RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

24 Aralık 2017 Pazar

Kazara Kadın

Hani suç bastırmak, olayı odak noktasından uzaklaştırmak için bazı kalıplar kullanılır.. 


Misal bir trafik kazası olmuştur, arkadan vuran kadın, bir de inip bağırmaya başlar. Zaten sinir stres ile dolusundur, "suç sizde bir de bağırarak konuşmayın" dersin.

Cevap, konu ile alakasız ve çevreden destek toplama gayreti içindedir:

"Ben kadınım!"
"Ben anneyim!"



Ulan kimse sana sen nesin, kimsin, doğurganlığa sahip misin diye sormuyor ki.. İşin garibi; bu savunma sistemi az gelişmiş kültüre hitap eder. Olayı hiç görmeyen bi taksici durup: "Bağırmasana ulan KADINa! Geçmiş olsun bağyan.." der.

Bak ne oldu? 8'de 8 suçlu o.. Bağıran o.. Destek toplayan o.. Neden? Çünkü "o bir kadın" veya "o bir anne"

Milletvekili dokunulmazlığı mı lan bu her b*ku yedikten sonra kendini aklayabileceğinizi zannediyorsunuz?

Bak sen o kadına "polis bekleyelim" desen, arabada bekleyen çocuğunu kucağına alıp emzirmeye başlamazsa hiç bir şey bilmiyorum.. Veya bir yaşlı varsa, torpido gözünden ilaçlarını çıkarıp kaza tutanağına bırakacaktır.

Olay tamamen trafik ile ilgili değil miydi? "Ne oluyoruz?" demeden araya diğer şoförler, esnaflar filan girer. "Hadi kardeşim, anlaşın polis molis uğraşmayın" diyerek gönüllü arabuluculuk yapma çabasına girer. Neden? Çünkü hiç bir erkek, kolay kolay bir kadının gözyaşını görmezden gelemez. Kadın bunun pekâlâ farkındadır ve bu kozu sonuna kadar oynar. Çevrede toplanan kalabalık ne kadar çoksa, zekâ seviyesi de o kadar geri çekilir.Sen elini cüzdanına atıp, kimliğini çıkarırken kadın "ne yapacaksın? dövecek misin bir de!" derse hepten s*çtın demektir. "Huuoop bilader ayıboluyo!"cular etrafına kümelenmeye başlar. Bak ne oldu şimdi? Olmayan cinsiyetçilikle başlayan olaylar, olmayan kadına şiddete evrildi..

"Ben bir kadınım!" haykırışları ne kadar yüksekse -ki kadınların çok yüksek seviyelere ulaşabileceğini tahmin etmek zor değil- etki alanı da genişler. "Kadın mı? Karı var la!" diyen kekolar da uzaktan sesini duyup, görmediği olay mahaline intikal eder. Bir giriş selamı olarak "ulan o*ospuçocuğu..." ile başlayan cümleyi duyduğunda; kaza şoku, kendini ifade edememenin verdiği sinir katsayısı ve edilen küfür sınırları aşar ve patlama noktasına gelir. Ağzından kekoya çıkardığın "Ne diyon lan sen!?" kelime öbeği, karşı tarafta "emanet" denilen bıçakla karşılanır. Keko bıçağını çeker, vücudundan geride tuttuğu bıçak, baygın gözlerle, en afilli tehdidini savurur. Araya girecek muhtemel agresif abilerle arasında bir itiş kakış başlar. Ne oldu? Olay toplumsal bir kavgaya dönüşmek üzere..

Bütün bunlar olurken, o "kadın", o "anne" ne yapmaktadır? İyi niyetli ya kendisi.. Bu defa seni korur gibi "aaa ne gerek var bunlara" diyerek, insanların zihinlerine "bak nasıl da iyi niyetli kadın kaza yaptığı adamı savunuyor" algısı yerleştirir.

Küçük çaplı kavga dağıldığında, artık her çözümü kabullenecek bir ruh hali ile bir an önce oradan uzaklaşmak istersiniz. Kadına bir miktar kaza bedeli öder hızla uzaklaşır bunları unutmaya çalışırsınız.

Tez, kadının bariz suçlu olduğu..

Anti tez, kadının "ben KADINIM" dolayısıyla haklıyım savunması..

Sonuç: Kaos..

Ölümü gösterip, sıtmaya razı etme stratejisi olan:

Sentez, olayı herhangi bir şekilde sonuçlandırma..

Bu olayda iradesini koruyan, planını gerçekleştiren ve bunu yaparken taraftar toplayabilen kadın olduğu için, illüzyona bakın ki aslında onun lehine sonuçlanan olay berabere bitmiş gibi görünüyor..


Son günlerde FETÖ ve yardakçılarının en çok dile getirdiği "şu kadar kadın hapishanede.." veya "şu kadar bebek içerde özgürlüğüne ağlıyor" dramasının ardında -terörist başının talimatını saymazsak- aynı psikolojik altyapıyı kullanma gayreti, aynı acındırma ve aklama metodu gizli..

Kimse bir bebeğin hapishanede olmasından, bir kadının, bir annenin özgürlüğünün kısıtlanmasından yana değil ama sizin orada olmanızın, bu nedenlerle bir ilgisi yok.

Sizin söndürdüğünüz hayatlarla,
hain işbirliklerinizle
ve islamdaki takiyenizle ilgisi var..

20 Aralık 2017 Çarşamba

Kediyi Sev, Hacca Git



Babam fıkra gibi anlatırdı..

Adamın biri, bir arkadaşının evine ziyarete gitmiş. Konuştukça konuşmuş, muhabbet uzadıkça uzamış. Misafir adam da habire "ben hacca gideceğim" diyip duruyormuş.. Her muhabbetin sonunun misafirin "ben hacca gideceğim"ine bağlaması bir yana, gece ilerleyen saatler de göz kapaklarını ağırlaştırmış.. Ev sahibi "bu gece bizde kal?" diye teklif etmiş en son. Misafir de "yok ben hacca gideceğim zaten" diye cevap verince ev sahibi dayanamamış:

- E mübarek sen şurdan şuraya evine gidemiyorsun, hacca nasıl gideceksin? :)

"Dostlar alışverişte görsün" derler büyükler.. Bazen sadece "bilsinler" istersin. Kendine bile itiraf edemediğin kadim bir yalandır bu. İyi niyet, güzel ahlâk, dürüstlük, samimiyet, sadakat bazen kendimizi olduğumuzdan daha iyi gösterme çabamıza hizmet eder.

Ama bizi bilen biliyordur.. O yüzden sanal dünyalarda saklanırız. Nickname'ler, avatarlar, rütuşlanmış bir retrica profil fotoğrafı eşliğinde, olduğumuz değil olmak istediğimiz insanı göstermek isteriz. Bilemiyorum.. Bu yazı bile, bu bilinçaltına hizmet ediyor belki de.. Belki de "küçük hatalarımızı itiraf edişimiz, insanları büyüklerinin olmadığına inandırmak içindir" sözünün altını dolduruyorum. Aynı fasit dairenin içinde, birbirine bakan aynalardan kendimi göstermeye çalışıyorum.


***

Hz.Peygamber Uhud seferinde, ordunun yolu üzerinde yavrularını emziren bir kedi görür. Alemin iftahar tablosu, bu güzelliği bozmamak için kedilerin başına bir nöbetçi diker, ordusunu etrafından dolaştırır. Dönüşte nöbetçinin söylemesi üzerine sahipsiz olan birisini yanına alır ve büyütür. Bu kedinin üzerine rivayet edilen onlarca hadis rivayet edilir. Örnek olması dolayısıyla da, müslümanın canlılara karşı davranış şeklinin çerçevesini oluşturur. "Yerdekilere merhamet ediniz ki, göktekilerden merhamet umun" denir.


Yakın zamanda bir askerin, bir kediye uyguladığı akıl almaz şiddeti, hayret ve acıyla izledim. İnsan odur ki, dilerse meleklerden üstün, dilerse hayvandan bile aşağı olur. Bu katili ikinci kategoriden değerlendirdik tabi..

Daha sonra sosyal medyada verilen tepkileri, dernek ve kuruluşların açıklamalarına baktım ve yine akıl almaz bir gerçekle karşılaştım:

Elbisesinin üstünde uyuyakalmış kedisi Müezza uyanmasın diye, usulca elbisenin ucunu kesip kalkan peygamberin ümmetiyim diyenden çok; laik, ateist, deist yaşayanların kedi beslemesi ne gariptir..

Sorsan müslümanın bahanesi, hayvandan çok muhtaç insanlara değer verdiği bir de.. Bir kedinin sorumluluğunu alamayanlar; yılda bir İHH'ya sadaka gönderdi, şeker bayramında 4 TL'lik SMS gönderdi diye hümanizm kasıyorlar..

Sen kapının önündeki canı görsen; kafanı kaldırdığında, sokağın ucunda, kucağında bebek bekleyen Suriyeli kardeşini de görürsün zaten..

"Bir insanı sevmekle başlayacak herşey.." diyor Sait Faik..


"Bu dünyayı sevgi kurtaracak" diye tamamlıyor Zülfü Livaneli..

ve ekliyor İclal Aydın:

"Bu dünyayı sevgi kurtaracak.. Bir insanı sevmekle başlayacak herşey.. ve derken karıncaya gelecek sıra.."

9 Aralık 2017 Cumartesi

Neyse Halin O Çıksın Falın

Dünyada olup bitenler, her ne kadar kısa vadeli kararlar gibi görünse de, aslında çok daha uzun bir senaryonun sahneleridirler.

Dünyanın en güçlü lobisi olan siyonistler, bilindiği gibi kendilerini seçilmiş, üstün millet olarak görürler. İnandıkları kitaplardaki kehanetlerin gerçekleşmesi için de ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazırdırlar. Amerika'nın keşfinden bu yana, dünyada olup biten her gelişmenin ardında, bu kehanetlerin gerçekleşmesi için gerekli hazırlığı görürsünüz. Bir ülkenin yıkılması, bir diğerinin doğması.. Bir ülkenin parçalanması, bölünmüşlerin birleştirilmesi.. Alınan her karar, atılan her adım ve değişen tüm siyaset; bu güruhun kitaplarında yazılanların gerçek olması içindir. Siyonistler ve onlarla ortak paydada buluşan batının evanjelik üstün tabakası, dünyanın uzun yıllardır dünyanın kaderine yön vermektedirler.

Popüler kültürde illüminati, tapınak şovalyeleri gibi kadim örgüt isimleri ile anılsalar da, onlar aslında dünya ekonomisine yön veren şirketler topluluğudur. Dünyayı kapüşonlu, kedi kesen, maskeli, gizemli adamlar değil; lüks takım elbisesi ile gökdelenlerde aldığı kararlarla, holding sahipleri yönetir. Bu yönetici kadronun neredeyse tamamı, siyonist veya evanjeliklerden oluşur. 1 doların arkasındaki piramitte, bir petrol şirketinin logosunda, bir gazetenin adında, bir arabanın ambleminde onları görebilmemizin sebebi onların ''biz çok güçlüyüz ve her yerdeyiz'' algısını yönetme biçimidir.

İşte size anlatacağım bu analizde de yer alanlar, bu uzun soluklu senaryonun sadece birer sahnesi..

The Economist 'in 2017 kapağına bir bakalım mı?

Neyse halin o çıksın falın..
Gizem, insanın yaratılışı gereği çekicidir. Leonardo Da Vinci'nin Son Yemek tablosu, sanatseverler dışında herkes için sıradan bir resimdir. Ancak popüler kültürde bir yazar çıkıp, 300 sayfalık bir kitap yazar ve bu tabloda gizli mesajlar olduğunu öne sürer. Tüm dünya, artık birer sanat tarihçisi, sembolbilimci olmuştur. Konu öyle ilgi çekicidir ki, üzerine filmler, belgeseller, röportajlar yap yap bitmez. Çünkü ardında bir gizem vardır ve içgüdüsel olarak insan, gizem çözmeye çalışmakla meyillidir.

Bunu çok iyi bilen The Economist, bütün yıl oyalansın diye insanlara bir oyuncak verir. Tarot kartları şeklinde sunulan kapak sayısında, fal gereği gelecek öngörüsünde bulunmuştur. Gizem ilgi çekicidir ama onu laboratuvar faresi haline getirmemizin sebebi The Economist'in sahiplerinin yukarıda anlattığımız sözde irade olmasıdır. Tıpkı 1 dolar'ın üzerindeki semboller gibi, sembolleri gözümüze gözümüze sokarak adeta meydan okumaktadırlar.

