heyecanlanıyormuş.

O saniyeden sonra Süleyman'ın hatıraları kesik kesik ilerleyen bir film gibi. Bir parlama meydana gelmiş ve çorba tenekesinin yemen yanında parlayan şeyden sonra korkunç bir ses duyulmuş. Gece meydana gelen bu hava saldırısından sonra, Süleyman gözünü açtığında gün ağarmış ve etraf ağlayan, inleyen insan sesleri doluymuş. Süleyman, nasıl olduysa üzerinde yattığı duvarın parçaları altında kalmış. Hareket edemiyormuş ama en kötüsü kafasının istikametini değiştirememekmiş. Çünkü baktığı yönde annesinin paramparça olmuş bedeni duruyormuş. Az ileride her ikisinin de belinden aşağısı kopan iki kız kardeşinin bedeni daha da korkunçmuş. Çünkü annesi tanınamaz haldeyken, kızkardeşleri belden aşağısı olmayan, birbirine sarılan iki beden parçasıymış. Neden sonra birileri onu duvarın altından çıkarmış, Süleyman'ın kaburgaları ve parmakları kırıkmış ama Süleyman hiç bir bedensel acı hissetmiyormuş. Şehadet getirip gözlerini kapamış. Ara ara otobüse bindirildiğini hatırlıyor Süleyman. Nihayet Türk bayrağı ve askerini anımsıyor hayal meyal. Bilincini tam olarak kazandığı an, olayın üzerinden 22 gün geçmiş. Süleyman bedensel olduğu kadar, ruhsal da bir travma atlatmış anlaşılan.

Nizip'te bir mülteci kampına yerleştirmişler Süleyman'ı. Bir süre orada kalmış. Eğitim görmüş, Türkçe öğrenmiş. 9 yaşından beri evdeki tek erkek rolünü üstlenen Süleyman, ilk defa çocuk olmak istemiş. Ara sıra kamp dışına kaçıp, büyük arazilerde top oynayan arkadaşlarına katılmak istemiş. Gözlerinin önünden gitmeyen et parçaları ve kanı ilk defa o geniş top sahasında oynarken unutmuş. Öyle hızlı koşuyor, öyle hızlı kalbi çarpıyormuş ki yaşadığı tüm o kötü şeyleri neredeyse unutmuş. 

Taa ki, şuursuz bir kadından duyduklarını ciddiye alana kadar. Top sahasının yanındaki evlerden birinin balkonundan diğer balkona bağırıyormuş kadın. "Aaa bunlar da iyice burayı sahiplendi! Pis suriyeliler defolup gidemediler bi türlü!" Arkadaşları dikkate mi almadı, yoksa Süleyman kadar türkçe mi bilmiyordu orasını Süleyman da kestiremiyor ama top sahasının önünde çelik bir duvar olmuş o sözler. Süleyman sahanın ortasında durup terine bakmış, duvarın altında kaldığı zaman akan kanını görmüş. Gol atan çocukların birbirine sarılması, kız kardeşlerini gözünün önüne getirmiş. Dönüp konuşan kadınlara bakmış, annesi ile aynı örtüleri takıyorlarmış. Yarım saatliğine çocuk olan Süleyman, yine büyümüş. Dönmüş tekrar kampına. 3 yıl daha burada kaldıktan sonra. Eli ekmek tutabilecek kamptan bir 5-6 ağabeyiyle düşmüşler yollara. Gittikleri yerlerde iş bulanlar, orayı yurt edinmiş ve orada kalmışlar. Geri kalanlar yürümeye devam etmişler. Kampta da işittikleri sosyal problemlerle ilgili tek bir kural varmış kendi aralarında: "dilencilik yok" Güçlü kuvvetli delikanlılar, hamallık yapar yine ekmeğini çıkarırlarmış. Nihayet bir delikanlı ve bizim Süleyman bir elektrikçinin yanına yerleşmişler çırak olarak. Delikanlı yaşlı elektrikçinin ağır işlerini yaparken, Süleyman çıraklığını yapıyormuş. Yaşlı elektrikçi vefat etmiş ve varisleri dükkanı, bizim delikanlıya cüzi bir miktara satınca Süleyman çıraklıktan kalfalığa yükselmiş doğal olarak.

Soğuk bir kış günü, karların arasında tanıdım Süleyman'ı. "Ne olmak istiyorsun büyüyünce?" diye soruyorum, "Bir an önce yurduma dönüp şehit olmak ve aileme kavuşmak istiyorum" diyor. Dünya üzerindeki bir potansiyel doktor, öğretmen, sanatkâr veya elektrik elektronik mühendisi daha geleceğinde ölümü tercih etmesinin müsebbibleriyiz. Çünkü Ensar kardeşliğini bir kenara bırak, kadim Türk misafirperverliğini dahi çok gördük biz bu millete. "Yaradılanı severim yaratandan ötürü" sadece sanal dünyada sarf ettiğimiz, pek de inandırıcı olamayan sözler artık.

