Yusuf Ziya
hoca oğlunu kucağına almış, kendisini dikkatle
dinleyen üniversite öğrencilerine amfide Metod dersi veriyordu. Öğrenciler
önceleri bu durumu garipsese de hocanın samimiyetinin akademik dünyada bir eşi
daha yoktu. Zira anlattıklarını anlamayan oğluna dönüp ‘’sen de amma antika
adamsın ha’’ diyerek amfidekileri kahkahalara boğmuştu. O sırada cep telefonuna
bir mesaj geldi. Saatine baktı. Öğrencilerine ‘’hadi bakalım paydos’’ dedi.
Kendisi de kalkıp çantasını toparlamaya koyuldu. O sırada öğrencileri çıkarken
hocasına selam veriyor, Yusuf Ziya hoca ‘’hadilen atsineği!’’ veya ‘’yürü len
öküz herif!’’ diyerek çocuklara takılıyordu.
ODTÜ
üniversitesi o gün sıradan bir gün yaşıyordu. Yusuf Ziya hoca çocuğunun elinden
tutmuş koridorda ilerledi. Bu avrupai çocukların ‘’muhafazakar’’ olarak bilinen
bir sosyoloji hocasını sevmesi kağıt üzerinde zordu. Ancak Yusuf Ziya hoca bunu
çoktan başarmıştı. Odasına geçtiğinde cep telefonundaki mesaj kutusunu açtı.
Okuduğu zaman ensesinden bir ter damlasının kaydığını hissetti. Mesajı sil
seçeneğine girdi. Silmeden önce bir kez daha göz gezdirdi. Ekranda ‘’merdiven
hazır’’ yazıyordu. Mesajı siler silmez oğluna baktı. Kimbilir onu bir daha ne
zaman görecekti..
***
Sağır oda
olarak bilinen yerde 4 amerikalı görevli beşgen bir masa etrafında
oturuyorlardı. Kendilerine çalışmaların bir an önce nihayete varması
emredilmişti. Toplantıya başkanlık eden kişi ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı
Thomas A.Ferrell ‘dı. Ferrel etrafındakilerle 6 aylık bir çalışma yürütmüştü.
Hepsi temsil ettikleri gruplar tarafından yönlendirilmişti. Sağında yine ABD
Dışişleri Bakan Yardımcısı Goli Ameri, solunda ABD Dışişleri Bakanlığı Küresel
Eğitim Programları Direktörü Paul Hiemstra ve tam karşısında yine aynı
bakanlıktan ingilizce dili programları dairesi direktörü John Connerly vardı.
Ferrell beşgen masadaki son boş sandalyeyi göstererek sordu:
Ferrell beşgen masadaki son boş sandalyeyi göstererek sordu:
-Baylar? Son
adamımızda emin miyiz?
Masadaki
herkes olumlu manada kafalarını salladılar. Ancak mevkiidaşı Goli Ameri söze
girmek için elini kaldırdı. Ferrell ‘’buyrun’’ diye kabul etti. Ameri burnunun
ucuna kaymış gözlüklerini biraz yukarı kaldırıp muhattaplarına döndü:
-Baylar.. Adam
Türkiye’de saygın bir üniversitenin sosyoloji bölümü başkanı.. Yeterli derecede
ingilizcesi de var.. dedi
Dil
Programları Dairesi direktörü Connerly başıyla onayladı. Ameri devam etti:
-Adam bu iş
için biçilmiş kaftan.. Fullbright programına başkan yardımcısı yaptık tanrı
aşkına! artık neyi tartışıyoruz ki? İsmi verelim gitsin!
Ferrel söze
girdi:
-Bay Ameri..
Adamın CV’sindeki bir eksiklikten dolayı düşünüyor değiliz. Bizim görevimiz
programla en iyi şekilde uyuşacak bir isim vermek. Ancak unutmayalım ki bu
yüzyılı aşkın mazisi olan bir program. Öyle sıradan bir adamı getirip bu masada
oturtamayız.
Connerly elini
kaldırıp söz istedi:
-Adaylar
arasından Chicago Üniversitesi’nden burs kazanan başka bir isim yok..
Ameri sordu:
-Yani? Ne
alakası var?
Ferrel
açıklama yapma gereği duydu:
-Chicago
Üniversitesinin kurucusu John D.Rockefeller ‘dir.
Ameri
sinirlenmeye başlamıştı:
-Tamam da bu
bizim özgür bir karar vermemizi engellememeli..
Connerly:
-Dostum şu
hayatta bazen senden büyük şeyler vardır. 20 yıl önce Rockefellerlar bir adama
burs veriyorlarsa bu bir yatırımdır.
O ana kadar
suskun bir şekilde bekleyen ABD Dışişleri Bakanlığı Küresel Eğitim Programları
Direktörü Paul Hiemstra söze girdi:
-Yani demek
istiyorsunuz ki biz burada kimi seçersek seçelim.. Büyük Graham Fuller kimi
dilerse onu programa dahil edecek!
Ferrel:
-Baylar.
Burada güç dengeleri mevcut. Hepimiz Amerikan topraklarındaki güç odaklarını
temsil ediyoruz. Ortak kararımız hepimizin yararına olacaktır. Ben oyumu bu
Türk’ten yana kullacağım.. İtirazı olan?
Ameri yutkundu
ama masadakilerden ses çıkmadı. Ferrel önündeki kağıda birşeyler yazarken
gülümsedi:
-Yusuf.. Yani
Aziz Joseph.. İsa babamızın dünyevi babası.. Kabul edilmiştir!
***
Yusuf Ziya
Hoca göreve geldiğinden bu yana Yüksek Üniversite Kurulu’nda sessiz bir günü
geçmemişti. Geçen 1 yılda o samimi, sevecen tavrından eser kalmamıştı. Asabi
bir idari amirden farksız gibiydi. İçeride kurumdaki muhalifler, dışarda
gazeteciler ve her an haber beklediği Amerikalı dostlar.. Her gün kendisine
‘’ben bir akademisyenim, burada ne işim var?’’ diye soruyordu. Ancak cevabı bir
yıl önce üniversite kampüsündeki odasında silmişti. Burası vaad edilen ‘’merdiven’’di..
Burası bir
merdivendi. Basamakları teker teker çıkan kişi, sonunda idealine ulaşırdı.
Merdiven’in hep bir vakıf veya bir siyasi örgüt olacağını düşünmüştü. Bu kuruma
gelişi, acaba tesadüfen miydi? Yoksa planlı bir iş miydi? Ortağı olduğu
istatistik firmasının Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verdiği desteği düşünürse, planlı
bir seçim olduğu açıktı. Ama hala kafasında soru işaretleri vardı.. Kendisine
söylendiğine göre Cumhurbaşkanı kendilerinden değildi. Nasıl böyle bir atamaya
izin verilmişti? Başörtüsü yönündeki paralel görüşten dolayı mıydı? Yoksa
Cumhurbaşkanlığının üstünde bir karar mekanizması mı vardı?
Yusuf Ziya
Hoca bunları düşünürken uçağı Washington’a iniş yapıyordu. Muhattapları onu
karşılayacaktı. Kendisine eşlik eden heyetinin yanısıra, anadolu ajansı
muhabirleri de uçaktaydı. Ziyaretin amacını; “Türkiye'de yeni açılan
üniversitelerde ingilizce okutman sayısının artırılması, ABD üniversitelerinin Türkiye'de
kampus açması, uzaktan eğitim ve Fullbright bursunun artırılması konuları üzerine
görüşüleceği” şeklinde özetlemişti.
Uçaktan inip
kendisini bekleyen arabasına bindi. Amerikalılar kendilerinden beklenmeyecek
derecede kibar konuşuyorlardı. Yusuf Ziya Hoca merkezi başkentte bulunan Eğitim
ve Kültür Bürosuna geçti. Kendilerini bekleyen 4 amerikalı ile tokalaşıp basına
fotoğraf verdiler. Ardından ‘’güvenlik’’ nedeniyle sağır odaya geçileceğini
söylediler. Yusuf Ziya Hoca sadece söylenenleri yapıyordu. Yürüyerek dijital
kodlu bir kapıdan geçtiler. Ortada beşgen bir masa vardı. Her bir üye masada
yerlerini aldı. Yusuf Ziya Hoca da boş koltuğa yerleşip tekrar selam verdi.
ABD Dışişleri
Bakan Yardımcısı Thomas A.Ferrell hocaya bakarak konuşmaya başladı:
-Size verilen
dosyada programın ana hatları mevcut. Sormak istediğiniz noktalar varsa bizlerin
size her konuda destek vereceğimizi bilmenizi isterim.
Hoca kendisine
verilen 8 sayfalık gizli dosyayı incelemişti. Bahsedilen program ODTÜ ve
Amerikan üniversitelerinde polis enstitüsü açılması ve üniversiteler arası
koordine çalışmaktan ibaretti.
Hoca söze
girdi:
-ODTÜ ‘de bir
polis enstitüsü açılması teklifinizi rektör Ömer Bey’e götürdüm, kabul etti.
Üniversitede ‘’Uluslararası Güvenlik ve İnsan Hakları Araştırma Merkezi’’mizi
açacağız. Bunun için Emniyet Genel Müdürlüğü ile de gerekli anlaşmaları yaptık.
Beşgen masadaki
amerikalılar akıcı ingilizcesiyle konuşan bu adamı sevmişlerdi. ABD Dışişleri
Bakanlığı Küresel Eğitim Programları Direktörü Paul Hiemstra:
-Mükemmel..
Oldukça hızlısınız bayım. Ama amerika hep ilk yapandır, biz de Kuzey Teksas
Üniversitesinde benzer bir enstitü kurduk. Sadece imzanızı bekliyor.. dedi.
Yusuf Ziya
Hoca temkinliydi:
-Güzel. Yani
anlaşılan o ki, polisimizi eğitim amacıyla Teksasa göndereceğiz. Ne
öğrenmelerini amaçlıyoruz? dedi
ABD Dışişleri
Bakan Yardımcısı Goli Ameri’nin yüzü asıldı:
-Tanrıaşkına
bayım.. Dosyada okuduğunuzu zannediyorduk..
Yusuf Ziya
Hoca gülümsedi:
-Dosyada
protestolara katılım, kolluk kuvvetlerine
yardım analizleri, politik retorik, terörizmin
sosyal boyutları gibi konular var ama.. ben başka birşey soruyorum: ne
öğrenmelerini amaçlıyoruz?
Paul Hiemstra
bu adamın zeki olduğunun farkındaydı:
-Saygıdeğer
beyfendi.. elbette dosyada sadece bilinmesi gerekenleri yazdık. Siz bu ayrımı
anlayabilecek derecede zeki birisisiniz. Akademik kariyeriniz ilham verici..
Yusuf Ziya
Hoca gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovuşturdu. Sohbetten sıkılmış bir hali vardı:
-Baylar.. ben
övgülerle kandırılamayacak kadar da zeki biriyim. Şimdi lütfen birisi bana bu
polislerin eğitim süreci boyunca alacağı derslerin neden kurumumca
denetlenmeyeceğini, eğitmenlerin neden haberalma teşkilatınızla doğrudan
bağlantılı olduğunu söyleyebilir mi?
İngilizce dili
programları dairesi direktörü John Connerly ‘nin sesi yumuşaktı:
-Ulusal
güvenliğe çok farklı açılımlar getirecek yeni bir grup yetiştirmeye çalışacağız.
Hem akademik, hem uzmanlık alanı olan.. Böylece ülkeler arası güvenlik
biliminin altyapısı yetişecek.. Buradan eğitim alan güvenlik mensupları terörle
mücadelede üst kademelerde yer alacaklar..
Yusuf Ziya
Hoca:
-Müfredata
hakim değiliz. Bizim adamlarımızı bize karşı kullanmayacağınızı nerden
bileceğiz?
Ferrell’in
sabrı kalmamıştı:
-Bayım. Burası
bir pazarlık masası değil. Graham Fuller’in emri altındayız. Siz de Pensilvanya
‘dan tembihlisiniz.. İşi yokuşa sürmek anlamsız..
Yusuf Ziya
Hoca yutkundu. Bahsi geçen isimleri çok iyi tanıyordu. Şansını zorlamak
istemedi:
-Müfredatı
öğrenme hakkımı saklı tutarak, programa katılmayı kabul ediyorum. Sormak
istediğim tek bir soru kaldı.. Bu gençlerin gelişi gidişi ve buradaki faaliyetlerini
sağlamak için burs sağlanmalı..
Paul Hiemstra
parmağını şıklattı:
-Tam adamını
buldunuz bayım. O işi olmuş bilin. Utah Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi
polisinizi bekliyor.
Yusuf Ziya
Hoca tarihi bir kararın altına imza attığının farkındaydı. İşler ters
gittiğinde bütün oklar kendisine doğru çevrilecekti.
Goli Ameri
imzayı atan hocaya bir hediye paketi uzattı:
-Dostluğumuzun
bir göstergesi olarak kabul edin. Nadir bir parçadır. Pipo kullandığızı
duydum..
Hoca paketi
açmadan çantasına bıraktı:
-Çok
teşekkür ederim. Aslında bıraktım ama.. Yine de teşekkür ederim.
EDIT:
Enstitü 2 için tıklayın
Enstitü 3 için tıklayın
EDIT:
Enstitü 2 için tıklayın
Enstitü 3 için tıklayın