Gelelim tarot kartlarına..

Solunda komunizm bayrağı, sağda haçtaki isa figürü..
Economist kapağı hazırlarken, her kartın çiziminde orjinal kartlarda değişiklik yaparak, ikinci bir kartın izlerini bırakır. Bu yöntem, hem mesajı güçlendirecek hem de elimize verilen oyuncağı daha uzun ömürlü yapacaktır. Kule, Hristiyanlığın Babil kulesini temsil ediyor. Yani Avrupa Birliği..

Sittin sene almadılar, bundan sonra da bizi AB'ye AL-MA-YA-CAK-LAR
Zaten babil kulesi şeklinde inşa edilen parlamento binası, AB'nin bir Hıristiyan birliği olduğunu kanıtlıyor..

Tepesine inen şimşek Luka 10:18'e ithafen şeytanın ta kendisi. Yani AB yıkılıyor. Bir tarafında Ruslar, Çinliler.. Diğer tarafında Katolik dünyası.. Yani AB dağılacak diyor Economist...

Saçına tükürdüğümünün...
Yargılama Günü kartını anlatmaya bile gerek yok. Trump dünyanın üstünde bir tahta oturuyor. Yani "dünyaya rağmen" imparatorluk asası ve küresiyle bazı kararlar alacak.. İç politikada sıkışan Trump, hem siyonizmin siyasi lobi desteğini arkasına almak, hem de oluşabilecek skandalların önüne geçmek için geçtiğimiz günlerde Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak resmen tanıdığını açıkladı.

Dah diri dit dit dah diri dit dit dah diri dit dit diiiri..

Yargılama Günü kartının gerçek tarot kartı ise çok ilginç.. Resimdeki melek bir trompet çalıyor. İlginç olan meleğin sarı saçları ve trompetin ingilizce TRUMPet olarak yazılması..

Allah belanı versin İsrail!..
Bizi ilgilendiren kısım planlanan Armageddon (Bakınız: Gog Magog) savaşını düşündürüyor: Trump'ın İsrail'i sürüklediği dünyada (nükleer) ölümler var.

Burada bir parantez açayım: Amik Ovası denilen bölgenin, bu kehanetlerde yeri çok büyük. Bu yüzden kıyamet savaşının başlayacağı yer olması dolayısıyla, savaş başlamadan önce orada etnik bir temizlik yapılması korkusunu yaşamıyor değilim. Bu savaş başlamadan önce şehirler bombalanabilir, on binler hayatını kaybedebilir. Allah korusun diyerek biz devam edelim..

Yıldızlardaki tipler kimler diye bakmana gerek yok.
Sözde ''Yeni Dünya Düzeni''nde kaybedilen değerli hayatlar..

Star kartının tarot karşılığı umut, gelecek ve yeniden yaratılış.. Ancak Economist'in kartındaki dünya, artık o bildiğimiz mavi gezegen değil. Yıldızlardaki silüetleri seçmeye çalışırken yeryüzünün yeni halini görmemişiz.. Dünya artık kızıl gezegenden farksız görünüyor

Dünya kırık...
Bir mesele de şu: Hermit.. Yani keşiş.. Kim bu adam ve tüm bu olayların arasında işi ne? Bir ara ona Fethullah Gülen diyen de oldu ama alakası yok. Hemen söyleyeyim: O şahıs, Loretto Keşişi.. Tom Zimmer adında bir hristiyan..

Yazık, tipe bak iki büklüm oturmuş..
Kendini dua ve yardımlara adamış dindar bir hristiyan.. Hikaye aşağı yukarı şöyle: 1980'lerde Vatikan St.Peter's bazilikasının kapanması gereken bir kapısı vardır. Papa, kapının arasını tuğla ile örülmesine karar verir ve her dindar hristiyan bir tuğla bağışlayacaktır.. Keşiş Zimmer, bağışladığı tuğlanın adını Donald J.Trump olarak kayıtlara geçirir. Bağışı Trump adına yapmıştır. Görevli kişi Dr.Cohen "bir New York playboyu adına bağış mı yaptın?" diye sorar.. Zimmer kendinden emin bir şekilde:

"İnan bana Claudia, Trump Amerika'yı lider olarak tanrıya götürecek kişi, bunu biliyorum" der..

The Hermit kartı, sahnelenen oyunda Zimmer'in kehanetinin gerçekleşeceğini anlatıyor bize..

Bir papaz, motivasyon olsun diye bunu youtube'ta açıklamış ama olayın tarihsel boyutu gerçek. Zimmer, planlanan oyunu biliyor muydu? Gerçekten mi rüya gördü? Yoksa öylesine bir isim yazıp, Trump başkan olduğunda bunu lehte mi kullanıyor bilemiyoruz.


Yukarıda da söylediğim gibi Economist 'teki her kart, aslında ardında bir kart daha barındırıyor. Hepsine değinirsek konu uzar gider. Şimdi Hermit kartına geri dönün ve vadide ilerleyen adamların ellerindeki armalara bakın, 8 yane. 8 arma, tarottaki "Eight of Cups"a atıf.. Anlamı da, keşiş "her ne olursa olsun" hedefinden vazgeçmez ve olacak hiç birşey fikrini değiştirmez. Bu da dünyada her ne olursa olsun, Kudüs gibi, "Trump'ın kararlarından asla vazgeçmeyeceği" anlamına geliyor. Hermit kartındaki kırılan dünya figürü de bunun kanıtı..


En çok merak edilen The Magician, yabi Sihirbaz kartı için de kısaca anlatayım: Bu karaktere Tayyip Erdoğan diyenler oldu ama değil. Sihirbaz kartı kendine güven ve küstahlığı temsil eder. Bir Sihirbaz ilüzyon yapar ve izleyiciye doğa kanunlarını aşabileceği yanılgısını yaşatır. Bir sihirbaz boş bardaktan su akıtabilir, bir üfleyişte ateşi güvercine çevirebilir, kendini bir yerden başka bir yere nakledebilir. Kartımızdaki sihirbaz, 3D yazıcı ile 4 elemente değil, VR gözlüğü ile dijital dünyaya hükmediyor. Bu hakimiyet, tabi ki Bitcoin gibi kripto sanal para birimlerinden geliyor. Sanal para birimlerinin yaygınlaşması, gerçek para birimlerinin değerini düşürecek ve bu sanal varlıklar global ekonominin tek sahibi olacak. Ancak bu bir handikabı da beraberinde getiriyor: Tek merkezden manipüle edilebilecek bir para birimi kölelik sistemidir..


Peki sihirbaz kim? Fotoğrafa zoom yapın ve ağız ve çene yapısına daha dikkatli bakın.

Evet o, bitcoin'in yaratıcısı Craig Wright..


2 Aralık 2017 Cumartesi

Süper Kahraman Olmak Ya Da Olmamak

Fantastik bilim kurgu, süper kahramanlı türde bir hollywood filmi izliyorsunuz.. 



Esas oğlanımız başta ezik, pasif ve iyi ahlaklıdır. Etrafında gelişen olumsuzlukları görse de, kendisinde onu değiştirebilecek gücü bulamamıştır. Hikaye gereği bir bilim kazası veya teknoloji sayesinde süper güçler kazanmıştır. Süper güçlerini acemice kullanışlarındaki komik anları gülümseyerek seyrederiz. Esas oğlan, bu güçleri kötülüğü yenmek için kullanmaya karar verdiğinde, seyirci de karakteri içselleştirmiş olduğundan heyecan duyar. Çünkü bilinçli veya bilinçsiz, karakterin ezik, pasif ve dünyayı değiştiremediği zamanları kendimizle eşleriz. Süper güçler kazandığında ise onun her gelişimini haz duyarak seyrederiz. 


- Seni geberticem Pitır Parkır! Çünkü ben okulun en iyi futbolcusuyum taam mı?

Sonunda süper kahraman kostümünün son haliyle, geceyi yaran siren ve kavga sesleri arasında karizmatik bir şekilde şehri izlediği an, çocukların sırtlarına pelerin takıp koltuktan koltuğa atlattıran iç güdüyü besler. Sinir devrelerinin algı duyularımızdan omurilik soğanına kadar zerk ettiği bu küçük senaryo, bilinçaltı hafızamızda önemli bir yer edinir. 


- Gotham gibi yer, ben Batman'a gidicem Alfred..
Filmi izledikten sonra, bize mantıksız gelen, ama çok da sorgulamadığımız bazı noktalar olur. Örneğin her süper güç sahibi esas oğlan ''güçlerini saklı tutar'' Peki neden? Öyle ya? Uçabilip görünmez olabiliyorsan, havadaki elektronları tutup şarj edebiliyorsan filan bunu neden gizleyesin? Karşımıza iki türlü hollywood klişesi çıkar:

1- Beynimi açıp beni bir laboratuvar faresine çevirirler.
2- Bana ucube derler


Ergenlik zor karşşim... Yıpratma kendini bu kadar :)
İlk seçenek biraz mantıklı dursa da, herhangi olağan dışı güçler sergileyen kişinin zapt-u rapt ile laboratuvar faresi yapılması pek akılcı değil. Düşünsene Yetenek Sizsiniz'e katılıp ''Acun abi ben uçabiliyom'' diyip Kocaeli üniversitesi amfisinde havada bir tur attın diye, Tübitak seni tutuklattırıp laboratuvarda beynini karpuz gibi açacak mı? Bunun bir benzeri bile yokken, bu bir paranoyadan öte bir şey değil. Üstelik bu paranoyayı bilinç altımıza işleyen de bilim tarihi değil, bizzat Hollywood'un kendisi.

İkinci seçenek ise çok daha garip. ''Bana ucube derler'' 

- Zaaaa! Ucuubee! Ucuubee! Işınlanabiliyo! Saaalaak! Saalaak!

Hollywood'un özellikle lise ve üniversite çağında okul hayatındaki gruplaşmaları hayatın bir gerçeği gibi sunması ve popüler olmakla doğru orantılı bir kast sistemini izlettirmesi klişesine alışığız. Özellikle okullardaki zorbalığın artık birer kadroya dönüşmesi ve zorbanın genellikle fiziksel olarak daha güçlü, pek de zeki olmayan, okulun beyzbol, basketbol veya amerikan futbolu takımının en iyi oyuncusu olması da tam bir klişedir. Esas oğlanımızın bu abilerin itiş kakışını içine atması, moraran gözünü annesine ''kaza oldu'' diyerek gurur kasması ve açılamadığı aşkı Jennifer'ın bizim ''nerd'' oğlanımızı görmezden gelip futbolcu zorbayla çıkması artık harbiden klişeden kusmamızı sağlıyor.

Özel güçlere sahip olduğunda bunu ara ara kullanarak güven tazeleyen esas oğlanımız, yine de kendini gizlemeye devam ediyor. Sokağa çıktığında çöpü dökerken fırlayan kediden korkan oğlanımız, kahraman kostümü ile karanlık bir sokağa dalıp çanta çalmakla meşgul dayaksever suçluları marizlerken zerre tırsmıyor, ancak açığa çıktığında ona ''freak'' demesinler diye iki kimlik arasında türlü taklalar atıyor. ''Nedir abi kim ne derse desin lan! Sesten hızlı uçuyorum oğlum, ucube lafını bi tarafına monte ederim, saçını bozarım futbolcu Eric'' diyemiyor, şişko zenci bir ezik bulup kimliğim ortaya çıkmasın diye kendisine stepne Robin yapıyor iyi mi?


- Şimdi kimlik değiştiricem kimse tanımıycak! Gölgelerin gücü adınaaağğ! Hah oldu!

Buraya kadar artık her süper kahraman filminden birer sahne canlanmıştır gözünüzün önünde. Peki hiç düşündünüz mü? Hollywood bu iki klişe gizlenme nedenini, neden bize zerk ediyor? 


- Doğrusal fotonları elektromanyetik dalgalarla çarpıştırıp gözümden lazer çıkartıyorum!

diyen bir kahraman adayına:

+ Öyle mi? Süper kahraman olmalısın!

diyenini tecrübe edeniniz var mı? 

Genellikle ne derler? 

+ Aman bunu kimse duymasın noolur nolmaz. Herkes gibi hayatına devam et!


- Havada durdum, şahitlerim var.
+ Mike bey naapyorsunuz?
Allah tarafından yaratılan her beyin, her karakter, dna'sında farklı yetenekler taşır. Bunlar süper güçler değildir belki ama olağandışılığın sınırlarını zorlar. Efsanevi yazarlar, deha ressamlar, eşsiz matematikçiler ve unutulmaz sanatçılar bu dna kodlarını hayatına geçirebilen kişilerdir. 

Her birimizin eşsiz bir yeteneği var ama onu kullanabilip geliştirebileceği sosyal ortamı, zamanı, parası olmadığından henüz habersizsiniz. 

Örneğin ben..11 yaşımdan beri önüme koyulan oyuncak orgta istediğim parçayı çalabiliyordum. Nota ve müzik bilgisi olmadan, sadece 1 kere dinlemem parçayı çalabilmemi sağlıyordu. Orta okulda flüt verdiklerinde istediğim parçayı çalabildiğimi fark ettim. Lise sonda elime ilk kez saz aldığımdan 10 dakika sonra Deli Yürek jeneriğini icra ediyordum. Üniversitede ''en zoru kanun enstrümanı'' dediklerinde Veda Busesi'ni çalmam 2 dakikamı aldı. Köydeki davulcunun yanında zurna ile Kurtlar Vadisi Cenderesini, otel resepsiyonunda emanet kemanı kapıp bir arabesk parça çalmam çok daha kısaydı. Bu olağandışı yeteneğin ne olduğu sorusuna cevap veremeyişim üzerine düşünmeye başladım. Herkes müzik dinliyordu ama ben müzik dinlediğimde gözlerimin önünde iki boyutlu inişli çıkışlı bir grafik görüyordum. Öyle ki işin matematiğini çözmem sayesinde kimi sanatçıların benzer kalıpların üzerine farklı şarkılar icra ettiğini fark ettim. Konudan sapmamak için buralara değinmeyeceğim. Ama işte böyle.. Tesadüflerin karşıladığı noktalarda enstrümanlarla buluşmam olmasaydı, bu yeteneğimi keşfedemeyecektim. 

Zamane çocukları çok daha şanslı. Ellerinin altındaki imkanlar sayesinde sahip oldukları yetenekleri çok daha hızlı bir sürede çözüp, üzerine gidebilir ve daha kolay geliştirebilirler. Geliştirmeliler de.. Oralarda kaybolup giden bir yazarın yazamadığı bir kitap, söylenmemiş bir şarkı, görülmeyen bir resmin kime ne faydası var?

Ancak hollywood böyle değil. Siz bu süper güçleri, keşfedilmiş yeteneğiniz olarak düşünün. Ne diyor hollywood bilinçaltınıza?

- Sıradan ol.. Herkes gibi ol.. Normal görün.. Çıkıntılık yapma.. Süper güçlerini (yeteneğini) gizle.. Çünkü kimse seni anlamayacak.. Garipseyecekler.. Dışlanacaksın..

Oysa öyle yapmayacaklar dostum. Aksine alkışlayacaklar, omuzlarda taşınacaksın belki, şanlı bayrağımızı ecnebi illerde göndere çektirip ''Türkiye seninle gurur duyuyor'' nidalarıyla sevinç gözyaşlarına boğulacaksın belki de.. Cumhurbaşkanı seni anında telefonla arayıp tebrik edecek, başbakan ev ziyaretinde emekli anne babana ''ne kadar özel bir evlat yetiştirdikleri için'' teşekkür edip nezaket ziyaretinde bulunacak lan! Soyadın tarihe kazınacak kim bilir? Naim Süleymanoğlu gibi bir iş yapacak, kırdığın rekor 28 yıldır kırılamayacak olamaz mı kardeşim?


Hollywood'un sana pompaladığı ''kahraman bekle'' temasından sıyrıl kardeşim. Bizim tarihimizde kahraman beklemek değil, kahraman olmak var. Kahraman bekleyen yığınları, kahraman olmaya teşvik etmek var. 15 Temmuz köprüsünde  kafasının üstünden mermi geçen insanların hazin hallerini görüp ''İnsan bir kere namusuyla ölür'' diyip mermiye göğüs germek ve verdiğin ilhamla ülkene hain darbeyi önlemek bile var. 

İsmin anılmasın, bilinmesin ne var? İstanbul'u fethederken yerin altında patlayan isimsiz lağımcılardan olsan bile peygamber övgüsüne mazhar olmak var..
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan