RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

5 Ocak 2014 Pazar

Bel'âm İbn Bâura


Akşam güneşi Bal’â köyünde batarken, günün son ışıkları tozlu sokağın hemen başını aydınlatıyordu. Oradan oraya koşuşturan çocuklar, sokağı iyiden iyi toza bulamıştı. Kızıl güneş ışınları, etraftaki evlerin ve sütunların gölgeleriyle yerde geometrik bir şekil oluşturmuştu.

Adeta güneşin kızıllığındaki bir ok, yaşlı adamın dikkatini çekti. Evine dönmesi gerekiyordu ama yerdeki ok şeklindeki güneş ışığına baktı. Olabilir miydi? Acaba bir güç, onu evine değil; çocukların koşuşturduğu sokağa mı çekiyordu? Acaba aradığı ilahi işaret bu muydu? ‘’Yardım et Allah ‘ım’’ diyerek, tozlu sokağa dalıverdi. Biraz ilerleyince gün ışığının aydınlattığı son adımını da geride bırakmış oldu. Tozlu sokakta köyün bütün çocukları koşuşturuyor, gülüşüyor ve bağırışıyorlardı. Birşeyler buldukları açıktı. Biraz daha yaklaşınca yerde bir köpek gördü. Çocuklar zavallı köpeği öldüresiye dövüyolardı. Yaşça küçük olanlar bile köpeğin üzerine işiyorlardı. Köpek ise kuyruğunu kıstırmış, kendisine saldıran çocuklardan sıyrılmaya çalışıyordu.

Yaşlı adam dayanamadı:
-Yeter! diye haykırdı..

Ses o kadar güçlü çıktı ki, bağırdığı yönde toz dağılıp bir koridor oluşturdu. Bunu gören çocuklar önce donakaldılar. Sonra korkudan ağlayarak kaçmaya başladılar.

Yaşlı adamın kendisi de şaşırmıştı:
‘’Yine oluyor!.. Bu normal değil.. Bu.. Bu.. çok...’’

O sırada köpek de usulca kurtarıcısının ayağının dibine oturdu. Birkaç yıl önce olsa, az önceki olanlar onu çok şaşırtabilirdi. Ama son bir kaç yıldır öyle harikalar yaşamaya başlamıştı ki, bu tür olağandışı şeylerin Allah’ ın bir lütfu olduğuna inanmaya başlamıştı. Bir keresinde kendisine ölümcül hasta bir çocuk getirmişlerdi. Kitaplardan öğrendiği duaları okuduğunda çocuk ayağa kalkıverdi. Öylece, hiç hasta olmamış gibi sevinçten oynamaya başladı. Bir başka seferinde de gökyüzünün tamamını kaplayan nurdan bir kanatlı varlık görmüştü. O kadar güzel ve ihtişamlıydı ki, gördüğü şeyin bir melek olduğuna kanaat getirdi. Bu defa etrafında çeşitli ‘’işaretler’’ dediği şeyler görmeye başladı. Kimi zaman bir kelebeği takip ediyor, kimi zaman bir rüzgara kapılıp uzak diyarlara gidiyordu. Gittiği her yerde ona ihtiyacı olan birileri oluyordu ve bu kişiler duasından sonra dertlerine deva buluveriyordu.

‘’Hz.İbrahim ‘e verilen mucizeler.. acaba bunlar gibi miydi?’’ diye düşündü. O sırada yaralı köpeğe eğilip haline baktı. Köpeğin dili neredeyse kökünden dışarı çıkmış gibiydi. Köpek zor soluk alıyor gibiydi. Kucağına alıp evin yolunu tuttu.

***



Yüksek kulelerin yükseldiği Kenan diyarında, ‘’Şah’’ bütün kudretiyle sarayındaki tahtında oturuyordu. 3 metrelik bu dev adam, görenlerin yüreğine korku salmasıyla ünlüydü. O kadar güçlü görünüyordu ki, girdiği bir çok savaşı tek kılıç savurmadan kazanıyordu. Düşmanın kalplerini titretiyor, dünyada yaşayan en güçlü kavmin lideri olduğu için böbürleniyordu.

Kumandan taht odasına destursuz girdi. Şah yerinden kalkacak gibi oldu..
-Bu ne cüret!

Kumandan nefes nefese kalmıştı. O da tıpkı Şah gibi bir devdi.
-Şahım.. Sevgili kardeşim.. Beni bağışlayın.. Korktuğumuz başımıza geldi.

Şah bu kez tahtından ayağa kalktı. Görkemli vücudunu altın zinciler ve ipek şallar kaplıyordu. Bir kaç adım yaklaşıp kumandana haykırdı:
-Ne diyorsun sen kumandan?! Biz Cebbarlarız! Herkes bizden korkarken, biz kimden korkacağız?

Kumandan yerden gözlerini kaldırmadı:
-Şahım. Firavun ’un köleleri! Savaşçılarımız bir casus tespit etti. Onu kovalamaya başlayınca, 12 atlı güneye doğru kaçmaya başladı. Onları elimizden kaçırdık!

Şah devasa elleriyle kumandanın yakasına yapıştı:
-Eee? Ne var bunda?!

Kumandan:
-Şahım.. Bunlar küçük adamlar.. Bizim gibilerden korkarlar.. Savaşçılarımızı da gördükten sonra kimsenin bize saldıracağını sanmıyorduk!

Şah bu defa yakasından tuttuğu kumandanı havaya kaldırdı:
-Ne demek sanmıyorduk?!

Kumandan mahçup bir ifadeyle:
-Şahım.. 12 atlıyı elimizden kaçırdık. Onlarsa binlerce kişiyle geri dönmüş! Şehre gelmelerine bi kaç gün var!

Şah Kumandanı yere bıraktı. Arkasını dönüp tahtının bir ucuna dokundu:
-Bunlar küçük adamlar.. ve bizi fethe mi geliyorlar? Hangi cüretle? Nasıl?

Kumandan üstünü başını düzeltip devam etti:
-Şahım.. Başlarında Firavun ’un lanetli oğlu var! Musa kendisinin peygamber olduğunu söylüyor! Mucizeler gösterirmiş..

Şah:
-Mucize mi? Nasıl?

Kumandan:
-Gökten ateş yağdırmış.. Kızıldeniz ‘i tek bir harekette ikiye yarmış kavmini karşı kıyıya selametle geçirmiş!
Şah duyduklarına inanamadı. Bu söylentiler dilden dile gelmişti ama hep bir efsane, bir masal olarak düşünmüştü. Bir gün gerçek olacağını hiç düşünmemişti. Bulundukları şehir, İsrailoğullarına göre ‘’vaad edilmiş topraklar’’dı. Onların bu firavun ordusunu yenip, mucizeler gösteren peygamberle bir gün çıkageleceği hiç aklının ucuna gelmemişti. Devler ülkesinin şahının ilk defa kalbi korkudan ürperdi.

Kumandana dönüp:
-Ne yapacağız kumandan? Onlarla savaşmak? Yapabilir miyiz?

Kumandan rahatlamıştı.
-Şahım.. Bu adam büyücüyse.. bizim de bir büyücü bulmamız gerek.

Şah:
-Kim? Kim Musa’ ya meydan okuyacak?

Kumandan:
-El-belkâ ‘da yaşlı bir adam varmış diyorlar. Bir duasıyla olmayacak oluveriyormuş. İsm-i azam diye bir dua okuduğunda hastalar şifa buluyor, dertliler deva buluyormuş. Ona söyleyelim, dua okusun da Musa ve ordusu kahrolsun!

Şah:
-Yapabilir mi?

Kumandan:
- Bu adam da tıpkı Musa gibi İbrahimi.. yani yapabilir mi değil Şahım.. asıl soru yapmak ister mi..