Süleyman ve Biz'e dair konuşulacak çok şey olunca, bunu kendi tarzımla anlatmak en iyisi aslında:


Süleyman'a...

Çorba pişiriyordu kısık ateş üstünde
Bombalar uçururken zalim kalleş üstünde
Harabe bir binanın eviydi sundurması
Bulguru ekmek idi, soğan cennet hurması
İki kızı bi oğlu dayamışlar sırtını
Bir taş duvar yastık, karton sarmış altını
Kızları sarılmışlar ısınmak için güya
Hava öyle soğuk ki sarılmak bile rüya
Oğlan en küçük ama eller cepte ve mağrur
Erzağı getirmiş ya, delikanlıda gurur
Yaşın dokuz Süleyman! savaş büyük yaşından
Eve sahip çıkmayı atsa küçük başından
Yardım kamyonlarını kovalamakta ömür
Süleymanın gözleri, elleri bile kömür
Bir keresinde asker doğrultmuş da silahı
Geri durmak bilmemiş, "durma" demiş Allah'ı
Şahadet getirip de yürümüş üzerine
Tehdidini duymamış, bakmamış mavzerine
Asker tedirgin olmuş, korkmuş bu Süleyman'dan
Süleyman anlatıyor, dinliyorlar yalandan
Bu çorba ısınmadan içleri ısınıyor
Biraz da Süleyman sabırları sınıyor
"Yapma be Süleymanım! Asker geri durur mu?
Kıyamamıştır sana, korkan asker olur mu?
Süleyman kızar ama ablalarına kıymaz
Zira onlar yerine kimsecikleri koymaz
Ablaları da bilir Süleyman yüreğini
O asker görse korkar yüreğin çeyreğini
İki kızcağız cılız kollarını sarmışlar
Un ufak umutları, kardeşliğe karmışlar
Gülsüm ile Alime henüz on beşindeler
Tavansız dört duvarı ev yapma peşindeler
Sabah Alime bulmuş iki örtü getirmiş
Veriyor Gülsüm'üne, neymiş? onlar gelinmiş
Gülsüm'e yeter zaten kırık ayna parçası
Örtünüp dönüyor şöyle, sanki bir ay parçası
Plastik kasalardan mutfak yapmışlar bi de
Vidaları kuşbaşı, levha oluyor pide
Hayal dünyalarında kimseden etmez talep
Zira hayallerine dünyada yetmez Halep
Kızlar büyümüş ama ne de olsa çocuklar
İmanları tamsa da yetkinlikte buçuklar
Anaları olmasa kim pişirir çorbayı?
Laf dinler mi Süleyman? kim giydirir urbayı?
Bir şehir yıkılır da kalır ya hep camisi?
Öyle bir ana Minel, çocukların hamisi
Yetmiş iki milletin askerleri içinde
Amerikalısı gelmiş, Fransızı da Çin de
Musallat olmadan bir günleri geçmezdi
Her gün bomba yağdırır; kadın, çocuk seçmezdi
Kızları büyüyünce hepten bozuldu niyet
Yoksa yılar mı Minel, caydırmazdı eziyet
Köpekler gibi yer onların enikleri
Çoğu geceler aç yatarken minikleri
Göçülür müydü yurttan; naçar, ata, babasız
Kalınır mıydı burda, aç açıkta sobasız?
İki taşın üstünde kaynayan çorba bile
Eski bir tenekeden, geliyor hurda dile
"Ey kadın ne işin var, burda safi sübyanla
Evine dönsen ya sen, kaldın börtü çıyanla?
Yaptığın çorba yavan bi soğanı olsa ya?
Dört duvarlı yerdesin, bi tavanı olsa ya?
Ateş beni yakıyor, üşüyorum yine de
Sen ateşten bu yükü taşıyorsun sinede"
Minel ne desin ona, hikayesinde hüzün
Baharın son demleri, on yedisinde güzün
Şehadet şerbetini içmemişti kocası
"Gülüm" diyordu ona, o da gülün goncası
Sabah çıktıktan beri gelmemişti haberi
Yatsı ezanı gelir, bozmamıştı ezberi
Sabaha kapısında toplanınca komşular
Kadınlar ağlamaklı, simsiyahtı poşular
Çocuklar görmesin diye Minel çıktı dışarı
Kötü haberdi gelen, gerekmedi işarı
Ak çarşafa sarılı, kan kırmızı bir beden
Evin direği idi, kalkmalıydı yeniden
Yere konuldu şehit, kan boyandı eşiği
Göğsündeki mermiler, sırtı bıçak deşiği
Düşmüş de bıçaklanmış yetmemiş ki mesule
Sakalının üstünde gülümsüyor Resul'e
Hayale dalıp giden Minel'i uyandıran
Duruşuyla atayı, babasını andıran
Süleyman diyor "Ana! Bu çorba bitmedi mi?
Sabahtan beri açız, bu zillet yetmedi mi?"
"Gelin çocuklar gelin, afiyet olsun size
Bu soğukta bi çorba, kebap olur evsize"
Çocuklar kor ateşin etrafına toplandı
Minel'in göğüsüne tuhaf bir ok saplandı
"Hayırdır inşallah" dedi çorbayı kaşıkladı
Işık patlamaları, kulakları çınladı
Döküldü sıcak çorba paylaşılan kepçede
Dağıttılar hayali Halep'te bir bahçede
Gözlerini kapayan iki gelinlik kızın
Hayalleriyle canı, ölüm aldı ansızın
Süleyman da susardı dağlar düşse üstüne
Ama ana kokusu, olmaz çorba üstüne
Asla çıkarmadığı ak türbanı açılmış
Parçalanmış merhamet sağa sola saçılmış
İkiye katlanmış acı, ayrı düşmüş belleri
Gülsüm'ün ellerinde Alime'nin elleri
Süleyman'a dağ yıkın, yıkın yükü sırtına
Devirebildi ancak ki bugünkü fırtına
Çıkardılar oğlanı taşların arasından
İntikam hırsı çıktı, ağırdı yarasından
"Allahu ekber!" diyor bütün ehl-i imanı
Türk yurduna verdiler, yaralı Süleyman'ı
Kardeşlerin üstünde yine eski örtü var
Gözlerinden gitmeyen tavansız bir dört duvar
Yılları geçse dahi değişmedi bi günde
Ellerini cebinden çıkarmıyor bugün de
Ama hep kafasında o soruyla sarsıldı
"İçebilseydim tadı, o çorbanın nasıldı?"

Bize...

Süleyman'ı dinledim, soğuk bir kış vaktinde:
"Vaadi var Allah'ın, duracaktır akdinde
Elbet bir gün şehitlik bize de nasip olur
Ata yurdumdur Halep, böyle münasip olur
Ama yaşım tutmuyor, bir asker ocağına
Yoksa gitmek isterim, anamın kucağına
Yaralıları sarar, sarmalar iyi niyet
Evsize kucak açmak, ödenmesi zor diyet
Lisanı bilinmeyen topraklar yabancıdır
Ne de olsa biz yolcu, sizler daim hancıdır"

Ağladı da Süleyman, gözyaşı düşmez kara
Acısı dinse dahi, şuncadır pişmez yara
Yabancıdır Süleyman "kim kime kardeş ola?"
Ne hakkı var ki onun, kardeşe tebelleş ola?
Deftere yazsa bir gün yaprak koparmasın mı?
Gönül borcu artar da, defter kabarmasın mı?
Sıcak yemeği, aşı, pişiyor yamacında
"Ensar" olmuş rızayı kazanmak amacında
Çıplak ayaklara bot, eldiven parmaklara
Zira şimdiden talip, cennette ırmaklara
Kırmızı bir hilalin himayesinde çadır
Kucak açmış mazluma, uzun boylu bahadır

On iki olmuş yaşı o yetim Süleyman'ın
Türkün kardeşi olmuş; arabın, müslümanın
Kardeş biliyor çocuk, kaybettiği yerine
Top oynuyor sokakta, bakmadan hem terine
Sokaklarda işitmiş: "hemen defolsun gitsin!"
"Suriyeliler doldu, gönderin olsun bitsin!"
Kaçarken uğursuzdan, çakalından kurdundan
Nizip'te batan güneş, farklı değil yurdundan
İşgalden kaçan çocuk, kadınlar ve yaşlılar
Gözlerine baksana, mahçup, eğik başlılar
Karanlık bir bez çadır, iki yatak döşeli
Kapısının önünde çamur, batak, eşeli
Bize kadim hainlik edenlerin tesiri
Bizi bizden ayıran nedenlerin esiri
Komşun açlık çekerken, tokluğa razı mıyız?
Kessinler bizi hadi, biz de kırmızı mıyız?
Yokluğu görmeyenler, varlıkta tatmin olmaz
Yoklukta var bulmayan, kalbi mutmain olmaz
Hani onlar bir zaman vilayetindi senin?
Hani Resul'u kabul, riayetindi senin?
Kabir ziyaretini sanırsın mücahitlik
Bak onların yurduna: topyekün bir şehitlik!
"Hemen yerleşmesinler, bilebilmeli yâdı"
Ülkemde istenmiyor, Suriyeli'ymiş adı
Bak yurdumun gavurla vicdan türdeşliğine!
Ne zaman halel geldi iman kardeşliğine?
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan