RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

26 Ocak 2014 Pazar

Derin İttifak

Tarih: 2 Kasım 1995

Haliçte balık tutanlar arasında yerini alan Hüseyin K. oltasını bırakırken kimsenin kendisini tanımamasını olağan karşıladı. Doğal ortamlarda, doğal davranış biçimleri sergileyen kişinin tanınma ihtimali hemen hemen yoktu. Etrafındaki balıkçılar teker teker balıkları çekerken kendi oltasına takılan hiçbirşey yoktu. Ama o muhatabını bekliyordu. Dinlenme ihtimaline karşı böyle kalabalık bir mekan düşünmüştü. Az ileride taksiden inen genç kızı görür görmez tanıdı. Şapkasının altından gözleriyle etrafı tekrar kolaçan etti. Genç kız yanına gelip bir süre öylece durdu. Hüseyin K.’nın konuşmasını bekledi. 

Adam gözlerini oltadan ayırmadan yalnızca ikisinin duyacağı şekilde konuşmaya başladı:

-Sabancı Center.. Temizlikçisin.. Zamanı geldiğinde sana dokunacağız. Yarın başlıyosun.

Genç kız çok şaşırmış görünüyordu:

-Nasıl yani? Bildiğimiz Sabancı mı?

Hüseyin K. devam etti:

-Evet küçüğüm. Karargahın emri. Bugünler için yetiştirildin. Yarın git hemen başla

Genç kız verilen emri hemen yerine getirmek için arkasını dönüp kendisini bekleyen taksiye yöneldi. Bir adım attıktan sonra durup olduğu yerde adama seslendi:

-Karargah senin gibi bi polisi neden kullanıyor?

Hüseyin K. kendisini pervasızca sorgulayan genç kıza sinirle döndü. Tepkilerine hakim olmalıydı. Derin bir nefes alıp tekrar oltasına bakarak cevap verdi:

-Burda mesele ben değilim Fehriye! Denileni yap! Sorgulama!

Fehriye arkasını dönmeden kendisini bekleyen taksiye bindi ve uzaklaştı.
Hüseyin K. ‘nın oltası hareketlendi:

‘’Balık oltaya düştü’’ diye düşündü

***

Tarih: 22 Aralık 1995

Mustafa, rüzgardan bile korunaksız barakada ateşin başında yatarken yaşadıklarını düşündü. Silahı ilk defa eline almıştı. Uzun süredir belinde taşıdığı silah kendisine inanılmaz bir özgüven aşılıyordu.  Jandarma Komutanlığı önünde kendisine kimlik soran iki eri vurarak kayıplara karışmıştı.

Cinayetten hemen sonra en yakın karakola teslim olduysa da, ‘’Koca Amir’’ adıyla bildiği emniyet mensubu onu karakoldan çıkarmış ve içi boş kiralık bir daireye bırakmıştı. Her akşam ihtiyaçları kapısına getiriliyordu. Ancak apartmandaki söylentiler gittikçe artmıştı. Yaklaşık 1 ay sonra başka bir daireye geçti. Ordan da başka bir mekana.. Hiç bir yer güvenli değildi ama ‘’Koca Amir’’ bu işi halledeceğini söylemişti. Bir kaç aydır da kaçak hayatı yaşıyordu. Özgür mü değil mi bilmiyordu. Bir yandan Koca Amir’e minnet duyarken, bir yandan da su ve soğuk geçiren barakasına bakıp ondan nefret ettiğini düşündü. Tam uykuya dalacakken telefonu çaldı. Arayan Koca Amir’ di. Mekan değiştirileceği zaman arardı ancak.. Ateşin yanına iyice sokuldu:

-Alo?
-Mustafam iyi misin?
-İyiyim Koca Amir. Bu baraka biraz su sızdırı..

Koca Amir sözünü kesti:

-Tamam tamam neredeyse bitirdik. Yakında sana bir görev vereceğim.
Mustafa anlayamamıştı:

-Anlamadım ne görevi?

Koca Amir ’in sesi ciddileşti:

-Sana birkaç aydır yardım ediyorum. Bana bir söz verdin hatırlıyorsun herhalde..

Mustafa karakoldan çıkarken Koca Amir’in sözünü hatırladı.
‘’Bugün sana yardım ediyorum ama günün birinde senden de yardım isteyeceğim. Bugün, o gün için''

-Bu gün o gün mü? diye sordu

Koca Amir cevap verdi:

-Yarın her zamanki mekana gel.. Seni biriyle tanıştıracağım. Fehriye diye genç bir kız. Sizi mekana sokacak.. siz de işi bitireceksiniz.

Mustafa elini saçlarında gezdirdi:

-Sizi mi? Bir kişi daha mı var a... k...?
-Orası benim bileceğim iş. Sen işini yap psikopat!

Telefon kapandı. Mustafa koskoca emniyet mensubuna böyle argo konuştuğu için utandı. Ama ağzından çıkıvermişti işte. Bir suikast planlanıyordu. Çok önemli birisi vurulacaktı. Ondan sonra tamamen özgür olacağı söylenmişti. ‘’Peki ama kim bu 3. Kişi?’’ diye düşündü

***

Tarih: 2 Ocak 1996

İsmail ağabeyinin tornacı dükkanında her zamanki rutin işleriyle meşguldü. Akşam olmuş, mesai bitmiş ve evlere gitmek için hazırlık yapılıyordu. Ağabeyi dükkandan çoktan ayrılmıştı. İsmail etrafı toparlarken demir kepenk tıkırdadı. Birisi gelmişti. ‘’Herhalde yolda kalan birisi’’ diye düşündü.

Demir kapının paslı penceresinden dışarıya baktı. Sokak lambasının aydınlattığı kapının önünde şapkalı birisi vardı.

-Buyrun? Kapalıyız.. dedi

Şapkalı adam demir pencereye doğru döndü:

-Yabancı yok! Ben Hüseyin.. dedi.

Demir kapıyı tutan ellerini sanki sobaya basmışlarcasına çekti. Gelen kişiyi tanıyordu. Karanlık bir polisti. Her türlü insanla bağlantısı vardı. Emniyet arasında ‘’Koca Amir’’ olarak biliniyordu.

1 yıl öncesiydi. Gazi olaylarında mahalleler birbirine girmiş. Ölümler ardı ardına yaşanmıştı. Alevi sünni gerginliği benzeri görülmemiş bir kaos yaratmıştı. Kendisi ve ailesi gösterilerde yer almamalarına rağmen kapı ve pencereleri taşlanmış ve kapıları zorlanmıştı. Öfke patlaması o kadar büyüktü ki, içeri girebilselerdi, belki tüm ailesi yok zarar görebilirdi. İsmail telefonla polisi arayıp yardım istemişti. Daha telefonu kapatır kapatmaz kapıdakileri dağıtıp ailenin hayatını kurtaran Hüseyin K. adındaki Koca Amir’di. Daha sonra her hafta aileyi ziyaret eden Koca Amir adeta bir aile dostu olmuştu. İsmail bu ziyaretlerin bağlı oldukları Bektaşi Dergahı ile ilgili olduğunu anlayabilirdi. Ama Koca Amir’in kendisine özel ilgisine hiç anlam verememişti.

Şimdi gecenin bu saatinde ne için gelmiş olabilirdi? ‘’Hayrolsun’’ diyerek kapıyı açtı.

Koca Amir ağır adımlarla zayıf ampülün aydınlattığı tornacı dükkanına girdi. Etrafa biraz bakındıktan sonra İsmail’e baktı:

-Eee? İşler nasıl?

İsmail bu adamı hep karanlık bulmuştu. Bu ziyareti hayra alamet değildi. Bu onu tedirgin etti.

-Ehh işte.. Yuvarlanıp gidiyoruz.. diye ortalama bir kelam etti.

Koca Amir İsmail’e yaklaştı:

-İsmail şimdiye kadar sana ve ailene sınırsız yardım ettim doğru mu?
İsmail tereddütsüz cevap verdi:

-Evet.. çok sağolun

Koca Amir:

-Bundan sonra da vereceğim inan bana.. Amaaaaa... tek bir şartla..
İsmail herşeyin bir diyeti olduğunu biliyordu.

-Nedir? deyiverdi.

-Biliyorsun ben bir emniyet mensubuyum. Yakında bu işlerden elimi eteğimi çekip akademiye geçeceğim. Ama devletime hizmetim halen devam ediyor. Bana bir görev verildi. Birinin öldürülmesi gerekiyor. Ve bunu ben yapamam..

İsmail gözlerini açarak:

-Ne demek istiyosun Hüseyin abi? Ben mi öldüreceğim?

Koca Amir kendinden emindi:

-Elbette. Düşünsene aileni ve dergahınızı sınır tanımadan koruyabilirim. Veya aynı şekilde yok edebilirim. Yapabileceğimi biliyorsun değil mi?

İsmail duyduklarına inanamadı. Tehdit ediliyordu!

-Hayır! Polislere söylerim! Seni ihbar ederim! Her polis senin gibi değil!
Koca Amir ciddileşti:

-Ara! Hemen şimdi ara! Hatta dur ben arayım mı? Kendimi ihbar edeyim? Elimin nerelere uzanabildiği hakkında bi fikrin var mı çocuk?

İsmail tezgahın üzerinde duran alet edavata baktı. İçten içe Koca Amir’i yok etmek istedi.

Koca Amir kapıya doğru yöneldi:

-Yarından itibaren dergahınız mimlendi. Bundan sonra her gün birini hapise sokacağım. Önce abinden başlarım. ‘Gazi olaylarında parmağı var’ diyeceğim..
İsmail yutkundu:

-Abimden uzak dur!

Koca Amir gülümsedi:

-Yarın bir mesaj yollarım. Adrese gel. Arkadaşların seni bekliyor olacak.
İsmail iyiden iyiye korkmuştu:

‘’Arkadaşlarım mı?’’ diye düşündü

 ***



Tarih: 9 Ocak 1996
Saat: 08:15

Özdemir Bey koltuğunda rahatsızdı. Muhattabının içtiği her yudumda sanki kendi kanı içiliyor gibi hissediyordu. ‘’The First Gentleman’’ olarak bilinen bu adam, hem ülkenin başbakanının kocası hem de Çukurova Grubunun CEO’su idi. Silah sektöründe söz sahibi olup, orduya silah satmak için hazırlıklarını sürdüren grubuna ortaklık teklif ediliyordu. Bunu kabul etmemişti. Gentleman bundan rahatsız olduysa da belli etmemişti. Şarabı yudumladıktan sonra masaya bıraktı. Şimdi doğrudan kendisine bakıyordu. Özdemir Bey kendisine doğrulan gözbebeklerinden rahatsız oldu:

-Bu kadar beyfendi.. Kabul etmiyoruz. Silah sektöründe ortağa ihtiyacımız yok.
Gentleman sabırlı birisiydi, ısrar edecekti:

-Fakat Özdemir Bey.. Grubunuz daha önce bir çok alanda ortaklığa gitti. Sermayeniz bu sayede büyüdü değil mi?

Özdemir Bey kravatını gevşetti:

-Neden bu kadar ısrar ediyorsunuz anlamıyorum.. Onlar stratejik ortaklıklardı. Bu ise sizin keyfiyetiniz!

Gentleman gülümsedi:

-Otomotiv ve petrokimyada ortak olduğunuz Japonlar kadar hatrımız yok demekki..

Özdemir Bey sesini yumuşattı:

-Özür dilerim beyfendi. Ağabeyimin bu konudaki görüşünü biliyorsunuz. Silah sektörüne gireceğiz ve ortak istemiyoruz.. En azından şu an için..