***


Yaşlı adam köpeğin yaralarını sarmış, önüne su ve yemeğini koymuştu ama köpeğin dili bir türlü içeri girmiyordu. Köpek solumaktan önündekileri yiyemiyordu. Yaşlı adam zavallı köpeğin başını sevmeye başladı. O sırada köpeğin gözbebeklerinin büyüdüğünü gördü. Kendi gözleri de köpeğinkilerle birleşmişti adeta. Yine oluyordu.. Köpekle arasında bir bağ oluştuğunu hissetti. Köpek de solumayı kesmiş kurtarıcısına bakıyordu öylece.. Yaşlı adam kalbinin derinliklerinden sesler duymaya başladı. Artık iyice korkmaya başlamıştı. Sesler giderek yakınlaşmaya başladı. Kafasında yankılanan sesleri durdurmak için elini çekmek istedi ama başaramadı. O anda inanılmaz bir şey gerçekleşti ve köpek dile geldi:
-Ey merhametli Bel’am.. beni kurtardığın için teşekkür ederim. Ama bana yardım edemezsin. Kimse bana yardım edemez. Allah ‘ın ‘’tuzak kuranların en hayırlısıdır’’

O sırada içeriye yaşlı adamın eşi girdi. Elinde bir su matarası vardı. Kocasının halini görünce onu yere atıp yanına koştu:
-Bel’am! İyi misin sen?

Bağlantı bir anda kopuverdi. Köpek eskisi gibi soluyor ve inliyordu. Bel’am ‘ın eli bu kez havada kalmıştı. Korkudan donan gözlerini karısına çevirdi:
-Bilmiyorum ey karıcığım! Yine oldu! Köpek dile geldi az önce! Allah’ tan bahsetti!

Karısı kocasının olağanüstü olaylarına hep tanık olmuştu ama bu kez farklıydı:
-Ey Bel’am! Şimdiye kadar anlatılan peygamberlik hikayeleri de bunlar gibi. Sakın sen Allah ‘ın elçisi olmayasın?

Bel’am başını ellerinin arasına aldı:
-Yok.. Öyle birşey değil.. Hem onlara Cibril gelmişti. Bu ise bir köpek! Böyle düşünemeyiz. Bu bir imtahan! Ama anlamlandıramadığım bir imtihan!

Karısı kocasının sırtına elini koyup onu rahatlatmaya çalıştı:
-Sevgili kocacığım, eşim.. Herkes için dua ettin. Neden kendin için de dua etmiyorsun?

Bel’am şaşırmıştı:
-Ne için?

Karısı devam etti:
-3 yıldır böyle harikalar yaşıyoruz.. eğer peygambersen, kavmine tebliğ etmen gerekecek. Ama değilsen de bunları anlaman gerek.

Bel’am kendisine peygamberliği yakıştıramamıştı. Bir anda gökyüzünde gördüğü kanatlı meleği hatırladı. Şehrin dışındaki Husban dağına doğru uçuyordu. Bu bir işaret olabilir miydi?

-Ya Rabbi! Bir işaret gönder! diye inleyip ağlamaya başladı.

Karısı da onun üzerine eğilip ağladı. Köpek usulca dışarı doğru hareketlendi. Kapının eşiğini atlayıp bahçeye çıktığında yukarıya doğru baktı. Hıçkırıkların yükseldiği evin tepesinde ışıktan bir varlık duruyordu.

***



Şah köye girdiğinde bütün köy halkı evlerine kaçmaya başladılar. 10 kişilik bu dev ordusu doğruca yaşlı alimin evine gidiyorlardı. Bellerindeki kılıçlar o kadar uzundu ki, değil insanı, adeta develeri ikiye bölmek için üretilmişti sanki.

Büyük bir gümbürtüyle koşturan grup Bel’am ‘ın evinin önünde durdu. O zamana kadar devler arasında görünmeyen küçük bir adam çıkıp:
-İşte burası! dedi.. Benim kör gözlerimi duasıyla açan bu adamdır!

Kumandan küçük adama doğru konuştu:
-Ne duası demiştin?

Adam:
-İsm-i azam..

Kumandan elini havada savurup adamın gitmesini emretti. Devlerin bacakları arasından sıyrılan adam arkasına bakmadan gözden kayboldu.

Kumandan miğferini ve kılıcını yanındaki devlere bıraktı. Eve yaklaşıp bahçeden bağırdı:
-Ey Bel’am! Dışarı gel! Konuşmalıyız!

Bel’am dışarı baktığında Kenan’ ın devlerini görünce çok şaşırdı. Söylediklerinden daha büyük görünüyorlardı. Karısı gitme dediyse de çıkmak zorunda hissetti kendisini.. Belki de Allah ‘tan beklediği işaret bu devlerde gizli olabilirdi.

Dışarı çıkıp adamlara ne istediklerini sordu. Kumandan Musa ve kavminden, çıkacak savaştan bahsetti. Bel’am Musa’ yı duymuştu ama hakkında pek bir bilgisi yoktu.
-Peki benden ne istiyorsunuz? dedi Bel’am.

Kumandan:
-Birşey değil.. sadece dua etmeni.. bizim için dua edip, Musa ‘ya lanet okuyacaksın.. ki biz galip gelelim.

Bel’am:
-Neden yapacakmışım bunu?

Kumandan yumuşak bir şekilde konuşuyordu:
-Ey Bel’am! Dualarının kabul olduğunu işittik. Bizler senin komşularınız. Bizim galip gelmemizi mi istersin? Yoksa İsrailoğullarının mı? Elbette sana daha önce zararı dokunmamış olanların olsun istemez misin?

Bel’am karşısındaki deve yaklaşmadan uzaktan sesleniyordu:
-Sizler Allah’ ın lanetini alan Ad kavminin kalıntılarısınız! 3 adam boyundasınız.. Bir köle ordusundan mı korkuyorsunuz?

Kumandan sinirlendi ama belli etmedi:
-Yanlış anlama ey Bel’am. Duanın karşılığını getirdik.

İki dev elindeki devasa sandığı evin bahçesine bıraktı. İçi altın ve mücevher doluydu. O ana kadar olanları pencereden izleyen karısı da bahçeye kocasının yanına koştu.

Kumandan gülümsedi:
-Ey Bel’am! Senin için hiç bir külfeti yok. Dua edersen bu sandık sizin olur. Ömrünün sonuna kadar rahat yaşarsın!

Bel’am karşısında gördüğü hazineye bakakaldı. Karısı arkadan kolunu tutmaya başladı. Belli ki onun da gözleri bu parıldayan mücevher sandığındaydı.

Bel’am:
-Düşünmem gerek.. Bana bir gün izin verin.. dedi.

Kumandan askerlerine işaret etti sandığı bahçeden kaldırdılar. Kumandan gülümsedi:
-Yarın geleceğim ey bilge kişi. İyi haberlerini bekleyeceğim.

Devler ağır adımlarla uzaklaşırken, karısı ve Bel’am bir süre bahçede kalakaldılar. Neden sonra Bel’am dönüp arkasına baktı. Uzaklaşan sandığı seyreden karısının arkasındaki yaralı köpek, yavaşça dilini içeri soktu.

***



Kızıldeniz büyük bir gürültüyle ikiye ayrıldı. Bel’am bulutların üzerinden Musa ve kavminin karşıya geçişini izliyordu. Firavun arkasından Kızıldeniz’ e inince sular birleşti ve onu yuttu. Kavmin yürüyüşünü izledi. Bu cefalı yürüyüşten sonra Musa bir dağa çıktı. Kavmi onun Allah’a gittiğini söylüyorlardı. Bel’am bu kez kavminin arasında buldu kendini. Zaman ve mekan sürekli olarak yer değiştiriyor, bilinmeyen kapıları aralayıp ona görmediklerini gösteriyordu. 12 atlının Kenan’a girişlerini izledi. Musa onlara ‘’sessizlik’’ yemini ettirmişti. Ama geri dönenlerden 10’ u herkese Kenan’daki devlerden ve onların azametinden bahsetti. ‘’Onlarla savaşmak imkansız!’’ diyorlardı. Musa’ ya söz veren ikisi kavmine ‘’Allah buyurdu! Neden savaşmayacaksınız?’’ diye soruyordu. Bel’am bu kez bir kuşun üstündeydi. ‘’Ey Musa! Sen ve rabbin savaşın! Biz buradayız!’’ diyen sesleri işitti. Gökyüzünde Kenan devlerinden korkup savaşmayan kavmin Tih çölündeki 40 yılını seyretti. Bel’am bu kez bir taş parçasıydı. Üzerine basılan ayaklara karşılık, Musa ‘nın kalbindeki hüznü hissediyordu. Musa ve müminler toplanıp geliyorlardı. Atlarının nal seslerini, Kenan devlerinin korkudan çırpınan kalp atakları bastırıyordu. Bir süre önce gördüğü, gökyüzündeki meleklerden sayısızca orduya katılmıştı. ‘’Yeryüzünde bu orduyu yenebilecek hiçbir şey yok!’’ diye düşündü.. Bel’am bu defa kılıçtı ve yavaşça kınına girdi.

Rüyadan uyanan Bel’am ter içinde kalmıştı. Bir süredir kendisinde gördüğü olağanüstülüklerin ilk defa bir yararı olmuştu. Kenan devlerine vereceği cevap hazırdı. Kafasını yastığa tekrar koyduğunda kararı kesindi.
Gün ışıdığında bahçeden Kumandan’ ın sesi duyuldu:
-Ey bilge kişi! Ey derdimize deva Bel’am! Söyle cevabın nedir? Komşuların senden yardım bekliyor.

Bel’am yavaş adımlarla dışarı çıkıp herkesin duyabileceği şekilde haykırdı:
- Yanlarında melekler bulunan bir peygambere ve ona inanan müminlere beddua edemem! Helak olurum!

Kumandan bu cevabı beklemiyordu. Askerleri arasında homurdanmalar oldu. Arkadan ihtişamlı bir dev daha çıkageldi.
-Selam ey bilge kişi! Ben Şah! Sana emrediyorum! Bize yardım et! Yoksa karını öldüreceğim!

Bel’am dönüp karısına baktı. O da kapının eşiğinde ona bakıyordu. Bu devler bir insanı kolaylıkla öldürebilirdi. Ama Allah’ ın peygamberine nasıl karşı gelecekti?

Şah bahçeye birkaç adım attı. Kılıcını kaldırıp karısını işaret etti:
-Ya ben onu alacağım!

Sonra da sandığı gösterdi:
-Ya da sen onu alacaksın!

Bel’am yumruklarını sıktı. Tam bağıracakken karısı arkasından omzunu yakaladı:
-Eğer dediklerini yapmazsan beni bir daha görmeyeceksin Bel’am! Ama yaparsan zengin olacağız! Hem bir dua sana ne eksiltecek? Aksine kazanacaksın!

Bel’am karısının sözlerine inanamadı. Bu defa karısının hayatı ile bu hikayedeki rolü arasında kaldı. O an içine bir şüphe tohumu düştü ‘’ya gördüklerin birer hayalse Bel’am?’’ Olduğu yere çöktü.. Bir süre düşündükten sonra fısıldar gibi konuştu:
-Tamam dua edeceğim.. Musa Allah’a yakarmak için dağa çıkmış. Biz de Husban dağına çıkacağız. Orada dua edeceğim.. dedi.

Şah ve kumandan birbirlerine bakıp gülümsedi. Askerler devasa sandığı bahçeye döktü. Altın ve mücevherler sabah güneşiyle parıldıyordu. Karısı hemen koşup altınları elbiselerinin arasına doldurmaya başladı. Kenan devleri birbirleriyle konuşurlarken, karısı ganimeti can havliyle toplamaya girişmişti. Bel’am birşeylerin göğsünden tutup gittiğini hissetti. Arkasını dönüp yaralı köpeğe baktığında yine aynı koridora girdiğini hissetti.

Köpeğin gözleri de ona bakıyordu. Köpek yine dile geldi: ‘’Helak olacaksın Bel’am!’’

***



Şah ve beraberindekiler önde eşeği ile dağın yamacından çıkan Bel’am ‘ı takip ediyorlardı. Husban dağının çorak topraklarını ezen devler, kendi aralarında bu adamın ne tür kerametler gösterdiğini konuşuyorlardı. Eğer kendilerine dua eder, Musa ve kavmine beddua ederse yine duası kabul olacak ve savaşı kazanacaklardı.

Bel’am eşeğin üzerinde giderken gökteki meleği, kızıldenizi, altınları gözünün önüne getirdi. Nedense altınların gökteki melek kadar parlamadığını o an farketti. Sonra bir anda yere yuvarlandı. Üzerinde gittiği eşek yere çökmüştü. Bel’am arkasından gelen kafileye baktı. Acaba düştüğünü görmüşler miydi? Her duası kabul olunan adam olarak bu devlerin kafalarında farklı bir imajı vardı. Eşekten düşmüş görüntüsü buna zarar verebilirdi. Hemen toparlanıp eşeği kaldırmaya çalıştı. Fakat eşek inat etti. Bel’am dayanamadı orada bulduğu bir değnek ile eşeğe vurmaya başladı. Devler yaklaştıkça bu basit sorunun onlar tarafından nasıl karşılanacağı endişesi de artıyordu. Daha hızlı vurmaya başladı hayvana.. Nihayet hayvan tekrar kalktı. Bel’am eşeğe yerleşip tırmanışa devam etti. Bir süre sonra eşek tekrar yere çöktü. Bel’am bu defa temkinliydi. Ani bir hamleyle eşekten düşmeden yere atladı. Bu defa eşeği hiç kaldırmaya çalışmadı. Değneği çıkarıp tekrar dövmeye başladı. Eşek neden sonra ayağa kalkabildi. Bel’am durumun garipliğine anlam aramak istemedi. Sadece bir an önce bu iş olup bitsin istedi. Dağın dik yamaçlarına yaklaştığında eşek yeniden yere çöktü. Bu kez Bel’am değneği çıkarıp tüm hıncıyla eşeği dövmeye niyetlendi. Tam o sırada eşeğin gözlerine takılı kaldı gözleri. Şeffaf bir koridor eşek ile arasında bir bağ kuruyordu. Eşek dile geldi:
-Ya Bel’am! Kime gidiyorsun? Allah ‘ın peygambere karşı mı geleceksin? dedi.

Bel’am artık ne yaptığını bilemiyordu. Eşeği dövmeye başladı. O kadar çok dövdü ki eşek oracıkta ölüverdi. Devler arkadan Bel’am ‘ı yakalamıştı. Ne olduğunu sormak istemediler.. Onlar da bir an önce şu duanın kabul edilmesini bekliyorlardı.

Bel’am devlerin kendisini göreceği bir kayanın üzerine çıkıp ellerini semaya açtı. Yapacağı şey çok basitti. İsm-i azamı dile getirecek ve devlerin düşmanı galebe çalmasını isteyecekti. Devler Bel’am’ı dikkatle izliyorlardı. Bel’am yaratana yalvardı:
-Ya Rab! Sen bu Kenan devlerine galibiyet gösterme! Kulun ve elçin olan Musa ‘yı ve kavmini muzaffer eyle!

Kenan devleri gözlerini açmışlardı. Kumandan elini kılıcına götürdü. Şah çoktan ani bir hamleyle Bel’am ‘ı yakalamıştı. Şahın sinirden ağzından köpükler çıkıyordu.
-Ne yapıyorsun be adam?! Bizim aleyhimize, Musa ‘nın lehine dua ediyorsun!!!

Devler şaşırmıştı ama onlardan daha çok şaşıran birisi daha vardı: Bel’am. Elini ağzına götürüp az önce olanları anlamaya çalıştı. Böyle olmaması gerekiyordu. Devlerin galip gelmesini isteyecekken ağzından tam tersi çıkıvermişti..

Kendisini yakalayan dev ellere aldırmıyordu:
-Bunları ben söylemiyorum, Allah söyletti bana!! Dil benim değil!! dedi..

O sırada Şah elindeki yaşlı adamı iğrenç birşey tutmuş gibi yere fırlattı. Şah gördüklerine inanamıyordu. Bel’am ‘ın dili uzayıp çenesinden sarkmış göğsüne değiyordu. Bel’am konuşamıyordu. Sadece soluk alıp veriyordu. Bu halini görünce aklına yaralı köpeği geldi.

İçinden ‘’ne dünyalığım kaldı ne ahretliğim..’’ diyerek içindeki var olan herşeyi kaybettiğini hissetti. İsm-i azamı hatırlayamadı. Hiçbirşey hatırlayamadı. Konuşamıyordu. Dili göğsünün üzerine sarkmıştı.
Şah kılıcını çıkarıp Bel’am’a doğrulttu:
-Madem işime yaramayacaksın, önce seni sonra da karını öldüreceğim! diye haykırdı.

Bel’am için herşey bitmişti. Bir anda heybesine yönelip bir deri parçası çıkardı. Üzerine birşeyler yazmaya başladı. Şah kılıcını kaldırmış öylece bekledi. Bel’am kağıdı Şah’ a uzattı. Şah okudu:
-Musa’ nın ordusunu dünyada hiçbir güç yenemez! Ama bir tuzak kurabiliriz. Böylece ordu dağılır ve siz kurtulursunuz. Yapacağınız tek şey güzel kadınları allayıp pullayıp karşı orduya göndermek.
Şah plana güvenmese de elinde başka bişey yoktu:

-Pekala köpek gibi soluyan adam! Bu tuzak işe yararsa sağ kalacaksın, yoksa ölümün kılıcımdan olacak! dedi.

Bel’am büyük bir dereceyi kaybettiğinin ve şeytanın pençesinde olduğunun farkındaydı. Bu tuzağa nasıl düşmüştü? Koca bir sandık dolusu altın onu kandırmamıştı ama karısının ölümünün ihtimali bile onu bu tuzağa düşürmüştü. Tepesinde Şah’ ın kılıcı parıldarken içinde büyüyen bir karanlık hissetmişti. Bu defa onun dediğini yapacaktı. ‘’Madem ki ben kadın için bu yoldan saptım, Musa’ nın kavmi de sapacak!’’ demişti.

***

Şah, Bel’am’ın dediğini yaptı. Musa kavmini uyarmasına rağmen ordudan bu kadınlarla ilişkiye girenler oldu. Bir anda korkunç bir salgın başgöstermeye başladı. Ordunun hemen hemen tamamı bu salgında öldüler. Musa bu salgından sonra ordusunu geri çekmek zorunda kaldı.

Şah bu durumdan çok memnun oldu. Dili dışarda köpek gibi soluyan Bel’am’ ı serbest bıraktı. Bel’am bu defa şeytanın fitnesine tutulmuştu. Allah’ a karşı kin ve nefretle doldu. Evine gittiğinde köpeği dışarda sokaktaki çocuklarla oynarken buldu. Yakalayıp gözlerine bakmaya çalıştı. Ancak çocuklar dili göğsüne kadar sarkan ve köpek gibi soluyan adamı gördüklerinde gülmeye başladılar. Bel’am çocuklara aldırmadı. O koridorun oluşmasını bekledi. Ama olmadı.. Köpek Bel’am’ a bakıyor ama eskisi gibi tepki vermiyordu. Köpek ağzını kapatmış masum gözlerle bakarken, dili dışarda Bel’am kendisinin ondan daha köpek olduğunu düşündü.

***
"Onlara, kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat; âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı, en sonunda da helak olanlardan oldu.Ve eğer dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, fakat o alçaklığa saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık onun ibret verici hali o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, âyetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice anlat, belki biraz düşünürler."
Araf 175-176
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan