RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

27 Kasım 2018 Salı

Evvel Zaman Günceleri: 2044

Yıl 2044.. Ay'da düzenli bir koloni inşa edildi ve ABD'nin 61.eyaleti ilan edildi. ABD bayrağındaki yıldızlara bir ay figürü ilave edildi. Bu Amerikalılar ekonomik olarak çöküşte ama zamanında bütün yatırımı uzaya yaptıklarından, bu alan halen onların kontrolünde. Hatta sizin yılınızda kurulan ABD Ordusunun Uzay Kuvvetleri sayesinde, Ay yörüngesinde konumlanan diğer dünya devletleri cüzi bir miktarda geçiş ücreti vermek zorunda. Karşılığında uzayda lojistik destek hizmeti ve yönünü şaşıran astreoidlere karşı korunma elde ediyorlar. Sinema sektörü ve uzay, ABD'nin en önemli geçim kaynağı olarak kendini gösteriyor. Öte yandan Çin ve Hindistan da bu alanda ABD seviyelerine gelmek için birbiri ile yarışıyor. Türkiye yönünü henüz yukarıya, uzaya doğru çevirmiş değil. Basit uyduları kendimiz gönderebiliyoruz, hatta Rus uzay üssünde bir ofisimiz bile var ama ABD 'nin geldiği seviyeye gelmek yıllarımızı alacak.


Paradoks dediğinin bilimsel bi adı olur.. Dikotomidir, Theseusdur.. Büyükbaba paradoksu mu olur allasen?

Ay'daki düzenli kolonide yaşam devam ediyor ve yeni doğan çocukların kimlik belgelerinde Alfa/ Ay yazıyor. Düzenli kolonide ilk gönderilenlerde bazı çocuklar da vardı. O çocuklar büyüdü, çocuk sahibi oldu. Sonra onların da çocukları oldu ilk nesil dede oldu. İşte bu son doğan 3.nesilde bazı kalıtsal rahatsızlıklar gözlendi: Vücut derisinde pigmentler mutasyona uğramış, deri renkleri kül gibi gri olmaya yüz tutmuştu. Ayrıca göz bebekleri dedelerinden çok daha büyüktü. Alfa'nın bilim adamları bu gözbebeği rahatsızlığının gelecek nesillerde daha da ilerleyeceğini öngörüyor. Bu büyük göz bebekleri çocuklarda uzağı daha iyi görmelerini sağlarken, yakın mesafede tam tersi etki yaptı. Ayrıca gün ışığında ağrı çekiyorlar, karanlıkta kedi gözü gibi parlıyordu. 6 yaşında olan ilk gri Alfa vatandaşının otizmli olduğu keşfedildi. Ancak çocuk, bakmadan daha önce seyrettiği dünyanın aydan görüntüsünü eksiksiz olarak ışık tabletine çizebiliyordu. İnsanoğlu bu mutasyonun, insanlığın yeni bir evresi olabileceği ile bir hastalık olduğu arasında kararsız kaldı. Alfa valisi çıkarttığı bir kararname ile Alfa'lı grilerin kendi kararlarını vermesi gerektiğini ve bu polemiğin çocukların büyüdüklerinde ne olacağını gördükten sonra son bulacağını açıkladı ve griler hakkında yayın yasağı koyuldu.

Alfa'yı ilk ziyaret eden Türk, Meksika Uzay Ajansında çalışıyordu. Çoğunlukla ispanyolca yaptığı yayının bir yerinde, gri çocuklara bakıp "tövbe estağfurullah" dediği duyulunca Alfa valisi tarafından deport edildi. Türk, bunun grileri hor gördüğü için değil Türkçe ifade kullandığı için olduğunu söyleyip olayı ırkçılığa taşıdı. ABD ile yıllarca mücadele eden Türkiye, Meksika vatandaşı olan bu adamı savundu ve Türk Uzay Ajansına davet etti. Daveti kabul eden Türk, kısa zamanda yükseldi ve Ajansın direktörü oldu. Bu defa direktör sıfatıyla Alfa'ya yeniden diplomatik ziyarette bulundu. Alfa gazetecileri, "griler hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye tuzak bir soru sorunca bizimki "tövbe.." deyip gülümsedi. Bu an dünyada yılın kapağı gibi algılandı ve Türkiye'de grilere "tövbeliler" denmeye başlandı.

Dünya büyük savaşın ardından enerji krizini de çözünce, savaşlar çoğunlukla sona erdi. Sizin zamanınızdakine benzer bir Birleşmiş Milletler Konseyi var ve bu barışı korumakta oldukça kararlı. Enerji krizi, Danimarka asıllı bir Fizikçi tarafından çözüldü. Güneş ışığından yüksek enerji elde edebilme yolu keşfedildiğinde, küresel ısınmanın faydalı bile olabileceği keşfedildi. Bozulan atmosferi doğal yapısına çevirmek için bu enerji ve uluslararası koalisyon devasa yatırımlar yaparak zarar minimize edildi. Kontrol altına alınan buzullar ve okyanusaltı akıntılar, küresel bir doğa koruma programı olarak kabul edildi. Dünyalılar, birbirini yemeyi bıraktığında ayak bastıkları gezegeni kurtarmayı akıl edebildiler ama mavi gezegen kurtarılmak istenmiyor gibiydi. İnsanoğlu türünün devamı için küresel planlar geliştirdiler ama bu defa manyetik alan değişimleri yeni gelişen teknolojiye zarar vermeye başladı. Yaşlı dünya, git gide yok olmak isterken bir grup afrikalı bilim adamı Mars'ın Yeni Dünya olabileceği fikrini ortaya attı. Ay gibi sakin bir arka bahçe değildi belki ama bu fikir olası dünyanın sonu senaryolarında kimilerinin kurtulmasına yardımcı olabilirdi. NASA bu görevi yapabilecek tek güçtü ama bunu stratejik olarak kabul etmeyeceğini söyleyince plan rafa kaldırıldı.

Gelişen sadece teknoloji değildi. Yemenli bir su satıcısı, doğaüstü güçlere sahip olduğu görüntüler veriyordu. Bir örtünün altında duran Yemenli su satıcısı, örtüsünün altına giren zihinsel engellileri örtünün altından çıkardığında sağlığına kavuşturuyordu. İnanılmaz görüntüler, umut tacirliği yapan fırsatçılara yaradı. Yemenli'nin yaşadığı şehre para karşılığı yasa dışı göçmenleri taşıyanlar olunca, şehir bu engelli, hastaları kaldıramayacak duruma geldi. Canlı yayında bu rezaleti çeken dron yayın aracının kamerası Yemen'linin örtüsünün alev aldığını kaydetti. Yanan örtünün altında Yemenli'nin cesedi bulunamayınca, umutsuz halk oraya bir mabed inşa edip hastalarını oraya getirmeye başladılar. Elbette hiç bir sonuç alamadılar. Yemenli'nin kayboluşunun ardından 3 yıl geçmişti ki, mabedin üzerinde gizemli adam tekrar belirdi. Az sayıda kalan mabedin nayibleri korkunç adamı kaydetti. Yemenli elini kaldırıp gökyüzünü gösterdi ve "Ben tek ve gerçek tanrıyım!" dedi. Parmağını kaldırdığı noktadan gökyüzüne yıldırımlar çaktı. Mabedin üzerinden kendiliğinden havalanan Yemenli gökyüzüne süpermen gibi uçtu ve bulutların arasında kayboldu. Olayı canlı yayında izleyenler bunun bir görsel efekt olduğuna inandılar ama dünyanın çeşitli yerlerinde gökyüzünde beliren silüeti ve duyulan sesi bir çoğunu inandırmaya yetti. Yahudiler İsa Musa derken, Hz.Muhammed (s.a.v.)'i reddeden yeni tanrıya inanan eski müslümanların sayısı da hiç az olmadı. Gökyüzünden seslenen silüet, kulakları tırmalayacak kadar gür sesiyle "bana kulluk edin" diye haykırıyordu. Teknolojiyle tekrar huzura kavuşan insanlığın, eski hastalıkları nüksediyor ve din mücadeleleri ortaya çıkmaya başladı. Düzen bozulmak üzereyken İstanbul'dan çıkan iki derviş, Yemenli'nin cesedi ile Şam sokaklarında yürüdüler. Bir atın üzerine atılmış cesedin iki yanında yürüyen dervişler, valinin önüne gelerek tüm dünyaya gerçekleri açıkladılar. Dervişlerden biri ingiliz asıllı bir müslümandı. İngilizce olarak, Yemenli'nin gösterdiği olağanüstü tüm şeylerin birer gizli teknoloji olduğunu gösterdi. Tek ve gerçek dinin İslam olduğunu beyan ve tasdik ettikten sonra inkarcıları davet ettiler. Bu büyük imtihanın kahramanları olarak kabul edilen iki derviş, İstanbul'daki tekkesine geri döndüklerinden sonra bir daha görülmediler. Yemenli'nin cesedi, toplanan kalabalığın elleriyle kazdığı bir çukura, üzerine örttüğü meşhur örtü kefen gibi sarılarak atıldı.

Hidrotech denilen yeni teknoloji sayesinde, ağır donanımlar ortadan kalktı. Kişinin zihnine bağlanan derialtı çipler, vücuduna enjekte edilen mikro nano aygıtları kontrol ediyordu. Bu sayede kişi; telefonun, televizyonun veya internetin yerini alan "netz" sistemine doğrudan başka hiç bir aygıt kullanmadan bağlanabiliyordu. Üstelik kullanılan cihazın şarjı, bedenin enerjisi ile doğru orantılıydı. Netz'e bağlanan kullanıcının gözünü ekran gibi kullanırken, iç kulağından da duyabiliyordu. Tek yapması gereken kullanmak istediği aracı düşünmek olunca, bir çok işi efor kullanmadan yapan insanoğlunun tek sıkıntısı "şarjı bitmesin diye" bütün gün evlerinde uzanan tembeller ordusu..

Evvel Zaman Günceleri: 2029


Merhaba arkadaşlar ben 2029 'dan gelen Ömer.. şu an 2018'deki izdüşümümün hesabını kullanıyorum, salak gibi hala aynı dandik şifreyi kullanıyorum 😁

Evet, 3.Dünya savaşı oldu bitti.. Sonuçları söylersem, benim gerçekliğimde zaman katmanlarını değiştirip farklı bir gerçekliğe geri dönme ihtimalim var, o yüzden söylemiycem. Ama hayatta olduğuma göre Türkiye için acılı ama sonu iyi biten bir doğum sancısıydı diyebilirim. Aşağıdaki listeyi yatırımını geleceğe yapmak isteyen arkadaşlar için yayınlıyorum. Zira bazılarınız benim gerçekliğimde "ulan keşke dolar yerine yuan alsaymışım büttük" dedi/diyecek.
(büttük: 21.yy esprilerinden, size göre a-me-ka gibi birşey)


Ülkemiz gayet iyi durumda.. Yaralarımızı sarmaya devam ediyoruz.. Avrupa bölük pörçük, irili ufaklı devletçiklere ayrıldı. Sonra bu iflas devletleri, kendisinden daha güçlü Batı bloğu ülkelerine ekonomik ve siyasi bakımdan bağlandılar. Aynı şey, doğu bloğu ülkelerinde de kısmen gerçekleşti.

Vatikan diye bir ülke yok, Hristiyanlık boyut değiştirdi ve Evanjelizm'den bambaşka, siyonizme evrildi. Öte yandan islam avrupada bazı ülkelerde çoğunluk durumundaydı. Hatta fakirleşen devletçikler, batı bloğu ülkelerine bağlanırlarken, Türkiye'nin tarihi misyonundan ötürü bu savaşta pasif direniş gösterdi. Meclisimiz ayakta alkışlamıştı.. Ne diyordum? Evet.. Amerika ve İngiltere bir süre soğuk bir savaş içerisine girdiler. Zaten büyük ekonomik buhranın tetikleyicisi de bu oldu. Amerika kendi içindeki etnik ayaklanmalar yaşadı, dolayısıyla bazı bölgelerde varlık gösteremedi. Kimi eyaletlerde, zenciler tarafından kurtarılmış  bölgeler ilan edildi. Üniter yapısını kaybeden ve telaşla soykırım hamlesine girişen ABD'yi, bu bölgelerin kıyı şeridindeki limanlarında demir atmış İngiliz filoları karşıladı. Sıcak savaşı ise İsrail'den kaçan yahudiler önledi. Filistin tek başına devlet şimdi orada.. Büyük altın rezervleri ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki su kaynaklarını Avrupa ve Amerika'ya açan yahudiler, ABD ve İngiltere'yi barışa ikna etti. Zaten istemeye istemeye bir güç mücadelesine giren bu iki kadim emperyal, güçlerini Müslümanlara karşı birleştirme kararı aldı. Bu sırada sadece ekonomik sebeplerle bir araya gelen, Büyük Türkiye'nin de içinde bulunduğu doğu bloğu ülkeleri kıtalararası bu ittifakın sonuçlarını erken farkedip askeri işbirliği anlaşması da imzaladılar. İşte taraflar böyle belirlendi..

Japonya bu mücadelede alenen tarafsız olacağını ilan etti. Kendisine yönelen her türlü tehdidin, karşı birlik için taraf seçmeye zorlamak anlamına geleceğini de ekledi. Hatta üst akıl İngiliz, sırf Japonları kendi tarafına çekebilmek için İran asıllı bir haine, imparatorluk ailesinden bir aileyi katlettirdi. Ama Japonlar bu oyunu görüp, deniz üslerini "sadece ikmal yeteneğini arttırması için" doğu bloğu ülkelerine açtı. Öte yandan Amerika'ya okyanus kıyılarından saldırı olmaması için hava savunma sistemlerini batı bloğu yararına açtı. Vay anasını.. O zaman da çok konuşmuştuk Japonya'yı.. Halen bu "hem nalına hem mıhına" politikası ile ne yapmak istediklerini anlamış değilim. Ama akıllıca davranmış olduklarını kabul edelim, onlar da taş gibi yerinde duruyorlar.

Afrika sizin zaman diliminizde açlıkla boğuşan bir yerdi diye hatırlıyorum.. Şimdi savaştan kaçan, barış yanlılarının vatanı olmuş durumda. Kaderin cilvesine bakın ki, beyazlar zencilerin kapılarında karın tokluğuna çalışıyorlar.. "Azıcık aşım ağrısız başım"cıların sayısı hiç de az değil..
Avustralya, Abd ile olan mücadelede İngilizler'e çok yardımcı olmuştu. Ancak zaten o zamana kadar "biz niye yardım ediyoruz bunlara?" tartışması yaşayan halk, ABD-İngiltere bir araya gelip Doğu Bloğuna saldırma kararı aldıklarında "ne haliniz varsa görün" diyerek o da tarafsız kaldı. Benim zamanımda, hükümetin gizlice savaşta İngiltere'ye yardım gönderdiği dedikoduları vardı ama oldu mu bilmiyorum..

Güney Amerika'daki Latin ülkeler, kamplara ayrılan dünyaya ayak uydurup, birlik oluşturdular. Hatta biliyor musunuz ABD'ye içme suyu ihraç ediyorlar 😁 Onlar da savaşta taraf olmadı. Ayrıca çağ açan keşiflere de imza attılar. Bu yüzden Avrupa'dan da çok göç aldı. Onların da derdi "göç politikası"ydı.. Bir zamanlar Deli Trump tarafından dikilen, sonra da yıkılan duvarı tekrar inşa etmeyi tartışıyorlar..
Bu süreçte bir çok ihanet de gördük. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti alenen batı bloğuna katıldı. Kıbrıs sorunu otomatikman çözülmüş olduğu gibi, blok ülkelerinin Akdeniz'de hâkimiyet kurmasına neden oldu. Zaten ne darbe yediysek, güneyimizden yedik. Avrupa üstümüzdeydi halbuki..

İran, doğu bloğunda olmasına rağmen bazı cephelerde askeri işbirliğinde atalet gösterdi. Bu da kayıplara neden oldu. Özellikle İsrail'in kurtarılması operasyonunda İran desteği olsa çok daha rahat bir aüreç yaşanacaktı ama iranlılar ABD'nin Akdeniz'deki tehdidini bahane gösterip, bu denizin ve hatta Kıbrıs'ın hâkimiyetinin Türkiye'nin elinden çıkmasının sonuçlarıyla karşılaşmak istemediğini açıkça belirtti. Zaten ekonomik sebeplerle bir araya gelmiş bir ekibin, askeri alanda kanının son damlasına kadar mücadele göstermesini beklemek realist olmazdı. Neyse ki onlarsız da başardık..

Çok garip şeyler de oldu. Bir grup bilim adamı, Ay üssüne yerleşmek üzere yaklaşık 200 kişilik bir koloni gönderdiler. Çok değil, 5 yıl sonra üste darbe yapıldı ve koloni Dünya'ya geri dönme kararı aldı. Asansör olarak tanımladıkları nakil aracının kapasitesi, üs nüfusunun 5'te 1'i olunca, darbeciler araca binip tüm yaşamsal destek lojistiğini yanlarına alınca, bir grup insanı Ay'da açlığa terk ettiler. Dünya'daki irtibatlarına karşı darbe yaptıklarından, iniş esnasında dünyadan destek alamadıkları için bir kaza yaşadılar ve atmosferden  daha içeri girerken can verdiler. İlginç olan ayda terk ettikleri insanları ekranlardan izleyebiliyordunuz.. Suları vardı ama yiyecekleri yoktu. Bir süre sonra canlı yayında açlıktan ölenler ve birbirini öldürenler oldu.. İnsan ırkının en gelişmiş teknolojisi arasında insan, en vahşi güdülerine teslim oldu.. Bu kadar da değil.. Tam "insanlar hayvanlaşıyor" derken Hindistan'da hayvandan insana dna nakli gerçekleştiren bir grup bikim adamı, kuyruklu maymunumsu bir bebeği küvezde gururla sergilediler. Hümanistler ayaklanınca da yaşayan bebeği, iğne ile idam ettiler.

Büyük Türkiye'mizde RTE'den sonraki 3.başkan tarafından yönetiliyoruz. Akıllı adam ama 2.si de çok iyi adamdı. Fakirlik ve işsizlik yine aynı oranda.. Niye mi? Çünkü bizim fakirimiz, Avrupalıdan çok kazanıyor ama bize göre halen fakir.. Sizin zamanınızda da durum farklı değilmiş bakıyorum da.. Sosyolojik olarak sınıf atladık diyebilirim ama.. Bugün sizin tartıştığınız bazı şeyleri, sadece tarih kitaplarında gülerek okuyoruz..

5 Ekim 2018 Cuma

Erbakan'ın Mirası

Siyasette sağ fraksiyonlar, Cumhuriyet tarihi boyunca üzerine bina edildiği laik sistem gereği tam olarak başarılı olamamıştır. Kimi zaman siyasi ayak oyunları, kaos, kimi zaman askeri darbelerle siyasetin sağ tarafı daima budanmış, bazen kesilmiş ve kimi zaman hazin bir şekilde darağacında sallandırılmıştır. 



1996'da Demirel'in hükümet kurması için görev verdiği Erbakan'ın, zorlu Türkiye şartlarındaki siyasi çalkantıları içerisinde başarı tam anlamıyla yine yakalanamadı. Her defasında bu yenilginin sebebi, siyasi usulün islami kaidelere uyum sağlama zorunluluklarıydı. Çünkü Erbakan ve hareketi, güneşi ve ayı ellerine verseler dahi davasından vazgeçmeyecek bir peygamberin sünnetini takip ediyorlardı. Hiç bir işbirlikçiyle çalışmıyor, emperyal güçleri elinin tersiyle itiyor, içerideki hain yapılarla dostane ilişkiler geliştirmiyordu. 

İktidara geldikleri günden bu yana, bu kronik yenilginin tekrar yaşanacağını tahmin eden ve buna karşı bir strateji geliştiren bir iç muhalefet yeşerdi. Hocanın stratejisinin islami olduğunu kabul etmekle beraber, siyasetin bir taviz verme sanatı olduğunun farkındalardı ve siyaseten başarının, bu makus kaderi yenip müslümanların prangalarını ilelebet kıracağını da gayet iyi biliyordu. "Düşmanın silahı ile silahlanın" öğütüne kulak verip, önce içteki hain yapıları, sonra dışarıdaki emperyal güçleri arkalarına alarak "taviz veren, söz dinleyen" bir sağ parti olduğunu gösteriyorlardı. 



Hayattayken Erbakan hoca, bu stratejiyi hiç anlayamadı. Çünkü gece vakti kara taşın üstüne konan kara sineği gören gözler, kaf dağında söylenen sözü dinleyebilen kulaklar daima peşindeydi. "Hocam, bunlar beni kullanıyorlar sanma, aslında ben onları kullanacağım gör bak" diyebilecekti o gençlerden biri ama ömrü vefa etmedi küskün liderin. Rahmet-i rahmana göçtü. 

Erbakan'ın Adil Düzen gömleğini çıkaran bu vatan sevdalıları, ilk olarak azınlıklar kanunlarında değişikliğe gittiler. Alkol, fuhuş düzenlemeleriyle radikal sağ kimliğinden uzak, emperyal güçlere göz kırptılar. İçeride hain yapıların emniyet, asker ve yargıda yapılanmalarına göz yumdular. Büyük Ortadoğu Projesi 'nde öncü olarak, gücü ellerinde tutanlara "biz Erbakan gibi değiliz, söz dinleriz" dediler. Bu grubun, kendilerinden olanlara bile söylemediği bir gizli ajandasının olduğunu o zamanlar çok az insan gördü. Bu öyle bir şeydi ki, şüphesi bile planı bozabilirdi. Nitekim siyasi bir deha olmasına rağmen, yaşı oldukça ilerleyen rahmetli Erbakan hocalarına bile söylemediler, söyleymediler..



Yıllar geçtikçe, önce iç yapıdaki hainler tasfiye edildi. Emperyal güçlere, "bunlar işi bilmiyor" mesajı veriliyordu ki, sadakatlerinden şüphe duyulmasın.. Sene 2009'du ve Fetö denilen bu hain yapı, Erbakan'ın öğrencileri tarafından kandırıldığını yeni kavradılar. Küresel emperyalleri kışkırtsalar, belki zaman çizgisi çok farklı bir yönde ilerleyebilirdi. Bunun yerine, yıllar boyu zekaları övülen bu yapı, kandırılmışlığın verdiği ezikliği kaldıramadı ve içerde gizlice darbeye hazırlandılar. 

Hükümet, boş durmadı ve iç hain yapının ekonomik damarlarını bir bir keserken, emperyal güçlerin prangalarını da birer birer kopardı. Önceleri bu dik konuşmaları fazla dikkate almadı emperyaller. Ancak zaman zaman bu ayağa kalkmış Türkiye, küresel hesapları bozuyordu. Gözle görülmeyen, kamuoyunun bilgisinde olmayan ne varsa, bu sözde nankör hükümetin üzerine sürdüler. Cizvitlerin, Papa'lık müessesesini ele geçirdiğinden bu yana 3 yıl geçmişti. ABD kukla başkanını da avuçlarına aldılar. Terörle, kaosla, kumpasla Türkiye'ye diz çöktüremeyen emperyaller, nihayet sahaya eski sadık köpeklerini sürdüler ve kanlı bir darbenin azmettiricisi oldular.


Yine başaramadılar.. Her atak, daha güçlü bir şekilde geri çevrildi. Her geri dönüş, Türk halkında bir kahramanın uyanışına sebep oldu. Ayağa kalkmış Türkiye, artık darbelerden etkilenmeyen bir milli irade kalkanı tutuyordu. Açıktan düşmanlık, yeni düşmanlıkları da üzerine çekecekti. Üstelik Cizvit'lerin yöntemi asla böyle olmamıştı. Elinden tuttukları tükenmiş Türkiye 10 kat büyümüştü ve artık emir almayacağını söylüyordu. Onu tekrar küçültmeli, küçülmeye zorlamalıydı ki (sözde) sahibi kim anlasın.. 

İçerisinde yanıcı bir madde olmayan tek silahlarını kullandılar. Paralarını.. Dünya üzerinde, Abd'nin resmen basıp el altından piyasaya dağıttığı, aynı seri numarasına sahip trilyonlarca dolar, var olmayan bir kur gücü yaratıyordu. Okyanusötesinden verilecek bir dalga, akdeniz kıyılarında tsunami etkisi yaratacaktı, öyle de oldu.

Erbakan'ın hükümet olduğunda takip ettiği strateji, devlet ve millet hazır olmadığı için başarılı olmayacaktı. Ancak şimdi oyunda kurallar değişti. Yeni Türkiye'nin ayakları çok daha sağlam yere bastı. Meclis kürsüsünde "Banane Amerika'dan?" sesleri yankılanırken, dişlerini sıkıp sabredenlerin günüdür bugün.

Mübarek mirasa sahip çıkanlarındır bugün..

14 Eylül 2018 Cuma

Onlarda Ayı, Bizdeki Dayı


Cumhurbaşkanlığı düzeyinde, Suriye meselesi ile ilgili Rusya ve İran ile görüşmeler başladığında uzun süredir görüşemediğim Rus dostum Aleksey'e mesaj atmak istedim. O da uzun süredir, tıpkı Türkiye'deki gençliğin kapılıp gittiği gibi politize olmuş, analiz kasıyormuş meğer.. Biraz hoş beşten sonra Suriye ve Esad konusuna geldik. Esad'ın kanlı bir katil olduğunu reddetmeyen Aleksey, yönetimde kalmasından yanaydı. Anlam veremedim. Aynen şöyle yazdı:

"Suriye iç savaşı -Allah korusun- Türkiye'de olsaydı.. Cumhurbaşkanı etkisiz kalmış.. Rusya da, kendisine saldıran Türkiye'deki teröristleri sindirmek için sınırötesi operasyon yapmış mesela.. Rusya diyor ki "Erdoğan rejimi olduğu müddetçe iç savaş bitmez" ve savaşla mücadele eden taraflarla işbirliği için bu şartı koşsa, Ruslar Türkiye'de köklü bir değişimi sağlayabilirler miydi? Elbette hayır"

Senaryo imkansız gibi görünse de, hikayenin devamını sabırla dinledim.

"Peki ne yapabilir Rusya? Der ki müttefiklerine "Meşru Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yanımıza alıp önce şu terör örgütlerine silah bıraktıralım. Ancak silahsızlanma sağlanır sağlanmaz yeniden seçim isterim" Yıllarca iç savaşla uğraşmış, etkisiz cumhurbaşkanını tasfiye edilir. Türkiye'de demokratik seçimler yapılır, hem terör minimize edilmiş hem Rusya'nın istemediği cumhurbaşkanı gitmiş olur.."

- Nereye varmaya çalıştığını tam olarak anlayamadım, dedim numaradan.. Şöyle dedi:

"Şimdi aktörleri değiştirelim. Rusya yerine Türkiye, Erdoğan yerine Esad diye oku.."

Aleksey'e göre, Suriye'deki meşru hükümete "rağmen" bölgesel savaşlar yaparak, kurtarılmış alanlar, çatışmasızlık sahaları oluşturarak kalıcı bir çözüm üretilemezmiş. Bunun yerine "Katil Esad" ile olan intikam ertelenmeli, meşru hükümet ile birlikte bölgedeki tüm yabancı, istenmeyen güçlere karşı birlikte mücadele edilmeli ve terör böylece sonlandırılmalı imiş. Çünkü Aleksey, -şimdi hatırlayamadım- Suriye'deki bir bölgede Türk askerinin, bir tarafında daeş, bir tarafında Esad olduğu için sıkışıp kaldığını iddia ediyor. Ona göre eğer Esad ile birlikte hareket edilse, o bölgede barış sahaları çok daha hızlı genişleyebilir.



-Böyle bir şey olabilir mi?

Bu düşünce tarzını, benim bildiğim kadarıyla memlekette Perinçek ve kısmen Kılıçdaroğlu benimsiyor. "Esad ile işbirliği, Suriye'de kalıcı çözümün olmazsa olmazı" deniyor.

Ancak bu isimlerin ve kendisi de bir musevi olan Aleksey'in bilmediği bir şey var:

"Zulme rıza, zulümdür" 


Hz.Peygambere tekliflerle gelenler, bir eline güneşi bir eline ayı dahi koysalar zulme rıza göstermeyecek bir peygamberin ümmetini tanıyamadılar. 



- Fosfor bombası alır mıydınız? taze gönderdi Pentagon..

"İman varsa imkan vardır" diyordu akıllı biri.. İmkanın sınırlarını zorlamadan, imanın sınırı nerede başlar nerede biter anlayabilecek misiniz?

İlk okuduğunda mantığına oturabilecek bir teklif aslında. Öyle ya?

Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlanacak mı? Evet.. 

Terör bitecek mi? Evet..
Esad sonra gidecek mi? Evet..

Güneşi, ayı verdiniz belki ama o tertemiz ellere..
Peki "O" vicdan kabul edecek mi?

Kimyasal silahlarla, titreyerek can veren o bebeklerin hesabını köprüden geçene kadar dayı diyeceğiniz o ayıdan sorabilecek misiniz?

Aleksey; "Moskof"tur, ayıdan yanadır, hadi anladık..

Perinçek? Kılıçdaroğlu?

Bizim dayılara ne oluyor?

26 Temmuz 2018 Perşembe

İslam ve Demokrasi

Demokrasinin İslamdaki yeri nedir?

Öyle uzun uzadıya akademik cümleler kurmayacağım, anladığımı söyleyeyim:

Bu sorunun cevabı demokrasiyi rejimin neresine koyduğunuz ile alakalı olabilir.

(Elbette lâik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nden bahsetmiyorum)


Yüzyıllar boyunca "İslam'a göre yönetim şekli nedir?" sorusu, cevabını yine yüce kitapta, rasulallahın uygulamalarında ve islam tarihinde bulur.

İslam, kalıp olarak bir yönetim şekli, rejim belirlemez. İslam, tıpkı insana yaptığı gibi, devletler için de ahlâk, adalet ve faydaya dayalı optimist bir çerçeve belirler. Bu çerçeve içerisinde kalmak suretiyle, insan da, devlet de iradesi ve seçimlerinde özgürdür. Bu kısıtlı seçim iradesinin, insana bırakılması zamanın içinde değişen konjonktüre ayak uydurmayı kolaylaştırmak içindir.

Tarihten iki örnek:

Hz.Musa, halkını mucizevi bir şekilde denizden geçirdikten sonra, çölde putlara tapan bir kavim görürler. Dönüp peygambere derler ki "Ey Musa sen de bize bir ilah yap da, ona tapalım" Dünya tarihinde hayal kırıklığının adıdır bence Hz.Musa'nın kavmi.. O kadar mucizeye şahit olduktan sonra, Kızıldenizin ikiye bölünüp yarılmasından Firavun'un bile secdesini gördükten sonra nasıl bir zeka halen peygambere böyle bir teklif getirebilir? Peygamberin yerinde kim olsa, ağız dolusu küfür eder bu nankörleri yanından uzaklaştırırdı ama Hz.Musa'nın cevabı manidardır: "Siz gerçekten cahil bir topluluksunuz.."

İstanbul 'un muzaffer komutanı Fatih Sultan Mehmed Han, tebdili kıyafet pazara uğrar. Bir esnaftan alışveriş yapacak olur. Esnaf: "Kusura bakma molla efendi, ben satış yaptım ama şu yan komşum daha siftah yapmadı. Benden değil, ondan alışveriş yap" diyince, Hz.Peygamberin hadisine mazhar olan komutan, halkının bu yüce gönüllülüğüne hayran kalır.

Örneklerdeki iki ayrı anlayış seviyesindeki halkı, aynı rejimle yönetmek başarılı sonuçlar doğurmaz. Halkın bilinç seviyesi ile yönetim şeklindeki baskı unsuru ters orantılıdır. Neler olduğunu anlamayan halkların, olayların farkında olanları tarafından baskı ile yönetilmesi halkın yararınadır. Eğer toplumsal bilinç
seviyesi gelişmiş işe, özgürlük alanları da genişlemelidir.

Peki özgürlük kelimesinin yan yana kullanıldığı Demokrasi, islâmî rejimin ana gövdesini mi oluşturur? Buna cevap vermeden önce demokrasinin temel tarifine göz atalım:

Mealen demokrasi "devlet yönetiminde kararı halka soralım, çoğunluk ne istiyorsa o olsun"dur.

Peki ya bu kanunlar, kurallar Yüce Allah'ın kanunları ile çelişiyorsa?

Örneğin X Cumhuriyetinde bir referandum yapılsa ve halka "domuz eti yensin mi?" diye sorulsa, Hz.Musa'nın kavminin özelliklerini taşıyan halk "yiyelim tabi" diyebilir. Ne oldu? Demokrasi islam ile çelişti..

Öte yandan halifelik makamının seçimlerinde, çoğunluğun kararına uyulduğu da görülüyor islam tarihinde.. Ne oldu? Demokrasi İslama uydu..

İslami yönetim şekli içerisinde, hangi rejimin gerekli olduğu halka sorulabilir. Monarşi, parlamenter meclis veya başkanlık rejiminin, şeklinin, şablonunun bir önemi yoktur. Önemli olan o X Cumhuriyetinin islâmî kaidelere uyup uymayacağı, o dairede kalıp kalmayacağıdır.

Demokrasiyi islamin üstünde tutarsanız, 40 yıl Sina çölüne müstehak olursunuz.. İslâmı demokrasi ile desteklerseniz, peygamberin övgüsüne mazhar olanlardan olursunuz..

Yani daha önce akıllı bir adam tarafından da söylendiği gibi "demokrasi amaç değil, araçtır"



15 Haziran 2018 Cuma

Ölmek Ya Da Ölmemek

İnsanın yaradılışı hayatta kalmak üzerine kurgulanmıştır. En küçük hücrenden başlayan bu amaç, bedenin daha uzun süre hayatta kalması için her an mücadele eder. Kafanda canlanan organ nakli, cilt gençleştirici kremler, botokslar, gerdirme ameliyatlarından bahsetmiyorum. Hani o yere düştüğünde kanayan dizinin, bir süre sonra kanamasının durmasından bahsediyorum. Yara zarar görmesin diye üzerinin sert bir kabukla bağlanması ve iyileşene dek bu korumanın ortadan kalkmaması yüce Allah'ın hayatı verirken üflediği eşsiz ruhun tecellisi değilse nedir?

Bilader kullanın şunu!

Hayatta kalmaya odaklı beyin; öyle ustaca programlanmıştır ki, çok üzüldüğünüz, etkisinden zorlukla kurtulduğunuz olaylar silsilesini hafızanızın geri dönüşüm kutusuna atarak, çokça hatırlamamanızı ve yaşama yönelik faaliyetlerinize engel olmamasını sağlar. Örneğin çok mutlu olduğunuz anların detayları, çok üzüldüğünüz bir olaydakinden çok daha net piksellere sahiptir. Bu optimist işletim sistemi bir anlamda beynin de otonom antivirüs yazılımıdır. Çıkar amaçlı ahlaki çöküntülerimiz de, yataktan düşmek üzereyken seni uyandıran dürtü de aynı "hayatta kal" sisteminin birer doğal sonucudur.

Bir meyve ağacı bile, yeşerip meyvesini verir. Meyveyi insan yese de yemese de bir zaman sonra çekirdeği yere düşüp yeni bir meyve ağacı olmaya adaydır.

Peki alemdeki her nesne; hayatta kalmak üzerine programlanmışken, neden "ölmeden ölünüz" denilmiştir?



Aslında ölmek fiilinin ilk kelimesindeki anlamı, bildiğimiz hayatı kast ederken, ikincisi insanın nefsani duygularını köreltmesini temsil eder.

Bakara suresinde Hazreti İbrahim ile Cenab-ı Hak arasında mealen şöyle bir konuşma geçmektedir:

“İbrahim Rabbine;

«–Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster.» demişti.

Rabbi ona;

«–Yoksa inanmadın mı?» dedi.

İbrahim;

«–Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)» dedi.

Bunun üzerine Allah;

«–Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.» buyurdu"

Hikayeye göre Hz.Ibrahim yüce Allah'ın iddiasına inanmamış değildir. O "kalbini mutmain etmek" istemektedir. İşte bu "ölmeden ölmek" tamlamasının ikinci ölüm fiilini temsil ediyor. Kuşların akibeti malum ama Hz.Mevlana bu ayetleri şöyle de tefsir ediyor:

"Bu kuşlar; kaz, tavus, karga ve horozdur. Bunlar insanlardaki dört huyu gösterir.

Kaz, hırstır. Onun boğazı bir an için olsun durup dinlenmez. «Yiyiniz!» emrinden başka hiç bir ilâhî emre kulak vermez.

Horoz, şehvettir.

Mevkî, makam ve şöhret de tavus kuşuna benzer.

Karga ise; insanlardaki bitmez, tükenmez istekler, dileklerdir. Karganın emeli, sonsuz olmak yahut uzun bir ömür sürmektir. Bunu umar durur.”

Demek ki insan, her zerresinin ona emrettiği halin zıttına yönelmek ile mükelleftir. Hayatta kalmaya programlı beynin, nefsani heveslere evrilip tüm ruhu ele geçirmesine engel olunmalı ve bu yanlışa düşmemelidir.

Örneğin insan yemek yemelidir çünkü hayatta kalmalıdır. Peki ne kadar yemelidir? İşte burada sınırlar flu.. Çünkü metabolizmanın sana verdiği tek komut "Ye!" İşte burada irade devreye girecek; nefsin emirlerini elden geldiğince törpüleyecek, mutmain olmak için dört kuşun ayaklarını kesecektir.

İşte bu dört temsili kuşun, hapsolunduğu mübarek Ramazan ayını geride bıraktık. Rabbim tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadet ve taatları kabul eylesin.


Gonya

Kuş, ölüm ve Mevlana deyince şu meselden bahsetmemek de olmaz.

Vaktiyle bir tüccarın, konuşkan bir papağanı vardır. Kafesteki papağanı gören herkes onun kabiliyeti karşısında hayran kalır. Tüccar durumdan hoşnuttur ama papağan kafeste mahkum olmanın sancılarını da çekmektedir.

Günlerden bir gün, tüccar Hindistan'a yolu düşecektir. Hal lisanı ile kafesteki papağanına bir isteği olup olmayacağını sorar. Papağan derin bir "Aaah.." çeker ve söylenir:

- Hindistana gidince o hür papağanlara de ki "eey hür papağanlar! Bu zavallı mahkum bir tuzağa düştü de ömür boyu hapse düştü. Siz güneşin doğuşunu, seher yelini kanatlarınızın altında hissederken ben burada parmaklıkların ardında çürümeye mahkumum. Bu Allah'tan reva mıdır? Sizlere selam ederim ve bir çare isterim. Bana rehberlik ediniz ki bu zilletten kurtulayım"


Tüccar papağanın haline üzülür ama onu serbest bırakmayı da kabul etmez. Papağanın selamını ileterek vicdanını hafifletmeyi amaçlar.

Nitekim Hindistana gidince, yine aynı hal ile ağaç dallarına konmuş rengarenk papağanlara, kafesteki papağanının acı feryadını iletir. Hikaye bu ya, bunu dinleyen papağanlardan biri o kadar üzülür ki, titrer ve yere düşer. Tüccar bir papağanın ölümüne sebebiyet vermenin korkusuyla hızla evine döner. Kafesteki papağana selamını ilettiğini ve bir papağanın dinlediklerine dayanamayıp, titreyip can verdiğini söyler. Bunu dinleyen kafesteki papağan, titrer ve hareketsiz bir şekilde kafesin dibine düşer..

Tüccar ne büyük bir günaha girdiğini düşünür. İki canlının istemeyerek de olsa ölümüne sebep olmuştur. Vicdan azabıyla kafesteki kuşunu gömmek üzere çukurun yanına koyar. Bir anda canlanan kuş, kanatlarını çırpıp havalanır

Babacım! Cicikuş!

Tüccar kuşuna dönüp:

-Ey benim yoldaşım, ey güzel kuşum. Sen hindistandaki papağandan ne telakki ettin ki bana bu oyunu oynadın? Allah aşkına söyle! der..

Papağan eski sahibine dönüş şöyle der:

- Haberini getirdiğin hind papağanı bana çare oldu. Sessizliği ile bana rehber oldu. Demiş oldu ki "seni kafese koyan dilin! Aklını başına topla, sen de benim gibi öl!" dedi.. Ben de onu yaptım, der.

Hz.Mevlana, papağanın diliyle tüccar'ın nezdinde hepimize nasihat eder:

-Ey efendi! Ben esirlikten ölmeden önce ölerek kurtuldum; şimdi asıl geldiğim yere, vatanıma dönüyorum. Sen de benim gibi yaparsan, ten kafesinden selametle kurtulur, hürriyete kavuşarak asli vatanına, yani baban Hazret-i Adem’in geldiği yer olan cennete dönersin!.. Bu çamur bedenden sıyrılıp ulviyete kavuşursun; çok yücelirsin!..”

23 Mayıs 2018 Çarşamba

Sosyal Medyada Bir Darth Vader

Uzun uzun yıllar önce, sosyal medyanın ücra bir köşesinde..
*** 

Araştırmaya meraklıydı.. İnsanlara doğru olanı söyleme çabası, merak duygusunu körükleyen bir amaçtı. Gerek siyasette gerek dini konularda, hatta futbol müsabakalarında bile sosyal medyada güvenilir bir isim olma gerekliliği doğmuştu içine. Herkesin güvendiği, hakem kabul edebileceği birisi olacaktı..

''Güç seninle olsun!''
Ama sosyal medyada bu pozisyonun bir ''otorite'' doğuracağının farkında bile değildi.

Dini konulara olan merakı onu tartışmaya ve bilgisiyle kendisini sınamaya itiyordu. Sınandıkça tecrübe kazandı. Tecrübe kazandıkça bilgisi arttı.

Artık sıradan şaşkın müslümanlara ders vermek yetmiyordu. Karşıt görüşlere sahip olanları kendine rakip seçti. Onları yenmek çok daha kolaydı. Bu tartışmayı kazanma hırsını öyle bir hale getirdi ki, bu hobiden bir amaca evrildi.

Daha da güçlü görünmeliydi. Ateistler zaten baştan reddediyordu. Yenilmesi en kolay karakterler olacaktı. Bir filin bir karıncayı ezmesi gibi bir güç orantısızlığı söz konusu olacaktı.

İşler beklediği gibi olmadı. Filin ezmeye çalıştığı karıncalar öyle küçüktü ki, parmaklarının arasından çıkıp bütün vücudunu ısırmaya başladı.

Ateistlerin üstten bakışlı, ''daha zekiyim çünkü olmayan bir şeye inanmıyorum senin gibi'' tavrı, onları yenilmesi imkansız varlıklar haline getiriyordu. Bu güç savaşında yenilgiye yakın hisseden taraf ilk defa kendisiydi. Yenildiğini görmek öz güvenini büsbütün sarsabilirdi. Savaşmaktan korkmuyordu ama yaşadığı küçük yenilgimsi şeyler, ona büyük yıkımın habercisi gibi geliyordu.

Her akıllı savaşçının yapacağını yapmayı tercih etti. Üstten bakacaktı.. Onlar gibi davranacaktı. Tartışmalara girmeyecek, çok gerekmedikçe açıklama yapmayacaktı. Bu, onun tartışmalarüstü bir seviyeye çıkaracağına olan güdüsünü besliyordu.

Her gün girip saatlerce klavye çürüttüğü sosyal medyada ne gündeme, ne tartışmalara girmemeye başladı. Listesindeki bütün arkadaşlarının, onun aktif olduğu dönemi bildikleri için ne gönderisi yapacağını beklediğini hayal ederek bu orucu tuttu.


''Korku karanlık tarafa giden yoldur. Korku öfkeye; öfke nefrete; nefret ise acıya yol açar''

Üstten bakıyordu..

Gündeme atıflar yapsa da, açıklama getirmiyordu. O hep yenileceğini düşündüğü ateist/karşıt tiplerin stratejisi tutmuştu.

Bu sosyal popülerlik yarışında muhalif olmanın verdiği ego orgazmını sonuna kadar yaşıyor olsa, git gide yenilmekten korktuklarına dönüştüğünün farkında bile değildi.

Nihayet günden güne kararan karamsar tablolar, griden siyaha dönüşmüştü.

Ümitvar olmak yerine karanlık tarafın hazzı daha güçlüydü..

Anakin Skywalker, artık Darth Vader 'dı..


- Geçen seferkine göre güçlerim ikiye katlandı!
+ Güzel. İki kat kibir, iki kat düşüş demek...
Ülke her gün değişiyordu.

Her gün değişiyordu ve herkesin bu konular hakkında bir fikri vardı.

Yazıp yazmama tercihini çoktan yapan Darth Vader, sosyal medya orucunu uzun süre bozmadı. Eğitime ayrılan bütçe 10 milyardan 134 milyar TL'ye çıkartıldığında yazmadı..

Ülkede üniversite sayısı 73 'ten 207'ye çıktığında ''nicelik değil nitelik'' mottosuna sığındı, yine yazmadı..

Elektrik üretim santralleri 300'dü, tasarruf için planlı elektrik kesintileri yapılıyordu.. 6265 santral daha yapıldı.. Şimdi kesilmeyen elektriği var ama yine yazmadı..

Havalimanlarını 26'dan 55'e çıkartıp, destinasyon noktaları %400 arttığında otobüsü tercih etmedi. Uçakta kablosuz interneti bile vardı ama yine yazmadı..

İhracat 36 milyardan 157 milyar'a çıktı..Kişi başı gayri safi milli hasıla 3400 dolardan, 10.500 dolara çıktı ama meyve/sebzenin de fiyatı artıyordu ona göre.. yazmadı..

Asgari ücret 185 TL'den 1600 TL'ye çıktığında yine ve yeniden yazmadı çünkü yaşı yetmediği için bu yükseliş hep vardı ve normaldi.. Yazmamayı tercih etti yine..

Bir zamanlar %69 'la ''canavar'' olarak tanımlanan enflasyonu %11'le bir ''böcek'' yaptığında olayın farkında bile değildi.. Yazmadı..

Savunma sanayinde üretilen proje sayısı 65'ten 553'e çıktı ama o halen Counter-Strike'taki desert eagle'ı üretenlerin daha kaliteli üretim yaptığı kanaatindeydi.. Yazmadı..

Türkiye ekonomisi son 15 yılda her yıl ortalama %6 olmak üzere, istikrarlı bir şekilde büyüdü.. Yazmayı düşündü ama muhalif olmayı bir maharet zannediyordu.. Yine yazmadı..

Sonra bir gün, Türkiye'nin içeride hainleri, dışarıda teröristleri teker teker bitirdiğini gören güçler, borsa spekülatörlerini devreye sokup seçime kadar sürecek bir finansal darbe girişiminde bulundu..

Bu fırsat kaçmazdı.. Yegane bilgi kaynağı google'ı kapatıp eline klavyeyi aldı ve yazdı:

''Dolar 4.80 TL!!!!!!''

23 Nisan 2018 Pazartesi

Nasıl Sinestetik Oldum?


12 yaşındayım.. 12, yazdığımda beyaz ve kırmızı ama söylendiğinde kavun gibi kokuyor. 

Başım ağırlaştı, yatakta uzanıyorum. Yastığıma sinen ter kokusu artık eskisi kadar rahatsız etmiyor.. Ama yeşil renkteki yastığın üzerinde gri renkteki bir ter kokusu halen. Başım öyle ağır ki; göz kapaklarımı sıkıp, kapalı halde tuttuğumda oluşan sinir sisteminin verdiği havai fişek patlamalarını izleyemeyeceğim bu sefer. Hemen her gün izlediğim bir uyku şenliği nasılsa.. Başımın ağırlığı, vücudumu düşey pozisyonda tutamamamı sağlıyor. Bir tarafa yattığımda, başımın içindeki ağırlığın bir kısmı, birbiriyle uyumsuz farklı nevresim takımlarından harmanlanan yatağımla paylaşılıyor sanki. Ayağa kalkamam. 12 yaşındayım, başım ağrıyor ve bunu yazarken üzerinden 22 yıl geçmiş olmasına rağmen halen kavun kokuyor on iki..

Annem babam endişeleniyorlar. Annem, o günkü psikolojik durumuna göre bağladığı baş örtülerinden birini getirip sarıveriyor alnıma. Başörtüsü yeşil.. Ama rengi değil, kokusu. Ağrı geçmeyince ağrı kesici haplar devreye giriyor. Novaljin 13 gibi kokuyor. Asprin'se 6.. Ard arda içilen hapların verdiği kısa süreli rahatlamalarda yapılacak en güzel şey, göz kapaklarının ardındaki filmin devamını izlemek. Şimdi sık göz kapaklarını! Önce derin bir karanlık.. Dikkatli baktığında merkezden dağılan kırmızı dalgalar, siyahı kaplayarak giderek pembeye dönüşecek ve sen o sırada gözlerinin göz kapaklarının rengini algıladığını düşüneceksin. Ama film henüz bitmedi. Dikkatli bak, merkez tekrar kararırken, tüm görüş alanına hakim yıldızlar parlamaya başlıyor. Bu kez de sıkılan göz kapaklarına akan kılcal kanın etkileri sanıyorsun. Film devam ediyor.. Siyah zemin üzerinde yıldızlar parıldarken, tıpkı az önce kırmızının siyahı yutması gibi, yıldızların birleşip sarı-siyah bir dalgalanmasına şahit olacaksın. Dalgalara dikkat kesilirsen, yıldızların arasını dolduran silik izler olduğunu fark edersin. Ama boşuna uğraşma onu yakalayamazsın. Yapabileceğin tek şey, ağrı kesicilerin etkisi geçmeden göz kapaklarını bir daha sıkıp, yıldız patlamalarını tekrar seyretmek..

Ama devam filmleri, ilki gibi tat vermiyor malum. Baş ağrısı intikam duygusu ile tekrar geliveriyor kafanın tam üstüne. Hapların, sıkmaların işe yaramadığı yerde bir novaljin iğnesi geliyor kalçadan.. Novaljin 13 gibi kokuyor ama kalçadan yediğinde daha mavi bir 13 bu defa. Acaba iğneyi kim yaptı? Emekli bir hemşire komşu mu? Yoksa el yatkınlığı olan bir başka yetişkin mi?

Röntgen, emar görüntülemede görünmeyen bir şey. Tomografi için 1 ay sonrasına gün verdiler. Babam sinüzit diyor. Doktor az önce "sinüzit değil" dediğini duymamış gibi. Yakıştıramadı bana biliyorum. Sinüzit olmalı, başka birşey olmamalı çünkü.. 1 ay sonra da gitmedik zaten. Çünkü nedenini anlayamadığımız ağrı, geldiği gibi bir bilinmeyen olarak söndü gitti


13 yaşındayım. 13 yazdığımda gri ve kahverengi ama söylendiğinde haşlanmış yumurta gibi kokuyor. Annemin ördüğü dantel ipliğinin yumağı topa benziyor. Annem olmadığında çıkarıp oynuyoruz kardeşimle. O kaleye geçiyor, ben kısa boyunu avantaj olarak kullanıp aşırtma goller atıyorum sandalyenin iki ayağının arasına. Dağılıyor bazen iplik. Ucunu sıkıştırmak lazım orta kısmındaki etiketin arkasına. "Ören Bayan" yazan bakır renkli, yuvarlak bir kağıt parçası. Kağıt olduğunu biliyorum ama "bakır" dendiğinde çikolata kokuyor. Dişlerimin arasında sıyırıyorum kağıdı. Aliminyum/bakır tadı yayılıyor ağzıma. Etiketi mundar etsem de, iplik yumağını yerine koyuyorum tekrar.

Top oynamalarım bitiyor dantel ipliği ile çünkü iç içe geçmiş çoraplar ayağa daha iyi oturuyor. Fakat o da ne? Annem ne zaman o dantel yumağını çıkarsa, aklıma etiketteki saçları ortadan ayrık kadın resmi ve "Ören Bayan" yazısı geliyor. Ama ilginç olan bu değil, ağzıma bakır tadı da yayılıyor. Beynin size ne oyunlar oynayabileceğini bilseniz şaşarsınız. Bunları yazarken bile ağzımda aynı tat var. 

15 yaşındayım.. 15, yazdığımda beyaz ve yeşil ama söylendiğinde elma gibi kokuyor.



Okuldaki müzik dersinde kullanılan blok flütün çıkardığı sesler, resim yapmaya benziyor. Öğretmen notalarla bir şarkı ezberletiyor ama benim ezberlememe gerek yok. Öğretmenin söylediği şarkının bir şekli var çünkü. Benim yapmam gereken; bu dalga, halka ve düşey doğruların aynısını blok flütün deliklerinden çıkarmak. Koyu mavi plastik flütün tadı tahta gibi ama arkasındaki "Helvacıoğlu" yazısının kokusu vanilya gibi. Ben öğretmenin söylediği şarkının resmini yaptıkça takdir topluyorum. "Şunu da çalabilir misin?" sorusuna eşlik eden grafiği taklit ettiğimde, insanların hayreti ise gurur veriyor. Babam, bir org alıyor bana. Flütün boşluklarından inşa ettiğim müziği, bu defa tuşlarla yapıyorum. Bana göre bu bir resme bakarak, benzer bir resim çizmek gibi ama insanların bakışı bir Leonardo da Vinci eserine bakar gibi. Oysa en fazla el yatkınlığı denilmeliydi buna.

18 yaşımdayım.. 18 yazdığımda kıpkırmızı ama söylendiğinde ekşi erik gibi kokuyor.



Harfler.. Heceler.. Kelimeler.. Hepsi söylendiğinde ard arda dizilen kuleler gibi. Doğru kelimeyi doğru yere koymak için, sadece kulenin yere 90 derece açı yaptığından emin ol. Ve bazen dinleyenler seni eğik dinler. Onlara bu defa dik bir kule veremezsin, eğik dinleyişlerinin açısında bir kule inşa edersen, etkileniyorlar. Bu yüzden farklı inşa malzemeleri, yani farklı kelimeler öğrenmeliyim. Kitaplar okuyorum, kitap denizinde kulaç atmıyor adeta bir jetski üzerinde hız tümseklerinin tadına varıyorum. Farklı kelimeler, kuleleri daha hızlı ve daha düzgün yapmamı sağlıyor ve bu düzgün kelime kuleleri, daha inandırıcı olmamı sağlıyor. "İnanmak" kelimesi kesinlikle kusursuz bir daire şeklinde.. Ama kimilerininki dünyanın şeklinden daha basık veya henüz birleşemeyen çizgileri var.

Babam şairdir. Ben de yazıyorum ama onun gibi değil. Nasıl yazabilirim o şekilde? Şekil mi? Tabi ya? Neden şekline bakmıyorum şiirlerin? Konuştuğumuz cümleler, nasıl dikine kulelerse, şiirler de yatay bir köprüye benziyor. Ne kadar geniş bir köprü inşa ederseniz -ki bu kullandığınız kelimelerle mümkün- o kadar iyi şiir yazabilirsiniz. Babam kimi zaman bir Galata inşa etti ise de, yeri gelmiş San Francisco da yazmış.


21 yaşındayım.. 21 yazdığımda kırmızı beyaz ama söylendiğinde bayat ekmek gibi kokuyor.

Müzik dinliyorum. Gözlerim açıken gözlerimin ardında beliren bir sinema perdesinden, silindir üzerinde dans eden grafikler algılıyorum. Gözlerimi kapatırsam grafikteki renkler bile görülebilir. "Matematik evreni kapsar" diyorlar. Ķısmen doğru bir çıkarım. Şimdiye kadar dinlediğiniz tüm pop şarkıların bir elin parmaklarını geçmeyen farklı şablonların üzerine inşa edilen farklı kelimler ve renkler olduğunu söylesem çok mu iddialı olurdu? İnanın öyle.. İşin matematiği basit. Tek yapılması gereken mimari plana uygun inşa yapmak. Bir bakmışsınız "yazın kasıp kavuran hit parçası" her sene boyanıp önünüze getirilen, farklı taşlarla aynı köprü modeli imiş.. 

34 yaşındayım.. 34 yazıldığında yeşil ve sarı ama söylendiğinde portakal kokuyor.


Kendimi anlatmaya çalışıyorum ama çoğunuz anlamadınız. Çünkü sahip olduğumu, siz yıllar önce kaybettiniz. Doğduğunuzda beynin duyu algıları arasındaki nöron bağlantıları eşsizdir. Ancak bunu kontrol edebilecek iradeye henüz sahip değilsinizdir. Görmek için gözü, duymak için kulağı, koklamak için burnu, tatmak için dili ve hissetmek için ten'inizi kullanma ihtiyacınız; bu kabiliyetlerinizin zamanla birbirinden ayrılarak çok daha güçlü bir şekilde çalışmasını sağlar. Duyu organlarının her biri, beyin sinapsları arasında çok güçlü bağlar oluştururken, birbirleri arasındaki var olan ilişkiyi de zamanla köreltir.

Benim durumumda durum yeni doğmuş bir bebeğin nöronik ağlarına benziyor. "Kaybettiniz" deyince bunun bende bir üstünlük algısı yaratacağını düşünmüş olabilirsiniz ama yanıldınız. Bunun zeka ile pek alakası yok. Hatta duyu organlarımızın beyin iletişiminin, herhangi birinizden daha az olduğunu söyleyebilirim.

"Eş zamanlı" ve "algılamak" kelimelerinin yunanca karşılığı olan "sinestezi", duyular arası karmaşıklık olduğu gibi genel bir yaygın kanıya göre de bir rahatsızlık aslında. Kimileri bunun özel bir yetenek olduğunu söylüyorlarsa da pek inandırıcılığı yok. "Yetenek" kelimesinden yağ kokusu almıyorsa tabi..

Daha anlaşılır olması için şöyle düşünün:

Sesli olarak tekrarlayın: Yeşil erik, yeşil erik, yeşil erik..

Ağzınız kamaştı mı? Eriğin tadını alır gibi oldunuz, hayal edebiliyorsunuz en azından..

İşte biz o eriğin tadını alıyor ve tuz olsun diye "demir" diyoruz mesela..

19 Nisan 2018 Perşembe

Kanlı Dosya (İşgal Planı)



Vakıfları kapatılıp Türkiye'de hareket alanı daralan siyonist borsa spekülatörü, Adana'da düzenlenen sözde bağımsız doktorlar sempozyumunda elindeki dosyayı muhatabına verir. Dosyanın içerisinde adım adım işgal planı vardır. Darbecilerin 15 Temmuz planında yaptığı yanlışları ve diğer ayrıntıları madde madde yazmıştır koca siyonist.. Bu dosyayı hazırlatanlar; bir zamanlar New York'ta Kuran'a el bastırıp hanedan kılıcı öptürülen BOP umutlarının, git gide ülkeyi prangalarından kurtarıp ayağa kaldırmasından dolayı çok öfkelidir. Hiçlikten aldıkları bu umut, yaşayan en tehlikeli düşman haline gelmek üzeredir.

Doktorlar, dosyayı dijital ortam kullanılmadan çoğaltırlar ve dosyada söylenen kişilere bir alışveriş sitesi kullanılarak, sipariş edilen ürünün yanında gönderirler.

Türkiye'nin dört bir yanına dağıtılan dosyalar, muhatapları için bile şaşırtıcıdır. Bölgesel çatışma alanları gibi görülse de, hiyerarşik bir örgüt düzeninde yer alan ekiplerde en radikal sağ gruplardan, en marjinal sol örgütlere kadar herkes vardır. Birbirinden bağımsız hareket edecek olan bu hücreler, eşgüdüm sayesinde ortak bilinci ateşleyeceklerdir.

Plan oldukça karmaşık gözükse de, özetle 2019 Kasım'ında seçim günü kaos oluşturmaktır. Sandıklar yakılacak, oy vermeye giden seçmenlere "fetö'nün kayıp (uzun namlulu) silahları" ile ateş açılacaktır. Katliamların boyutunun bir sınırı olmayacağı da altı çizili olarak yazılıdır. Vurucu ekip uzun namlulu silah kullanacak olan marjinal sol örgütlerden oluşacaktır. İlk ateşi yakan bu hainliğin ardından, gün içerisinde çeşitli okullarda patlamalar yaşanacaktır. Pkk ve türevlerinin gerçekleştireceği bu eylemlerde, teröristler sandıkların yakınlarındaki çöp ve çöp kutularına veya oy vermeye aracıyla gelenlerin araçlarına bomba yerleştirecek ve bu aşamada sahada her türlü yardımı "sandık güvenliği" adı altında siyasi uzantısı olan parti mensupları sağlayacaklardır. İkinci aşama da geçekleştiğinde, sosyal medyayı çok iyi kullanan ve "kemalist, ateist, deist" maskesi altında faaliyet gösteren FETÖ mensupları ve siyasi uzantıları, bu aşağılık saldırıları iktidar ve ortak partisinin yaptırdığına dair propaganda yürüteceklerdir. Nispeten olayları yatıştırmaya çalışan taraf gibi görünen muhalif partiler, "seçimlerin sağlıklı, güvenli ortamda gerçekleşmediği" iddiası ile seçim erteleme isteğinde bulunacaklardır. Sivil halkta yaratılan kaosa, bir "otorite boşluğu" fikri zerk edilecektir.

Seçimlerin %80'inin tamamlanmak üzere olduğunu gören iktidar partisi ve ortaklarının geri adım atmayacağı öngörüsü yine kanlı dosyada mevcuttur. Güvenliği sağlamak amacıyla sahaya inen askeri güçlere, bu kez radikal sağ gruplar karşılayacak ve sivil halkta "yeni bir 15 Temmuz" algısı yaratılmaya çalışılacaktır. Öyle ki, planın öngörülen bir bölümünde halkın, askeri üsleri basması ve 15 Temmuz'dan çıkardığı en büyük dersin "kendi halkına silah sıkmamak gerekliliği" olan asker, bu baskına onay vereceği ve kısmi bir rehine krizi yaratılabileceği bile mevcuttur.

Kaos durumunda ortaya çıkabilecek, başa çıkılması mümkün olmayan güçler çıkacaktır. Dosyada sivil, polis veya asker bu güçlerle karşılaşıldığında vurucu veya bombacı ekiplerin, ivedilikle ABD/NATO üslerine, büyükelçiliklere kısacası uluslararası kriz çıkarılabilecek her sinir ucunun kullanılacağı vardır. Böylece yaratılacak kaosa direniş gösterecek güçler, karşılarında uluslararası kamuoyunu bulacaktır.

Plan bu kadar da değil, Türk dahil, çeşitli ülkelerin kimliklerini taşıyan saha (sözde) liderleri; Yunanistan, Ermenistan, Mısır ve Kıbrıs'ta özel eğitimlerden geçirilecek ve ber türlü senaryonun simülasyonunu kaos planına göre deneyeceklerdir.

Plan, gerçekleştireceği kişilere uyuyan hücrelere dağıtılmış, saha liderleri beklenmektedir. Saha liderlerinin eğitimlerini tamamlamaları ve Türkiye'deki yuvalarını hazırlamaları için gerekli süre, aynı zamanda planın bozulması için de kullanılabilecek yegane vakittir. Normal şartlarda, fark edilmesi zor olan saha planları, İsrail sokaklarında asılan (sözde) Ermeni Soykırımı haritası ile gün yüzüne çıkar. 



Çünkü siyonizm sembolizme bayılır. Kullanılan işaretler, kehanet gerçekleştikten sonra olaya uhrevi bir hava katacak, kader çizgisinin kendilerinden taraf olduğu algısına hizmet eder. FETÖ'nün darbeden 9 ay 10 gün önce yayınladığı gülen bebek ve siren temalı zaman gazetesi reklamını hatırlarsınız..

İstihbarat, bir hareketliliği fark etse de planı tam olarak anlayamaz. İsrail sokaklarına asılan haritadan yola çıkan analistler, yurt içindeki hücreleri açığa çıkaramasalar da yurt dışındaki plana dahil potansiyel  TC vatandaşlarını fark eder. Yapılan araştırmalar sırasında, Yunanistan sınırında anadili gibi türkçe konuşan 4 yunan askeri derdest edilir. Yapılan sorgulama ve tetkikler, planın ana hatlarını ortaya çıkarır.

Çıkarır ama bu bilgileri elde eden özel ekip, bunu 15 Temmuz'da telefonu açılmayan istihbarat başkanına mı bildireceklerdir, yoksa darbecilerin elinden elini kolunu sallaya sallaya çıkan Genel Kurmay başkanına mı?

15 Temmuz'dan sonra "Dünür" tarafından organize edilen, koruma ekibi durumu "Türkmen Bey"ine iletir. Devlet kültürü ile yetişen bu ortak, planın bozulması gerektiğine inanır ve erken seçim çağrısı yapar. İktidar bu çağrının ardındaki tehlikenin farkındadır ve Türkmen Bey'ine iletilen bilgiler eşleştirilir. İstihabarat paylaşımı neticesinde, erken seçimin planın kilit noktalarını oluşturan saha liderlerinin Türkiye'ye erken dönmelerini sağlamak ve böylece kimlerin tuzağa düşeceğini görmek olduğu fark edilir. Planlı çıkışlardan sonra, İsrail'deki haritada da kodlanan potansiyel saha liderlerinin kimler olduğu, kimlerin yurtdışı planlarını bozacağı ile listeyi daraltmaktadır. Erken seçim tarihi alınır ve kanlı planın bozulması için gerekli sonraki adımlar tartışılır..


 13 Mayıs Güncelleme:


1 Mart 2018 Perşembe

Cumhur İttifakı vs Terör İttifakı

15 Temmuz ihanet gününe kadar MHP ve lideri, muhalefet metodunda bilerek veya bilmeyerek FETÖ 'nün belirlediği yol haritasına riayet ediyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce Devlet Bey'in, partinin kalesi olan, Adana mitingini canlı ve daha sonra tekrar izlemiştim. Daha 1. dakikasından son saniyelerine kadar rüşvet, ayakkabı kutuları vb. minvalinde fetö iftiralarını temel alan isnatlar sıralanıyordu. "İki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz" benzetmeleriyle, Recep Tayyip Erdoğan'ın asla Cumhur'un başkanı olamayacağı iddiasını savunan da yine aynı Bahçeli'ydi.. 

Ancak FETÖ hain darbe denemesi ile demokrasiyi hedef aldığında; Devlet Bahçeli de asıl problemin rüşvetten fersah fersah daha önemli olan "devletin beka sorunu" olduğunun farkına vardı. Darbe günü, ülkücü tabanlı komutanlar sayesinde kurtarılan TSK 'nın onuru, bugünkü varlığını, Devlet Bahçeli 'nin bu farkındalığına borçludur. Darbe günü başlayan milli ittifak, Yenikapı mitinginde milyonlarla taçlandırıldı. Bu AKP ve MHP arasında ikili diyalogların daha sağlıklı (önyargısız) işleyeceğine dair bir ipucuydu. Öyle de oldu. Yanlçış anlaşılmalar kısa sürede giderildi.



Rüşvet çarkı diye bilinen, ayakkabı kutuları ile dillere pelesenk olan 17-25 Aralık hadiselerinin, aslında emperyal bir devletin islam coğrafyasına hükmetme planını bozma oyunundan bir başkası olmadığını öğrendi. İstihbarat paylaşımı ile devletin gizli ajandasında yer alan maddelerin, devletin bekasına değil, boyunduruğuna vurulacak balyozlar olduğunu öğrendi. "Milliyetçiliği ayaklar altına aldım" sözündeki bahsedilen sözde milliyetçiliğin etnik ayrımcılık, faşizm anlamında kullanıldığı izah edildi. MHP 'nin "ihanet süreci" dediği çözüm sürecinin, amaçta kabul edilebilir ama usülde yanlış olduğunu kabul etti. Çözüm sürecinin, bölge halkında devlet bilincinin, milli birlik ve beraberliğin yaygınlaştırılmasında başrol oynadığını fark etti Bahçeli.. 



Bu kabullenişler, bir mecburiyetten doğmuyordu. Tarafların birbirini anlayabilmesi için gerekli minimum barış zemini, 15 Temmuz ihanet gecesi ile oluşmuştu. Ak partililerin akıllarında da cevaplanmayan ancak devletin bekasını ilgilendirdiği için bahsedilmeyen, reddedilen sorular da var. Öyle ki Ak partinin kuruluşundan bugüne dek Ak partili taban, devletin 2023 yolundaki ilerleyişine ket vurmamak için alınan tüm kararlara koşulsuz destek olmuşlardır. İşte seviyesiz mankurtların bu gruba "koyun" demelerinin altında yatan psikoloji de bu.. Ak partili bilmiyor mu hapisten çıkan Erdoğan'ın neden Amerikaya gitme gereksinimi duyduğunu? Neden yıllarca FETÖ'yü yanında tutmanın gerekliliğini? Neden azınlıklar, zina, vakıflar yasalarındaki kritik değişikliklerin yapıldığını? Neden çözüm sürecinde tüm olanlara göz yumulduğunu? Neden "sı-fır-la-dık"larını?

İşte millet bilinci budur da ondan.. "Mevzubahis vafansa gerisi teferruattır" sözündeki teferruattır çünkü tüm anlatılanlar..

İki parti arasındaki suni engeller, bir bir kaldırılıyordu. İki parti, tek vücut gibi mecliste sarsılmaz bloğa dönüştü. Tabii onun karşısında da..

CHP önderliğindeki karşıt blok, yanına ilk olarak sırtını PYD/YPG/PKK 'ya dayadığını açıkça ifade eden HDP'yi aldı. Bu MHP'ninki gibi bir yanılgı sonrası doğruya dönüş değildi. HDP bu teröristsever yönünü her fırsatta, bir çok şekilde dile getiriyor ve savunuyordu. CHP için bu büyük bşr problem değildi. Zira DHKPC gibi bir örgütün politikaları da CHP'ye yabancı sayılmazdı. Savcı şehit edenlerin, genel merkezde ağırlanması kadar da umursamaz bir tavır içindeydi CHP.. Terör örgütlerini doğrudan karşısına alamıyor, bebek katili Esad ile diyalog yolunu arıyordu. Çok değil, 15 Temmuz henüz atlatılmıştı ki Yenikapı'ya gelmek için bile ayak sürümüştü.. Bu gayrı milli tavır, bugün de varlığını koruyor: Afrin meselesinde tam muhalif bir siyasete yönelirken, tıpkı Yenikapı gibi, toplumsal baskıdan çekindi ve "istemeye istemeye" destek açıklaması yaptı. CHP sol örgütler arasındaki ideolojik ortak paydayı, HDP'nin marksist terör örgütlerini görmezden gelerek buldu. Görünürde iki siyasi parti birlikte hareket ediyor gibi görünse de, alttan alta bir terör koalisyonu oluşuyordu. FETÖ bu koalisyondan ayrı düşünülemezdi, SAADET çatısı altında o da katıldı.


15 Temmuz'dan bu yana bu parti ve terör örgütleri, AKP ve MHP arasında kurulmuş olan milli ittifakı bozmak için ellerinden geleni yaptılar. Öyle ki bu partiler, sırf bu amaç uğruna kendilerinden, birbirlerinden ve ideolojilerinden bile ödün verdiler, veriyorlar. Bi tanesi Ankara'dan İstanbul'a kadar, yok yere taban şişirdi hatta..

AKP 'yi ikinci, üçüncü.. hatta taa en alt kademelerine kadar vurmaya çalıştılar, beceremediler.. MHP 'nin "koltuk değneği" , "küçük iktidar" vs. diyerek onurunu, gururunu kırmayı denediler. Aslında işe yarayabilirdi ama MHP'nin başında yılların kurt devlet adamı Bahçeli vardı. Her seferinde öyle tokatladı ki muhalefeti, tabanın bu yakıştırmalara rahatsız olacak zamanı bile olmadı. Yetmedi, İYİ parti ile ülkücü tabanı bölmeye çalıştılar, yine beceremediler.. Millet, kendisine kurulan kumpası çözecek gerekli irade ve tecrübeye sahipti. FETÖ siyasete girdiğinde de bunu pekala anlayabildi..

AKP 'ye ne yaparlarsa yapsınlar, parti gerekirse kanayan parmağı kökünden kopartıp atıyor ama herhangi bir zaafiyet göstermiyordu. Öyle ki kopan parmaklar bile dönüp mücadelenin ruhunu görüyorlar ve isyan etmiyorlardı. Hakkında iddia da olmayan büyükşehir belediye başkanları bir bir istifa ediyor ama partiye bağlılıklarını deklare ediyorlardı.

MHP 'yi de yıkamıyorlardı ama ilk defa sarsılan bir devdi bu defa mücadele edilen.. MHP bu gayri milli sarsıntıları def etse de, tabanda huzursuzluk başgöstermeye hazır algısı yaratıldı. Hedef belliydi: MHP..

AKP'yi durdurmak imkansızdı ama ortağını ondan ayırıp yalnızlaştırmak, terör koalisyonuna yarayabilirdi. Yüzde 50+1'in geçerli olduğu başkanlık seçimlerinin önemi bu yüzden daha da arttı. Her kanattan MHP vurulmaya çalışıldı, çalışılıyor.. MHP dimdik ve kaya gibi yerinde.. Bu yüzden yeni stratejiler, beşinci kol faaliyetleri gerekliydi.

Terör koalisyonu, MHP'yi AKP'den ayıracak stratejiyi çok yakın bir tarihte başlattı. AKP ve çevresinde uyuyan FETÖ ve PKK artığı hücreler, saldırı planını Atatürk üzerinden başlattı.

AKP içindeki beşinci kol; Atatürk aleyhinde konuşmaya başlayacak, terör koalisyonu da MHP 'yi başbuğu üzerinden kışkırtmaya çalışacak.. Ancak bu defa plan çok daha sinsice ve yavaş.. Çünkü ilk defa bizzat planlayıcısı Soros tarafından yazıldı. Gazetelere yorumlar yazılacak, twitler atılacak, sözlüklerde tartışmalar başlatılacak ve her iki partinin Atatürk hassasiyetleri kaşınacak..

Şunu kabul edelim: AKP ve tabanı, Atatürk'ün büyük bir devlet adamı olmasından öte bir kıymetinin olmadığını kabul eder. Putlaştırılan, insanüstüleştiren zihniyete de kökünden karşıdır.

MHP ise öyle değildir: Atatürk'ü başbuğ kabul eder. Türk'ün Atasıdır Atatürk. Putlaştırmasa da, insanüstülüğün sınırlarını zorlar.

Bu ayrım, Cumhur ittifakının belini kıracak tek ve en hain oyundur. Bu oyunu yıkabilecek tek kişi de, tıpkı 15 Temmuz sonrasındaki gibi Devlet Bahçeli 'nin farkındalığı olacak..

Devlet Bey, eğer Atatürk'ün tarihi ve manevi şahsiyetlerinin bufün tartışma konusu olmadığının, devam eden devletin beka sorununun bu suni meseleden fersah fersah önemli olduğunun farkına varırsa, Cumhur ittifaķı şimdiden hayırlı ve uğurlu olsun.

Yok, dünün kavgasını bugün edersek, yarını kaybederiz..

2 Şubat 2018 Cuma

Diyanet İşleri vs Adnan Oktar

Diyanet İşleri Başkanlığı ile Adnan Oktar arasındaki mesele her iki taraf için de beni şaşırtmadığı için yorum yapmamıştım ama sanıyorum bazı şeyleri tekrar etmekte fayda var. DİB maalesef kendimi bildim bileli; kader perspektifinden baktığında ona biçtiği rolü, yani hilafet makamının boşluğunu doldurmak ve fıkhi meselelerde inovasyon sağlamak görevlerini hep hafife almıştır. Hani neredeyse memurlar için kullanılan amiyane tabir "salla başını al maaşını" sözünün karşılığı gibidir. Toplumsal meselelerde gösteremediği refleks, gösterdiğinde ise "ne şiş yansın ne kebap"çılık bu değerli kurumun yerini, olmaması gereken kadar aşağı çekmiştir. Diyanet  dendiğinde insanların kahir ekseriyetinin akıllarında analitik fetvalar değil de; zırhlı mersedes, çocuk evliliği, soytarılara cevaplar geliyorsa, burada tek suçlu manipülatif medya gücü değil, aynı zamanda pasif yöneticilerdir.


DİB öyle bir makamdır ki; orada bulunanların olayları analiz edip, islami yönünü ortaya koymaları ve gerekli açıklamayı yapmaları gereken süre, sosyal medyada menfi trend olmasından hemen öncesidir. Oysa diyanet şu an ne iş yapar? Delinin biri kuyuya bir taş atar.. Önce sosyal meyda, sonra yazılı ve görsel medya bunu gündemine alır.. Bir kaç gün insanlat tartışır.. Diyanet, toplumun çoğunluğunun hoşuna gidecek fetvayı, biraz ucundan gerçeklerle ortaya koyar. Konuya Cumhurbaşkanı el attıysa ne ala.. Kimse dokunmamışsa ısıtılıp tekrar sunulmak üzere buzdolabına kaldırılmış temcit pilavına döner mesele..

-Dekolte var da, Demekolte yok mu?
+Ahahahhaha hocam maşallah, işallah

E hırsızın hiç mi suçu yok? Olmaz mı? Adnan Oktar'ı bilen biliyor.. Onun hakkında söylenecek pek bir şey yok. Kaynağı belirsiz bir parayla, islam adı altında gazino işleten bir meczup.. O doğasının gereğini yapıyor. Akrebe "neden soktun?" demek ne kadar anlamsızsa, Adnan Oktar denen gazino işletmecisini de eleştirmek bir o kadar anlamsız. Zaten görüntüsü ve söylemleri ile islam ile ne kadar alakasız olduklarını ortaya koyuyorlar. Kimse de bunların birer mümin olduğuna inandığı yok zaten.

Adam günahı da, haramı da bile bile göstere göstere işliyor. Asıl tehlike hep bunu göstermeyenlerde idi.. Bakın Fetö'ye mesela.. "Yahudi Hıristiyan cennete girer" dediklerinde 17-25 Aralık henüz yaşanmamıştı.. Papa ile görüştüklerinde "Biz Papalık makamının misyonunun bir parçası olmak için burdayız" dediklerinde, "öyleyse müslümanlık ile alakanız yoktur" şeklinde bir fetva veremeyen Diyanet, kendisine daha zayıf bir rakip olarak Adnan Oktar'ı almış.. Furkan Vakfı'ndan, Alparslan Kuytul gözaltına alındı. Medyada "eskiden" söz ettiği garip beyanatları dönüyor. Diyanetin bunlara bir cevabı var mıydı? Hadi bırak, bugün iki kelime edebiliyor mu konu hakkında? Yine toplumsal tansiyonu ölçüyor muhtemelen nabza göre şerbet vermek için.. Fetö aleyhinde yayım yapmak için, yüzlerce şehit, binlerce gazi vermek zorunda mıydık?

Devlet kanalı TRT'de semah yapılırken; 4 mezhebin dışında, federasyon başkanlarının "alevilik müslümanlık değildir başka bir dindir" dediği halde, aleviliğin zaman içindeki dejenere edilişi ve siyasal bir örgüte dönüşümü hakkında bir argüman geliştirmiş mi diyanet? Yoksa halen "ne şiş yansın ne kebap" modundalar mıdır?

Mevlevilik, tasavuf afı altında New Age Ilımlı İslam modeline karşılık, ne türden tedbirler alınıyor Diyanet tarafından bilen var mı? Whatsapp gruplarında ev hanımlarının tasavvuf adı altındaki çakma seyrü sülük'ün, Diyanet 'in matbaasından daha faal olduğunun farkında mıdır başkanlık?

Diyanet İşleri Başkanı Adıyaman Menzil'e gider mi mesela? Giderse nasıl bir ruh hali içinde gider?

Cübbeli'nin Mahmud Efendisi ile hiç tanışmış, sohbet etmiş midir?

Kendi varlığı, ülkenin anayasasına zıt bir devlet kurumu olursan söyleyebileceklerinin de bir sınırı oluyor maalesef.. Öyle ya? Madem laik bir ülkede yaşıyoruz, neden sadece islam temsil ediliyor diyanette? Neden hristiyan, yahudi din adamları maaşlarını diyanetten alıp ibadethanelerini denetime sunmuyor? Var bi yanlışlık ama nerede..


Ayasofya'nın tapusu elimizde, tapu sahibi Fatih'in camii olarak kalması için vasiyeti elimizde ama müze olarak kalmasına zorlanıyoruz ya.. Bu da aynı hesap işte.. Hilafet, şeyhülislamlık, kadılık makamları bizim milletimizin dna kodlarına işlenmiş. Olmayan makamların boşluğunu Diyanet İşleri ile kapatmaya çalışmışız ama olmuyor işte.. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal..

Ya Diyanet İşleri Başkanlığı olması gereken faal, aktif duruma geçer ve İslami kaideleri birilerine hoş görünmek için değil, doğruyu ortaya koymak için söyler ya da değişen dünyada kurum zaman içinde doğal bir evrim geçirip Uluslararası Hilafet Meclisinin bir parçası olur..
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan