Yaptığım zaman yolculukları sırasında öğrendiğim tek şey, sebepler ve sonuçlar arasındaki ilişkinin insan faktörüne bağımlı olmadığıydı. Yani insan, sebeplere nasıl müdahale ederse etsin, sonuç değişmiyordu. Değişen tek şey "nasıl" olduğuydu.
MAVİ HAP MI? KIRMIZI HAP MI?
Matrix'in 6.versiyonunda insan zihninin olasılıkları zorlama ihtiyacının adının "umut" olduğunu fark eden makineler, oluşturulan yeni hayal dünyasını bir kurtuluş senaryosuyla güncellerler. Kurtarıcı Neo'nun uyandırılması görevini üstlenen Morpheus, kurtarıcının Thomas Anderson adlı bir krizalit bedende olduğunu fark eder. Anderson'un karşısına iki seçenekle çıkar:
"Mavi hapı alırsan; bu hikaye sona erer, yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın"
"Kırmızı hapı alırsan; harikalar diyarında uyanırsın. Ben de sana tavşan deliğinin gittiği yerleri gösteririm"
Seçimi kendisine bırakılan iki kader çizgisinin; ne yaparsa yapsın aslında makinelerin yazdığı aynı yazgı olduğunu bilemez Anderson.. Mavi hapı alıp zaten yaşadığı bir dünyada kalmak yerine, kırmızı hapı seçip programın onu götürdüğü sonuca doğru bir adım atmış olur.
Filmi ilk kez izleyenler; Anderson'un onu adım adım kurtarıcı Neo sürümüne yükseltmesini heyecanla izlerken,
ikinci ve sonrasında izleyenler, kırmızı ve mavi hap tercihlerinin, aslında aynı sonuca ulaşan iki farklı yöntem olduğunu fark ederler.
Çünkü "sahte, yalancı, kurgusal" olmakla suçlanan Matrix de, makinelerle mücadelede efsanevi bir kale olan Zion da, Matrix'in 6.versiyonunun birer programıdırlar. Ne kadar asiler ordusu gibi görünse de; bu güncel sürümdeki kendilerini özgür zanneden, idealist bireyler bile (Morpheus, Trinity, Neo vs..) aslında makinelerin onları programladığı şekilde hareket etmektedirler. Gerçek zannedilen Zion'u kurtarma mücadelesi, aslında kendini tekrarlayan bir programdan ibarettir. Zion daha önce 5 kez, zaten yok edilmiştir.
Önümüze bazen seçenekler çıkar.. Olaylar örgüsü ve perdeler ne kadar belirgin olursa olsun; kırmızı ve mavi hapların götüreceği sonuç, filmin finalini değil, senaryoda size biçilen rolü hangi yöntemle tercih edeceğinizi şekillendirir. Anderson; kırmızı hapı (zor yolu) seçerek harikalar diyarında mücadeleyi denedi. Mavi hapı seçseydi de sonuç değişmeyecekti.
Bekir sabah 08:15'te evden çıktı. Ayakkabısının üzerindeki tozu farketti ve kaldırımın kenarına park etmiş aracın arkasında eğilerek bir mendille sildi. Bir yandan kendisini izleyen birisinin olup olmadığını anlamak için etrafı kolaçan ediyordu. Telefonu çaldı ama açmadı. Bekir tık nefes kalkıp adımını caddeye attığında hızla gelen bir minibüs ona çarptı. Kafatası ve göğsünde derin çatlaklar ve kırıklar oluştu. Ambulans 12. dakikada geldi ama Bekir kan kaybından çoktan ölmüştü.
Bekir'i kurtarmak mümkün müydü? Zamanlama en önemli şeydi ve ilk olarak Bekir'in evinin önündeki ayakkabısını temizledim. Bekir 08:15'te kapıdan çıktı. Ayakkabısı temiz olduğundan dikkat kesilmeden caddeye adımını attı. Karşıya selametle geçti. O geçerken daha önce ona çarpmış minibüs de yoluna aynı hızla devam ediyordu. Telefonu çaldı ama bakıp açmadı. Bekir minibüse el kaldırdı çünkü onu işe götürecek olan hattaydı. Şoför son anda görüp ani bir fren yaptı. O sırada karşı caddeden çıkan araç minibüse çarpmamak için direksiyonu kırdı ve yol kenarındaki park etmiş olan araca çarptı. Çarptığı araba domino etkisiyle Bekir'i altına aldı. Bekir, ağır yaralandı. Kafatası çatlamıştı ve bilinci kapalıydı. Ambulans 12.dakikada geldi ama Bekir yoldayken hayatını kaybetti.
Bekir'in kadim bir şansızlığa mahkum olduğuna inanmak istemiyordum. Bu kez ayakkabısını temizledim ve caddenin karşısında bekledim. Bekir bir önceki gibi çıktı, hızla karşıya geçti. Yanıma geldiğinde "affedersiniz.." diyerek ondan bir adres tarif etmesini rica ettim. Kolay bir tarif değildi. Anlatmak için 2 dakikasını harcadı. Bu sırada belalı araçlar çoktan geçip gitmişti. Bekir caddeye geçip minibüs beklemeye koyuldu. Minibüs geldi ve onu aldı. Bekir iş yerine gitmedi çünkü hiç oyalanmamıştı ve hızlı bir minibüsteydi. Minibüste telefonunu açtığında duydukları her ne ise işe gitmekten vazgeçti ve yarı yolda minibüsten inip karşı tarafta eve giden bir minibüse atladı. 10 dakika sonra evin önündeydi. İçeri girdi ve bir daha çıkamadı. Adli tabip, karısını başkasıyla yakalayan Bekir'in ani bir kalp krizi geçirmiş olduğunu söyledi.
Yöntemi basitleştirmek en doğrusuydu. Bekir evden çıkmazsa; kaza olmayacak, karısı aldatmayacak ve kalp krizi geçirmeyecekti. İş yeri patronuyla 1 gün öncesinden görüştüm ve bir şekilde Bekir'i o gün işe gelmemesi için ikna etmesini istedim. Uzun bir uğraş sonucu bunu kabul etti. İşi garanti etmek adına evine kalp muayenesi için bir doktor gönderdim. Bekir onu hayatta tutmak için birilerinin çabaladığını değil, belediyenin evde tıbbi destek verdiğini düşünecekti. Doktor içeri girdiğinde Bekir'in üzerine atlayıp boğuşmaya başladı. İstanbul'daki yüzlerce kalp doktoru arasından, Bekir'in karısının hamileyken hastanede tanıştığı ve kocasını aldattığı kişiyi bulmuş olmam neyle açıklanabilirdi? Doktor ve Bekir arasında yaşanan boğuşmada doktor dövüşü kaybetmişti ama karısı elindeki sert cismi Bekir'in kafasında kırdı ve onu öldürdü.
Bir zaman makineniz varsa olasılıklar sınırsızdır. Bu kez aynı yöntemi tekrar denedim ancak bu defa farklı bir doktor seçtim. Bekir işe gitmedi, doktor muayenesi güzel geçti. Bekir gayet sağlıklıydı. Çalan telefonunu rahat bir şekilde açtı. Duyduğu şey onu sinirlendirdi. Bir süre sonra telefonuna gelen resimler onu çıldırttı ve karısını boğarak öldürmesine sebep oldu. Cinnet saatleri sona erdiğinde Bekir kendi canına da kıymıştı. Saatler sonra kapıyı çalan komşuları polis çağırdığında anladık.
Bekir; düşüyordu, kalkıyordu, hatta öldürüyordu ama bir şekilde kendisi de ölüyordu. Bekir'i kurtarmak imkânsiz gibiydi. Yöntemlerin tümünü tekrar etmeden önce gelen ihbar telefonunu yapan kişinin üst komşuları olduğunu öğrendim. Bekir'in ayakkabısını temizlemek için eğilip destek aldığı park eden aracın da sahipleri imiş. Kadın, arabasını o kadar seviyormuş ki arabaya bakarken, hepten dikizci olmuş çıkmış. Kim nereye gidiyor, kim kimle konuşuyor salon penceresinden sürekli takipte. Bekir'i telefonla bilinmeyen numaradan arayan da, ona resim yollayan da bu dedikoducu kadın. Arabanın içine bir molotof attım ve yepyeni arabayı çıtır çıtır yaktım. Kadın bunun derdine düşecek ve o gün evde karısıyla işe gitmemiş bir koca olan Bekir'i aramayacak ve onun ölümüne yol açmayacaktı. Bütün yapılanları tekrar ettim. Dedikoducu kadın arabasının derdine düştüğü için Bekir'i aramadı. Bekir'in yaşam saatlerini uzatmak tek amacım olduğundan, olanları yakından izliyordum.
Bekir tüm senaryolarda en uzun yaşam süresindeydi. Ne kadar yaşayabileceğini bilmiyordum. Kapının önüne siyah bir araç yanaştı. Bu ikinci senaryodaki minibüse toslayan araçtı. İçinden iki kişi indi ve Bekir'in kapısını çaldı. Yaşaması için canımı dişime taktığım hatta suç işlediğim adam don gömlek kapıyı açtı. Adamlar belli ki arkadaşlarıydı. İşe gitmediğini öğrenmişler ve kendilerince bir gezi planlamışlar.
"Şimdi ya bunlar Bekir'i bir şekilde öldürür ya kaza filan yaparlar" dedim. Kalp rahatsızlığı olan, caddeye adımını her attığında bir aracın altında kalan bu süper cenabet Bekir, kim bilir nasıl ölecekti. Müdahale edip etmemek arasındaydım. O sırada 4.5 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Hafif şiddette bir depremdi ama kapıda arkadaşlarını karşılayan Bekir'in ölümüne yetti. Ahşap kapı pervazı sarsıntıyla çıkmış ve bizimkinin kafasını bulmuştu. Bir "Son Durak" filminin Flash Tv versiyonunu yaşıyordum adeta..
Tüm senaryo ve olasılıkları garantiye aldım. Kapıya gelen siyah arabadaki iki adamın kapıyı çalmamasını da sağladım. Onlara hızlıca bir kimlik gösterdim ve burada park edemeyeceklerini söyledim. Kimliğin ne olduğuna bakmaksızın araçlarına binip hızla ayrıldılar. Bekir hayatta kalacaktı. Kapıda bir bodyguard gibi dikilip depremin geçmesini bekledim. Kapı pervazı yine düştü ama bu kez bizim salağı es geçti. Ölümle uzatmaları oynuyorduk ve sınırsız oyuncu değiştirme hakkımla artık ceza sahasında baskı yapan taraf bendim. Depremin etkisiyle kapı pervazına koşan Bekir'e aynı kimlik numarasıyla içeri girmesini emrettim. Aptal şişko hemen tekrar içeri girdi. Biraz sonra ileride bizim Bekir'in karısının uzatmalı sevgilisi doktoru gördüm. Arabasıyla sokağın başında bekliyordu. Deprem nedeniyle, işe gittiği sandığı kocasının yerine Bekir'in karısını teskin etmeye gelmişti besbelli. Onun gelmesi bir cinayete ya da bizim kalp rahatsızlığı olan Bekir'in fücceten gitmesine sebep olabilirdi. Elimi kaldırıp defolup gitmesi için işaretler yaptım. Oracıkta duruyordu. Kimlik numarasını yapmak için tehditkâr bir şekilde arabaya doğru yürüdüm. Hiç kimse yaşaması için uğraştığım Bekir'in yeniden ölümüne sebep olmayacaktı. Arabaya yaklaştığım anda yavşak doktor arkamdaki birine gel gel yaptı. Dönüp baktığımda Bekir'in karısını elinde valizle yanımdan geçerken gördüm. Hızla arabaya bindi. Doktor "hemen gidiyoruz memur bey" diyip gaza bastı. "Bekir?" deyip eve koştum. Kapı pervazı kırık olduğundan kapı tam olarak kapanmamıştı. İçeri girdiğimde Bekir, koltuğunda uyur vaziyetteydi ama ağzından köpükler çıkıyordu. Ölüm onu aldatan ve zehirleyerek kaçan 12 yıllık bir eşin elinden gelmişti.
Bunlardan hiç birini yapmasam, Bekir hızlı ve temiz, üstelik karısı, siyah arabdaki arkadaşları ve üst komşuları hakkında güven dolu bir ölüm yaşayacaktı. Yani aslında en başında o ayakkabıdaki kir, sadece bunun içindi.
Zamanda bir sıçrama daha yapıp, her şeyi uzaktan izlemeye karar verdim. Bekir, ayakkabısını temizlemek için eğildi ve kalktığında minibüs ona çarptı. Siyah arabadaki arkadaşları olayı görüp durmuş ve son anlarında Bekir'e üzülmüşlerdi. Ambulans yine 12 dakikada geldi ve cesedi alıp götürdü. Deprem yaşandı ve Bekir'in karısı kapıya çıktı. Bu sırada kapı pervazı kadının üstüne düştü ve yüzünde derin yarıklar açtı. Kadın çığlık atarak kendini dışarı attığında, kendisini bekleyen doktor güzelliğinden eser kalmamış bu kadına doğru koştu. Yüzü saçından çenesine kadar yarılmıştı. Gelen komşulara "ben doktorum" diyip ilk müdahaleyi yapmıştı. Ambulans çağırıldı ama en yakın ambulansın 20 dakika uzakta olduğu söylendi. Doktor ne yapacağını bilemedi, eli ayağı titriyordu. Ahali "açılın açılın nefes alsın biraz" diyerek kalabalığı ayırmaya çalışıyordu. Kadın yüzüne bastırılan kanla kıpkırmızı olmuş havlunun altında çığlık atıyor ve ağlıyordu. Doktorun da üstü kan olmuştu. Kadını kaldırıp kendi arabasıyla hastaneye yetiştirmek için komşularına durumu izah etmeye çalıştı ama gizli ilişkileri yü heyecandan dili damağı kurumuştu. Bir komşu bir bardak su getirdi ve genzini açtı. Hastanede ona en iyi şekilde bakabileceğini söyleyerek arabasının arka koltuğuna yatırdı. Kendisi de şoför koltuğuna geçtiğinde durup sakince bir derin nefes aldı. Gözlerini kapayıp titreyen ellerinin heyecanının geçmesini bir kaç saniye bekleyecekti ama kadının çığlıkları hızlı davranmasına yol açtı. Gaza basıp uzaklaşacakken bilincini kaybetti ve ağzından köpükler çıkmaya başladı. Komşulardan biri pervazı kırık olduğundan açık olan kapıdan girip masadaki hazır zehirli suyu vermiş doktora.. Doktor gaza bastıktan sonra kafası direksiyona düştü ve araç doğrudan dedikoducu kadının arabasına tosladı.
Hayatımızdaki küçük detaylar, büyük resmin en önemli parçaları aslında. Ancak o kadar önemsiz ve küçük ki, kaderin çizgisinde bir pay sahibi olduklarını anlamak için sadece uzaktan izleyip görmek gerekiyor. Olması gereken, en güzel ve en doğru şekliyle zaten oluyor. Bekir'in ayakkabısındaki kirin, Bekir'in en büyük şansı olduğunu bize ancak zaman öğretebilirdi.
TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ
2019 yılının Ekim ayına gelmemdeki sebep de zamanın gidişatını durdurmak değil, nasıl olacağını görmekti. Ayakkabıdaki kiri temizlemek, Bekir'i kurtarmayacaktı. Türkiye 'yi de kurtaramadık..
Anlatacağım şeyler, şimdilik sizler için olasılığı olan ihtimal komplo teorileri olacak. Senaryonun bir noktasındaki değişiklik, "nasıl"ı etkileyecek ama "sonuç"u yine etkilemeyecek.
Ekim ayının ortalarında ABD-İran gerginliği hat safhaya çıkmış ve İran, Suudi Arabistan topraklarında, insansız hava araçlarının inip kalktığı, Yemen'de Enver el Ewlaki'nin de öldürülmesinde rol oynayan gizli bir CIA üssünü bombaladı. Obama zamanında kurulan bu gizli hava üssü, neo-con'lar için arap yarım adasındaki operasyonlar için çok önemliydi. ABD diplomasinin sona erdiğini, çok sert karşılık verileceğini bildirdi. İncirlik üssüne inen bir B52 uçağı, bir süre kaldıktan ve ikmal yaptıktan sonra İran topraklarına gitmek üzere kalkış izni istedi. Bu bir savaş hamlesiydi ve Türk tarafı kati olarak izni vermeyeceğini bildirdi. Hatta hızlı bir telefon trafiği ile uçağın kalkmaması için pist işgal edildi. ABD askerlerinin çoğu cadılar bayramı için üsten ayrılmıştı. Telefon diplomasisi zorlu geçti ve ABD uçağı kaldırdı. Türk tarafı bütün engellemelerine rağmen buna engel olamadı. Derhal İran'la iletişime geçilip bunun uluslararasu anlaşmalara uymayan, kanunsuz bir uçak olduğu bilgisi paylaşıldı. Türk jetleri de peşinden kalkmış ve tedbir amacıyla dev uçağa eşlik etmişti. Uçak bir süre sonra dümen kırdı ve İncirlik üssüne geri dönüş rotası çizdi. Ancak yine son anda rota değiştirip Hatay üzerindeyken düşüşe geçti. Her şey o kadar hızlı oldu ki, Türk jetleri uçağın muhtemel düşeceği alanda güvenlik önlemleri alınmasını istediği ses kayıtları çok acıdır.. Uçak Hatay merkezine 20 km olan bir bölgeye, hiç irtibat kurulamamasına rağmen içerisinde olduğu düşünülen mürettebatıyla birlikte düştü. Düştüğü yer; yerleşim merkezi değildi ama B52'nin taşıdığı nükleer yük, bir milletin topyekûn kaderini belirledi..
Uçağın yere çarpmasıyla taşıdığı atom bombası, patladığında bembeyaz bir ışık dalgası yayıldı. Saniyede 500 km/hızla şok ve ısı dalgası kilometrelerce alana yayılırken, ışımaya maruz kalanlar (canlı/cansız) yanmış bir kibrit çöpü kararıp yok oldular. Sadece dakikalar içerisinde bölgede on binlerce insan, öldükten sonra bile gama ışınları saçan birer bomba haline dönüştüler. Bölge kelimenin tam anlamıyla haritadan silinmişti. ABD Hava kuvvetleri derhal bir bildiri yayınlayıp bunun bir kaza olduğunu, İran'a gitmesi beklenen bomba uçağının henüz sebebini bilmedikleri şekilde Türkiye topraklarına düştüğünü açıkladılar ve eklediler: "Türkiye'nin yanındayız.."
Yaptıklarını örtebilecekmiş gibi ABD hükümeti, tazminat olarak Türkiye'nin tüm borçlarının silineceğini ve kazada ölen ve yaralanan herkese astronomik tazminatlar ödeyeceğini taahhüt etti. Türkiye hükümeti yaralarını sarmakla uğraşıyordu. ABD Başkan Yardımcısı, Türkiye'ye milyar dolarlık nakitini taşıyan bir uçakla geldi. Bölgedeki kayıp korkunçtu ve radyasyon, daha da korkunç olmasını sağlıyordu. Yaralılara müdahale edebilmek için radyasyon koruyucu giysi giyen ekipler, giysiler kadar çoktular ve yardım yetişemiyordu. ABD bunu da düşünmüştü. Omuzlarında ABD bayrağı olan süper korumalı giysiler, Kızılay ve Akut ekiplerine dağıtıldı. Bazıları omuzlarındaki bayrağı sökmek istediler ama giysinin korumasını azaltabilirdi. Öte yandan ABD first lady'si, bölgeden kaçan halka barınma ve gıda yardımı yapan kuruluşları desteklemek için bölgenin yakınlarına adeta üs kurmuştu. Türkiye ABD ile olan ilişkileri düşünmek ve tartışmak için enkazın kaldırılması sürecini bekleme kararı aldı. Bilanço inanılmazdı.. Her gün gelen görüntüler, adeta bir hollywood sahnesini andırıyordu.
İran "geçmiş olsun" dileyerek, ABD'liler bölgeden ayrılırsa yardım edebileceğini iletti. Rusya olayları uzaktan izliyordu. Suriye'deki güçlerimiz, bu tarihi yaraya yardım için geri çekilirken, onların yerlerini İsrail güçleri doldurdu. Bölgeyi kontrol altına aldığımızda, İsrail hükümeti "tampon bölge" ilan ettiği, kendi kontrolünde bir alanı işgal etmişti. Rusya da, Suriye hükümeti de bu konuda sessizdi. "Yapılması gerekeni birileri yapıyorsa sorun yok" demişti Putin. Türkiye İsrail'e sınır komşusuydu..
Türkiye ani bir kararla, topraklarındaki ABD üslerini kullanıma kapattığını açıkladı. Üslerdeki amerikan askerlerinin bir an önce toprakları terk etmesi istendi. ABD hükümeti bunu anlayışla karşıladı ve askerlerinin tamamını geri çekti. Nato üslerinde abd'nin sadece bayrakları kalmıştı.
Büyük kaosların, farklı ideolojideki halkları birleştirdiği kabul edilir. Bu kez öyle olmadı. Olayın bilinçli yapıldığına ve bunun bir kaza olduğuna inanan iki kesim doğdu. Partiler bu iki çizgi arasında tartışmalar yaptılar. Nato üyeliği tartışılır hale geldi. ABD'nin patlamadan sonraki uyumlu ve suçunu kabul eden tavrının olumlu olduğunu savunan taraf Nato üyeliğinde ısrarlıydı. Öte yandan bunun bilinçli yapılan bir saldırı olduğunu savunan hükumet ağırlıklı fraksiyon, Nato'dan çıkma kararı aldılar.
İşte her şey bundan sonra başladı. Ekim ayında meydana gelen gelişmeler, Bekir'in ölümü gibi acıdır ama en doğru şekliyle zamana bırakılmıştır. Zira bir başka zaman sıçramasında nükleer bomba yerine, Akdeniz üzerinde bir uçak gemisinden havalanan kargo uçağından yüzlerce bomba yüklü drone inmiş ve aynı bölgede yine büyük yaralar açmıştır. Bir başka sıçramada aynı bölgedeki su kaynaklarından yayılan saldırgan bir virüs hayatı felç etmeye yetmiş ve yine İsrail'i kapı komşumuz haline getirmiştir.
Bekir'in hikayesi ile Türkiye'nin muhtemel geleceği benzeşir. Sebepler hep vardır.. Nasıllar değişir.. Ama sonuç hep aynı kalır.
Çünkü
"ya sebep sonuca varır ya sonuç sebebini arar"