Gentleman gözlüğünü çıkarıp masanın üzerine bıraktı:

-Ama düşman istiyorsunuz! Otomotiv sektöründeki atağınız Koçlar’ı ziyadesiyle rahatsız ediyor! Üstelik silah sektöründe de onlara rakip olmak niyetindesiniz! Bu pastayı size tek başınıza yedirmezler beyfendi!

Özdemir Bey:

-Kararımız kesin.. Sizin veya Koçlar’ın tehditlerine boyun eğecek değiliz. Sizlerin aksine biz yerli sermayeyiz. Evelallah bunun da altından kalkarız!

Gentleman gözlüğünü masadan alıp taktı. Şarabın son yudumunu da bitirdi. Ayağa kalkıp üstünü düzeltti.

-Biliyormusunuz beyfendi? İnsan bazen stratejik kararlar alabilmeli. Misal beni düşünün.. Ben ülkenin idaresini karıma verilmesini kabul ettim. Üstelik tanrı aşkına karımın soyadını taşıyorum.. Böylece tüm kontrolün onun elinde olduğunu zannetmesini sağlıyorum. Perde arkasındaki aktörlerden sadece biriyim.. Bir fedakarlık, başka kazançlara yol açabilir. Koçlar’ın özellikle Japonlarla birlikte yürüttüğünüz otomotiv işinde sizler için birkaç senaryo düşündüğünü duydum. Yargı ve emniyet mensupları da bu tezgaha dahil olacaklar. Onları durdurmak veya görmezden gelmek, bugün bu plazada yapacağınız fedakarlığa bağlı..

Özdemir Bey ayağa kalktı:

-Bu da ne demek oluyor! Her gün tehdit ediliyorum! Çok şükür cesaretimiz de var korumamız da!

Gentleman gülümsedi:

-Şu emekli asker, koruma şefine güveniyorsan gülerim.. Her hafta onu kimlerin ziyaret ettiğini biliyor musun? Generallerle konuşuyor adam her gün aç gözlerini! Veli Küç..

Özdemir Bey elini kaldırarak Gentleman ‘in sözünü kesti. Sonra da kapıyı gösterdi:

-Bu kadarı yeter beyfendi.. Daha fazla dinlemek istemiyorum.
Gentleman kapıya yönelip dışarı çıktı. Özdemir Bey kravatını gevşetip koltuğa kendini bıraktı.

Telefonu eline alıp düğmeye bastı:

-Nilgün Hanım? Haluk Bey’e haber verin.. Acil toplanıyoruz.

***

Tarih: 9 Ocak 1996
Saat: 09:45

-Gençler? Hazır mısınız?

Soruyu soran ‘’Koca Amir’’ Hüseyin K. idi. Birbirlerini tanımayan iki genç arabada oturmuş, bugün yapacakları suikast hakkında endişeli görünüyordu.

Koca Amir:

-Sakin olun gençler! Fehriye size yolu gösterecek! 5 aydır orada çalışıyor.. Onu oraya ben yerleştirdim. İçeriye girip kim varsa işini bitireceksiniz.. Ama kim varsa! Arkada canlı kalırsa sizi koruyamam!

Mustafa ve İsmail’in gözleri yerdeydi. Yapacakları işin büyüklüğünü düşünüyorlardı.

Koca Amir devam etti:

-Bana bakın! Planı iyice ezberleyin! Binanın giriş ve çıkışları kontrolümde. Kameralar çalışmayacak. Güvenlik görevlileri yok! Çocuk oyuncağı resmen!
Mustafa kafasını kaldırıp sordu:

-Vurduktan sonra bizi nereye götüreceksin?

İsmail ortağının cinayetten değil, kaçacağı yeri merakından dolayı endişeli olduğuna şaştı:

-Ortalık yatışana kadar sizi Marmara’da bir adada tutacağım. Koçlar’ın küçük bir adası.. Oraya polis baskın yapamaz. Bir süre orada kalacaksınız. Sonra sizi alırım.

İsmail söze girdi:

-Ne yaptı bu adam? Suçu ne?

Koca Amir çocuğa gülümsedi.

-Bir çok kişiyi kızdırdılar. Birincisi güneydoğu ve kürt sorunu hakkında açıklama yapıyorlar, düşman kazandılar.. İkincisi silah sektörüne dahil olmak istiyorlar, düşman kazandılar.. Üçüncüsü kendisine getirilen ortaklık tekliflerini geri çeviriyorlar, düşman kazandılar.. Daha ne olsun?

İsmail kızıyordu artık:

-Mafya mısın sen? Tetikçi mi? Emniyet mensubu değil misin? Kanun değil misin?

Koca Amir sinirlendi:

-Evet adalet benim.. kanun benim.. ama ölüm de benim.. kaos da benim.. Bu kişisel birşey değil oğlum anlasanıza! Devlet büyüklerimiz bunu emrediyorlar! Emre itaat esastır! Sorgulamadan! Şimdi daha fazla uzatmayın da şu cesaret haplarınızı alın.. Giriş kapısından sonra Fehriye size silahlarınızı verecek. Onu takip edin.. Sizi direkt adamlara götürecek.. Hadi..

İki genç istemeyerek de olsa arabadan inip Sabancı Center’a yöneldi. Giriş kapısında onları genç bir kız karşıladı. Bir poşetten iki silah çıkarıp ellerine tutuşturdu. Çok sakin görünüyordu. ‘’Beni takip edin’’ dedi.. İki genç temizlik görevlisini takip etmeye başladı..

***

Televizyonların canlı yayın araçları iş merkezinin önünde sıraya dizilmişlerdi. Ülkenin ilk 3 büyük şirketlerinden birisinin yöneticisi ve 2 çalışanı hunharca bir cinayete kurban gitmişlerdi. Televizyonu kapatan adam telefonu açtı:

-Tamam. Artık memnunsunuz değil mi?

Telefondaki ses cevap verdi:

-Çok teşekkür ederim efendim. Bundan sonra otomotivde söz sahibi olacağız!
Adam telefon konferansındaki diğer isime seslendi:

-Memnunsunuz değil mi?

Telefondaki ses cevap verdi:

-Memnun olduk elbette.. Ancak çekincelerimiz var. Çocuklar nerede? Ne olacak bu Koca Amir? Bizi ifşa edebilirler mi?

Adam sakindi:

-Hafazanallah öyle birşey olmaz. Çocuklar acemi ama bizim elemanlarımız profesyoneldir. Bakın mesela şu psikopat olan ikisini öldürdükten sonra dönüp alevi çocuğa sen de vur demiş. Bu vurmayınca Koca Amir giriyo İsmailin silahıyla sonuncusunu bitiriyor..

Telefondaki ses sordu:

-Koca Amir ‘in böyle acemilerle işi ne? Şimdi ne olacak?

Adam cevap verdi:

-Koca Amir İsmail’i adada yok etmiş.

Telefondaki ses:

-Benim adamda böyle şeyler....

Adam devam etti:

-İsmail konuşabilirmiş. O yüzden yok edildi. Mustafa’yı temelli suriyeye gönderdik. O genç kız var hani.. temizlikçi.. hah.. Fahriye.. Onu da avrupaya çıkardık. Arkada kimse sizi ifşa edemez.

Telefondaki  ses ikna olmamıştı:

-Peki ama ya Koca Amir? Bi gün canına eser de itirafçı olursa?

Adam muhattaplarının sakin olmamasını anlıyordu ama bu konuşma gittikçe canını sıkmaya başlamıştı.

-Yakında Amerikaya gideceğim. Ben yokken arkadaşlar Koca Amir’i de temizleyecekler. Ülkede her gün trafik kazalarından binlerce insan ölüyor.. Olayı bizim savcılarımıza vereceğiz..

Telefondaki sesler tatmin olmuştu:

-Peki.. sessiz sedasız bir trafik kazası olsun..

Telefonu kapatan adam televizyonu tekrar açtı. Gazetecilerin cinayeti aydınlatma çabalarını izledi ve içinden düşündü:

''Belki de Cumhuriyet tarihin en çok konuşulan kazası olur..''
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan